
(PART-1)
MÜCADELE YILLARI
Kıbrıs…Ah canım Kıbrıs…Meğer ne acılar yaşamış ne zorluklar çekilmiş ama asla mücadeleden vazgeçmemiş, ne şehitler gaziler vermiş, bağrında ne yiğitler yetiştirmiş. İşte o mücadeleci mücahit Yiğitlerden biri…Merhum Rauf Denktaş’ın çok kıymetlisi, güvendiği bu yiğit bir gün Cumhuriyeti gizlice hazırlanarak görevlendirileceğini ve Cumhuriyet’in ilanında görev alan o beş kişiden biri olacağını nerden bilecekti. İşte o emekli Büyükelçi ve Merhum Denktaş’ın Baş Danışmanı Sayın Osman Ertuğ…İyi ki tanımışım dediğim Sayın Ertuğ ile olan yazı dizimin ilk bölümü sizlerle…
“YENİ CUMHURBAŞKANLIĞI YESLEŞKESİ VE KKTC CUMHURİYET MECLİSİ TARİHİ BİR ADIMDIR”
Kurucu Cumhurbaşkanı Rahmetli Rauf Denktaş, ondan önce ilk liderimiz Dr. Fazıl Küçük…Onların Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ‘nin ve Türk halkının, baştan beri varoluş, özgürlük ve egemenlik mücadelesine doğru yürüttüğü sürdüğü egemenlik bağımsızlık adına atılan adımlarla birlikte Cumhurbaşkanlığı Yerleşkesi, KKTC Cumhuriyet Meclisi Yerleşkesi ’bu egemenlik adına ülkeye kazandırılan tarihi adımlardır. Bunlar çok önemlidir ve sahip çıkmamız gerektiğine inanıyorum.
“KKTC BUGÜN TANINMIYORSA, BU BİZİM DEĞİL DÜNYANIN AYIBIDIR!”
Daha tabi ki gidilecek yol var. O noktaya ulaşmış değiliz. Gidilecek yolun başında da KKTC’nin Uluslararası alanda, görünürlüğünü daha ileri alanlara taşımak ve siyasi ve diplomatik tanınmışlığını da sağlamaktır. O zaman onların, hayallerini de rüyalarınız da geçekleştirmiş olacağız. Hakkımız olan bir şey tabi. Eğer bugün tanınmıyorsak bu bizim değil dünyanın ayıbıdır. En başta da AB’nin ayıbıdır. Çünkü AB biliyorsunuz,2004’te olan referandumlarda, Kıbrıs Rum tarafı bizimle hiç surette bir ortaklığı istemediğini, bir federasyon ya da adını ne koyarsanız koyun bir ortaklığı istemediğini göstermiştir. Bizi sürekli olarak reddetti. İlk defa değil. Ondan önce de 15 kez en az reddedildik. Bütün bu retlerin sonuncunda, bizim kendimizin bir Devlet olarak daha o dönemde ortaya çıkmalı ve demeliydik: ”Biz tanınmadan, artık görüşme bizi masaya hapsetmeye yöneliktir. ”Sayın Erdoğan’ın çok güzel bir şekilde ifade ettiği gibi: ”Bizi masaya hapsetmeye kimsenin hakkı yoktur. ”Masaya otururuz ama eşit olarak otururuz. Şu ana kadar sanal eşitlik çerçevesinde oturduk. O neydi, toplumsal eşitlik. Toplumsal eşitlik bu halkın artık özgürlük ve egemenliğine bir hakarettir. Biz sadece bir toplum değiliz, bir Devletiz. Kendimizi örgütledik, bir devlet olarak ve bugün tarih sahnesinde KKTC bağımsız ,egemen bir devlet olarak durmaktadır. Dolayısıyla bundan sonra oturursak ancak devlet olarak otururuz. Bunu çoktan söylemeliydik. Uluslararası konjonktür belki uygun değildi, çeşitli mülahazatla, iyi niyet adına, bir uzlaşı adına bunu yapmadık ama gördük ki Kıbrıs Rum tarafı aslında, biz bunları yapmadıkça bunu bir zayıflık kabul ediyor ve dahada üstümüze geliyor.” Gelin benim toplumum olun, gelin benim azınlığım olun, Maronitler gibi Ermeniler gibi gelin benim azınlığım olun” şeklinde bir yaklaşım sergiyor. Bu olamayacağına göre ki bunu tamamen reddediyoruz, biz eşit bir halkız ve 1960 Cumhuriyet’inin kurucu ortağıydık.
“AVRUPA BİRLİĞİ GÖLGE ETMESİN,BAŞKA İHSAN İSTEMİYORUZ!”
