Özerkliğinizi veya özgür iradeyle karar verme yeteneğinizi bir zorlama olmadan kaybedebilir misiniz?
Cevaplanması kolay gibi görünen bu soru, aslında beklenenden çok daha derin bir felsefeyi içinde barındırır. Çünkü bu soruya “hayır” derseniz, üzerine daha fazla düşünmeniz gerektiği aşikârdır; “evet” derseniz, sizi bekleyen birçok ihtimali göz önünde bulundurmanız gerekir.
Kişinin özerkliği ya da özgür iradeyle karar verebilme kapasitesi; çeşitli bilişsel veya nörolojik durumlar, hastalıklar, bağımlılıklar, irade zayıflığı ya da takıntılar sebebiyle zayıflayabilir. Bu örnekler, felsefi yorum açısından asgari yoğunluk taşır. Fakat buz dağının görünmeyen tarafında çok daha kritik bir unsur vardır: manipülasyon, yani yönlendirme.
Düşünün…
Herhangi bir zorlama, baskı veya mecburiyet olmasa; normalde karar yapınızla uyuşmayan bir teklifi kabul eder miydiniz?
Elbette hayır.
Ama bu tabloya, sizin zor bir dönemden geçtiğiniz ve gelen teklifin sizi bu olumsuz durumdan çıkarabileceği ihtimalini eklersek, kartlar yeniden dağıtılır.
Kimileri kendinden taviz vermez ve “hayır” cevabında ısrar eder; kimileri ise bunu kurtuluş uğruna yapılmış küçük bir fedakârlık olarak görür ve “evet” der.
İşte tam burada psikiyatri ve psikoloji alanında münasebetsiz ayartma (undue inducement) kavramıyla karşılaşırız. Bir kişinin zor durumunu kullanarak, onun özerk ve özgür iradeyle karar verme yeteneğini maddi veya manevi bir teklifle bozmayı amaçlayan her durum bu kavrama örnektir.
Bilimsel deneyler, bu kavramın en net tanımlandığı alanlardan biridir. Yan etkileri bilinmeyen bir ilacın insanlarda test edilmesi gerekir; fakat sağlıklı bireylerin sırf bilim uğruna gönüllü olması her zaman gerçekçi değildir. Dolayısıyla araştırmacılar, denekleri cezbetmek için cüzi miktarda para teklif edebilirler. Bu miktarların “cüzi” olması bile bilim dünyasında tartışmalıdır; ancak tamamen etkisiz olduğunu söylemek de doğru olmaz.
Münasebetsiz ayartma, fayda–zarar terazisi içinde kimi zaman olumlu sonuçlara hizmet ediyor gibi görünebilir. Fakat unutmayın:
Silahın iyi amaçlarla kullanılabilmesi, onun silah olduğu gerçeğini değiştirmez. Ve en yakınımızdaki insanlar bile bir gün bu silahı bize doğrultabilir.
Belki iş hayatında yüksek terfi vaadiyle aşırı mesaiye maruz kalırsınız.
Belki politikada, kriz anlarında aceleye getirilen yasa tekliflerini kabul ederken bulursunuz kendinizi.
Borç içindeyken yüksek faizli kredileri “acil çözüm” olarak değerlendirebilirsiniz.
Bu masum görünen tekliflerin ortak noktası şudur:
Hepsi, çıkmaz sokağa adım attığınız anda karşınıza çıkar.
Kimi zaman reddeder, taviz vermezsiniz; kimi zaman da bunu kurtulmak için yapılması gereken küçük bir fedakârlık zannedersiniz.
Yani baskı altında kalmadan da kendinizi yürümek istemediğiniz bir yolda koşarken bulabilirsiniz. Münasebetsiz ayartma; bilimden hukuka, siyasetten kişisel ilişkilere kadar hayatın neredeyse her alanında kendine yer bulur.
Bu yüzden buz dağının görünmeyen kısmına odaklanmak zorundayız. Çünkü bazen zincir seslerini duyamazsınız. Onlar masum gibi görünen tekliflerde saklanır.
Ve o teklifi kabul ettiğinizde aslında seçim hakkınızı değil, seçiminizin anlamını kaybedersiniz.
Münasebetsiz ayartma yalnızca bireyin değil, toplumun da özgürlük sınırlarını test eden bir aynadır. Zorlamanın değil, incelikli iknanın hüküm sürdüğü yeni dünya düzeninde özgürlük artık kılıçla değil, tekliflerle alınır.
Peki artık özgürlük bile tekliflerle alınabiliyorsa…
İkna sanatına bu kadar hayran bir çağ, kendi zincirlerini alkışlıyor olabilir mi?