?>

ÇEVRE DE VATANA DAHİLDİR…

Dr.Elif HABİP

11 saat önce

“Çevre de vatana dahildir.”

Bu cümle ilk bakışta sade görünebilir; ancak aslında bir devletin varlık nedenine, bir milletin ortak hafızasına ve geleceğe bırakacağı emanete dair güçlü ve sarsıcı bir iddiayı içinde taşır. Çünkü vatan, yalnızca sınırlarla çevrilmiş bir toprak parçası değildir. Haritalardaki çizgiler bir ülkeyi tarif edebilir; ama bir milleti ayakta tutan, o çizgilerin içindeki hayatla kurulan bağdır. Bir ülkeyi vatan yapan; dağları, nehirleri, ormanları, tarım toprakları, denizleri, kıyıları, hayvanları, havası, suyu ve toprağıyla kurulan görünmez ama hayati bir yaşam sözleşmesidir.

Bu yüzden çevreyi korumak, doğaya dair romantik bir hassasiyet değil; doğrudan vatanı korumaktır. Bir ormanın yanması yalnızca ağaçların kaybı değildir; suyun, havanın, yaşamın ve bir milletin geleceğinin yanmasıdır. Bir dere yatağının betonla doldurulması sadece kötü bir şehircilik uygulaması değildir; o bölgenin ekolojik dengesinin, kültürünün ve hafızasının silinmesidir. Denizlerin kirlenmesi, bugünün değil, çocuklarımızın yarınının kirletilmesidir. Çevreyi tahrip eden her müdahale, aslında vatanın dokusuna atılan bir çiziktir.

Bu nedenle çevre politikaları “ikincil” ya da “ertelenebilir” alanlar değildir. Çevreyi korumak, vatan savunmasının sessiz ama en hayati cephesidir. Vatan sevgisi yalnızca zor zamanlarda, savaşlarda ya da büyük fedakârlık anlarında ölçülmez. Bugün vatan sevgisi; bir ağacı korumakta, bir su kaynağını temiz tutmakta, toprağı zehirleyeni uyarmakta, israfı azaltmakta, çöpü ayrıştırmakta, doğayı önceleyen şehirler kurmakta ve çevresel adaleti savunmakta kendini gösterir. Vatanı korumak bazen cephede değil, gündelik hayatın içinde başlar. Çünkü çevre, toplumun ortak vicdanıdır.

Bugün yaşadığımız sel felaketleri, orman yangınları, hava kirliliği, su kıtlığı ve iklim değişikliği yalnızca teknik ya da meteorolojik sorunlar değildir. Bunlar aynı zamanda yönetim anlayışının, toplumsal sorumluluğun ve vatandaşlık bilincinin aynasıdır. Çevreyi yok eden her karar, doğrudan doğruya insanların yaşam hakkına yönelmiş bir tehdittir. Çünkü vatan; yalnızca üzerinde yaşadığımız toprak değil, nefes aldığımız hava, içtiğimiz su, yürüdüğümüz sokak ve gölgesine sığındığımız ağaçtır.

Bugün İran bu gerçeğin en acı örneklerinden birini yaşamaktadır. Ülkede yaşanan su krizi, artık yalnızca çevresel bir sorun olmaktan çıkmış; toplumsal, ekonomik ve siyasal sonuçlar doğuran yapısal bir kırılmaya dönüşmüştür. Kuraklık ve iklim değişikliği bu tablonun görünen yüzüdür; ancak asıl belirleyici olan, yıllara yayılan yanlış su politikaları, kötü kaynak yönetimi ve sürdürülemez kalkınma tercihleridir. Bu nedenle bugün İran’da yaşanan şey basit bir kuraklık değil, açık bir “su iflasıdır”.

Plansız nüfus artışı, hızlı kentleşme ve özellikle büyük şehirlerdeki aşırı su tüketimi, zaten kırılgan olan su kaynaklarını geri dönülmez biçimde zorlamıştır. Tarımda verimsiz sulama yöntemleri, ruhsatsız yeraltı suyu kullanımı ve baraj odaklı fakat bütüncül olmayan su yönetimi anlayışı, nehirleri kurutmuş, sulak alanları yok etmiş, toprağı çöktürmüştür. Gelinen noktada su krizi, yalnızca çevresel değil, toplumsal istikrarı tehdit eden bir güvenlik meselesi hâline gelmiştir. Kırsaldan kente göç hızlanmış, şehirlerin altyapısı zorlanmış, su kesintileri toplumsal huzursuzluğu derinleştirmiştir. Öyle ki yağışların yetersiz kalması hâlinde başkentin taşınması ve kitlesel göç senaryoları dahi resmî açıklamalarda yer bulmuştur.

Bu tablo yalnızca İran’ı ilgilendirmemektedir. Türkiye’nin hemen sınırında yaşanan bu gelişmeler, iklim göçünün ve su temelli krizlerin bölgesel bir gerçeklik hâline geldiğini göstermektedir. Türkiye de kendi kuraklık riski, azalan su havzaları, plansız şehirleşme ve tarımda su verimsizliğiyle yüzleşmektedir. Çevre sorunları artık yalnızca doğayı değil, vatanın kendisini dönüştürmektedir. Toprak değişmekte, yaşam alanları daralmakta, geleceğin coğrafyası bugünden şekillenmektedir.

Bu nedenle “çevre de vatana dahildir” sözü, yalnızca bir çevre duyarlılığı çağrısı değil; devletin ve milletin geleceğine dair stratejik bir vizyondur. Vatanın sınırları toprağın bittiği yerde değil, sorumluluğun başladığı yerde başlar. Herkes vatansever olduğunu söyleyebilir; ancak gerçek vatanseverlik, doğayı koruyarak, çevreyi bir emanet olarak görerek ve geleceğe sahip çıkarak ispatlanır. Çünkü biz çevreye ne kadar sahip çıkarsak, vatan da bize o kadar sahip çıkar.

Ve belki de bütün bunları en yalın, en sahici hâliyle bir şarkı anlatır:

“Havasına suyuna taşına toprağına,

Bin can feda bir tek dostuma.

Her köşesi cennetim, ezilir yanar içim…

Bir başkadır benim memleketim.”

YAZARIN DİĞER YAZILARI