Bizi üç yıl sonra bu devletten attılar, mezalim uyguladılar, iki sokak ötede göreceksiniz (Lefkoşa,Dereboyu
caddesine yaparken bu konuşmayı)“Barbarlık Müzesi” diye bir müze var. Çocukların banyo küvetlerinde katledildiği bir ortamda yaşıyoruz. Biz bunları görmüş ve yaşamış insanlarız. Ada topraklarının %3’üne tekabül eden topraklarda yaşatıldık. Anklav dedikleri küçük kuşatılmış bölgelerin içinde iki yıl benim gençliğim çalındı, eğitimimden çalındı çocukluğumdan çalındı, biz çocukluğumuzu dahi yaşayamadık. Hep korku içinde çeşitli travmalar yaşamış halkız biz. O %3’ü dediğim ada toparlaklarının bir ölçümünü yaptım ve biliyor musunuz ?Gazze şeridinden daha küçük bir alana tekabül ediyor. Çok acılar yaşadık. Birçok arkadaşımı ölümüne tanık oldum. Ben şanslıydım belki de ama en yakın arkadaşlarımın çoğu mezarlarda şimdi…Ben onların anısını hiç bir zaman unutmadım, hep onun bilinci içerisinde bu kariyeri izledim, bu davayı savundum. Gerek burada gerek uluslararası platformlarda yedi yıl süre ile Newyork’ta, beş yıl süre ile Washington’da görev yaptım. Ve oralarda ben bu halkın çektiği acıları ve bizim sadece 1963 döneminde yaşadıklarımızı bile düşünürseniz ayrı devlet kurma hakkımız vardır. Ama coğrafi zeminimiz yoktu.1974’te biz bu zemini kazandık. insanlarımızın yüzlercesi toplu mezarlarda yatıyor. Şuan Gazze’nin yaşadıklarını yaşadık ve daha kötüsünü yaşayacaktık, eğer Türkiye’nin garantörlük hakkı olmasaydı. Kıbrıs Rum tarafı “Akritas Planı” diye bir plan hazırladı. Yani sistematize etti bize karşı yaptıklarını. Sistemik, ve amaçta, Türkleri adadan tüketerek, öldürerek veya sürerek bir Rum adası yaratmaktı burada. Bunun adına ”SOYKIRIM” denir, ”Etnik Temizlik” denir. Bunları yaşamış bir halkın, bugün biz şehitlerimizin acıları gazilerimizin fedakarlıkları ve bu kahraman halkın direnişiyle, Anavatan Türkiye’nin zamanında gelip bizi kurtarmasıyla yaratılan coğrafyada bir devlet kurduk. Bu devlet bizim anamızın ak sütü gibi hakkımızdır. Bunun tanınması bizim hakkımızdır. Bunun altında düşünen insanlar mağlubiyeti baştan kabul etmiş olur. Görüşme! Görüşme olurda 60 yıllık görüşme sonunda bir şey çıkmazsa, bu da sorgulanır. Demek ki Kıbrıs Türk halkı bambaşka bir oyunla karşı karşıya. Masada tutulup karşı taraf bütün dünyada kendini devlet olarak pazarlayıp, kendi içimizde bizi bölmek, bizi bu adada kendi egemenliklerine boyun eğdirmektir amaçları, bundan zerre kadar şüphem yok. Şimdiki Rum Liderin tek amacı tamamen bir hakla ilişkiler egzersizi içerisinde. Türkler’in uzlaşmaz olduğunu, Türkler’in burayı işgal peşinde olduğu gibi söylemler yaymaktadır. Asıl Adayı işgal eden onlardır. Kıbrıs sandalyesini işgal eden Rumlar’dır.1963’ten bu yana Türkiye’nin hareketi işgale karşı bir harekettir. Bugün adanın hiçbir yerinde bir işgal var mı? Gelsinler görsünler. Güney Kıbrıs ‘a baktığınızda kişi başına 30-40bin dolar hiçbir milli gelirle, nasıl kendilerinin işgal altında olduğu iddiasını yayabilirler. Bunu yapıyorlar. Dünyada bunlara veya Avrupa Birliği olayı bilmeyen, bilmek istemeyen, onları üye olarak kabul eden AB’de bütün bunlara inanıyor yada inanmış gibi görünüyor. Onlardan gölge etmemelerini istiyoruz, başka ihsan istemiyoruz.
“DÜNYA BİLİYOR Kİ BU DEVLET ER GEÇ TANINACAKTIR!”
Aksallıların burada toplanması bizim için önemli bir olaydı. Sağ olsunlar, var olsunlar…Daha ilerideki toplantılarında burada yapılmasını bekleriz, kendilerine kapılarımız her zaman açıktır, ben bunu birkaç yıl önce Azerbaycan’a yaptığım ziyarette de söyledim. Bize bakıp ama görmeyen, görmek istemeyen, bizi işitip ama duymak istemeyen bir Avrupa ve dünya ile karşı karşıyayız. Siz bize uçaklarınızı gönderin, insanlarınızı gönderin, her sıfatta turist, eğitimci, öğrenci olarak olsun, bizimle bu ilişkileri kurun. Çünkü karşı tarafın stratejisi, Güney Kıbrıs’ta bir gazete yayınlanan haberdeki gibi tanınmamızı engellemek, tek stratejileri budur. Biliyorlar ki bu devlet er geç tanınacaktır. Bu bizim hakkımızdır.
