GÖRÜNTÜ ÇOK, DERİNLİK AZ

GÖRÜNTÜ ÇOK, DERİNLİK AZ
06-08-2025

Eskiden bir diziye ya da filme başlamak, bir yolculuğa çıkmak gibiydi. Karakterlerle tanışır, onların hayatlarına ortak olur, sevinçlerini ve acılarını içselleştirirdik. Şimdiyse çoğu yapım, biz izleyicilere yolculuk değil, hızlı tüketim menüsü sunuyor. Yani bir oturuşta tüketip kenara attığımız şeyler hâline geldi ekran işleri. Neden böyle oldu, ne eksik ne fazla yapılıyor, biraz bunun üstüne düşünelim istiyorum.

 

Her şeyden önce, günümüz yapımları biçimsel olarak çok gösterişli. Kameralar daha kaliteli, renkler daha canlı, oyuncular pürüzsüz, mekânlar etkileyici. Ama içerik anlamında bir boşluk hissediliyor. Sanki çok güzel süslenmiş ama içi boş bir kutuya bakıyoruz. Hikâye derinliği azalıyor, karakterler klişeleşiyor. Belli kalıplar tekrar tekrar sahneye sürülüyor; "kötü adam" her zaman çok kötü, "iyi karakter" ise her daim masum. Gerçek hayatta böyle insanlar var mı? Pek yok. Ama izlediklerimizde gri tonlara yer kalmıyor artık. Oysa asıl derinlik, tam da o gri alanda gizli.

 

Bir başka sorun da hız tutkusu. Yapımlar artık izleyiciyi ilk 10 dakikada "yakalamazsa" başarısız sayılıyor. Bu da yaratıcıları "anlatmak" yerine "göstermeye" zorluyor. Geniş anlatımlara, ağır ilerleyen dramatik yapıya sabır yok. Her şey hızlı, çarpıcı, kolay anlaşılır olmalı. Bu yüzden karakterlerin dönüşümü, ilişkilerin gelişimi ya da olayların altyapısı yüzeysel kalıyor. "Karakterin neden böyle davrandığını sonra gösteririz" demiyorlar, çünkü "sonra"ya fırsat kalmıyor.

 

Üstelik çoğu yapım "ne satıyor?" sorusuyla başlıyor yola. Ne anlatmak istiyoruz değil, ne izleniyor? "Trend" olan ne varsa, onun peşinden gidiliyor. Aşk üçgenleri, mafya romantizmi, aşırı dramatize edilmiş hayatlar, sosyal medya diline uygun diyaloglar... Oysa gerçekten özgün işler, trendlerin değil, derin gözlemlerin ürünüdür. Bir hikâyeyi değerli yapan onun modaya uygunluğu değil, içtenliği ve samimiyetidir.

 

Peki ne olmalıydı? Ne tür diziler, filmler görmek isterdik? Aslında yanıt çok karmaşık değil. Anlatılmak istenen bir derdi olan, karakterleri kendi içinde evrim geçiren, insanı olduğu gibi anlatan yapımlar arıyoruz. Gerçek duygular, gerçek çatışmalar, hatta gerçek sıkıcılıklar bile... Hayat her anıyla heyecan verici değil çünkü. Bazen monoton, bazen belirsiz. Ama bu hâliyle bile çok sahici. Seyirci bunu istiyor aslında: Kendini bulabileceği hikâyeler.

 

Ayrıca, farklı seslere, kültürlere, yaşantılara alan açan yapımlar çok kıymetli. Hep aynı bakış açısıyla yazılan senaryolar, dünyayı sadece tek bir pencereden gösteriyor. Oysa insanlar çok farklı, hayatlar çok çeşitli. Bu çeşitliliği yansıtan yapımlar, izleyicinin dünyasını da genişletiyor. Gerçek temsil, gerçek bağ kurmayı sağlıyor.

 

Sonuç olarak, ekranlarımız giderek daha çok görüntüyle ama daha az anlamla doluyor. Parlaklık artarken, derinlik azalıyor. Elbette her dönemin bir dili, bir tarzı olur. Ama bu demek değildir ki özden vazgeçilsin. Kalıcı olmak için gösterişli değil, sahici olmak gerekiyor. Dizi ve film dünyası yeniden "anlatma" derdine düşerse, belki biz izleyiciler de tekrar hikâyelerin içinde kendimizi bulabiliriz.

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?