TÜRKİYE OLMASA KIBRIS TÜRK’ÜNE “FATİHA”OKUYAN BİRİ BULUNMAYACAKTI”
Ben adeta Kıbrıs meselesinin içine doğmuş bir insanım. Yiğitler köyünde ilk Rum saldırıları yapıldığında küçük bir çocuktum.1955’te daha 6 yaşındayken bir gün ninem geldi, biz dışarda oynarken, ”Hemen içeriye geçin, çünkü Rumlar bir otobüsümüzü pusuya düşürdü ve içindekileri öldürdüler” dedi. Ben hayatımda ölüm korkusunu 6 yaşında bir çocuk olarak işte o gün yaşadım. Ve o korku bir travma olarak beni aslında hiç terk etmedi, bilinçaltıma yerleşti. Benim gibi nesilleri daha nasıl bilinçlerinin altına yerleşti ve terk etmedi. O günden sonra Kıbrıs sorunsuz bir gün geçirmedi. Nereye gittiysek ki ben eğitim yıllarımda ABD’deydim. Orda dahi tarih dersindeyken, köyümde bir çatışma çıktığını ve bir Türk’ün sebepsiz yere öldürüldüğünü öğrendik ve ben bunu tarih dersimde bir sunum olarak yaptım. Dönüşümden sonra çok çeşitli sıkıntılar içerisinde kendi köyümüzde iki yıl kuşatma içerisinde kaldık. Bir gün orta okuluma Lefkoşa’ya gelirken yan köydeki insanlar bizi durdurup “Daha ileri gitmeyin, Rumlar barikat kurdu, sizi tutuklayıp öldürecekler” dediler. iki hiç başımızı çıkaramadık dışarıya. Yan köydeki bazı mücahitler gelip beni biraz daha güvenli Türk köyü olan Beyarmut’un da bir çiftliğin ortasında bir okula götürdüler. Çok zorlu dağ yollarından gittik, az daha içinde bulunduğumuz jip devrilip hepimiz ölebilirdik. O noktaları da yaşadık, çünkü dere yataklarından ve tepelerden geçerek gittik oraya. O bittikten sonra çeşitli yollardan kaçak bir şekilde Lefkoşa’ya ulaştırıldık ve lise yıllarımı orada yaşadım. Sonrasında ABD’den eğitim için bir burs aldım. ABD’nin diplomatik araçlarıyla gittik oraya, aksi taktirde tutuklanacaktık. Eğitimim bittikten sonra tekrar Kıbrıs’a döndüm ve bu arada 1967 krizi yaşandı.1967 krizinde iki köyümüz Eoka kuvvetleri tarafından saldırıya uğradı ve 30 civarında Kıbrıs Türk’ü hunharca öldürüldü. Sonra Türkiye müdahale hakkını kullanacağı uyarısında bulundu, ABD devreye girdi. ABD’den Bakan yardımcısı bir diplomat Türkiye’ye gelerek” Ben size istediklerinizi diplomasi yoluyla elde edersem, müdahaleden vazgeçer misiniz?” Türkiye barışçıl bir devlet olarak, bütün bu mezalim karşısında sabırlı, metanetli davranıyor ve kabul etti. Türkiye koşul orak Rumların çekilmesini ve kuşatma kaldırılmasını koydu. Bu koşul kabul edildi Yunanistan tarafından Türkiye ve ABD’nin de bakısıyla. Uyarıya rağmen devam eden olaylar üzerine ardından “Türkiye artık geliyorum, bu insanları kaderlerine terke demem” dedi. Bugün Gazze’de olanlar o gün orda oldu am şükürler olsun ki arkamızda Türkiye gibi bir güç vardı. Filistin kurucu Cumhurbaşkanı Rahmetli Yaser Arafat bir konuşmasında şunu söyledi:” Kıbrıs’ın arkasında bir Türkiye var, benim arkamda böyle bir Arap gücü olsa, ben de bugün bu yaşadıklarımı yaşamazdım” demişti. Kıbrıs konusunda Türkiye müdahale hakkını kullandı ve Kıbrıs’a girdi. Aksi takdirde bugün biz burada sizinle oturuyor ve konuşuyor olamazdık. Burada Kıbrıs Türk’üne “Fatiha” okuyan biri bulunmayacaktı sizi temin ederim.
Bu sözlerden sonra ağlayarak çok kıymetli Osman Ertuğ’a sarıldım ve ellerinden öptüm. Zaten anlatırken o anları yaşarcasına hep masmavi gözleri dolu doluydu. Onca acıları çekmiş Türklerden sadece biriydi ve o an kendime söz verdim Kıbrıs artık benim de daha derin davam. Karınca misaliyim belki ama safımız belli olsun….
Not: Sayın Osman Ertuğ ile “KKTC’NİN CUMHURİYET İLANI” yazı dizimde birkaç gün sonra siz değerli okurlarımla olacak.