
Her sabah aynı alarm sesiyle uyanıyoruz. Aynı yollar, aynı yüzler, aynı trafikte aynı sabırsızlık… Birçoğumuzun dilinde benzer sözler var: “Hiçbir şeye vaktim yok”, “İçimden hiçbir şey yapmak gelmiyor”, “Tatile çıksam bile dinlenemiyorum.” Oysa dışarıdan bakıldığında her şey yerli yerinde: İşimiz var, sağlığımız yerinde sayılır, çatımız başımızda… Ama içimizde bir eksiklik, bir yorgunluk, adı konulamayan bir huzursuzluk var. Peki neden?
Bu yazı, bir dönemin hastalığı olan tükenmişlik üzerine. Psikolojik bir terim olarak “burnout” uzun süredir literatürde yer alsa da bugün sokaktaki herkesin derin bir iç çekişinde hissediliyor. Bu bir meslek hastalığı değil artık; bir çağın ruhsal hali. Teknolojinin bizi özgürleştireceği söylendi. Oysa şimdi her bildirimde biraz daha esir düşüyoruz. Uyandığımızda ilk işimiz telefona bakmak; yatarken son işimiz yine ekran.
Modern Dünyanın Sessiz Salgını
Eskiden işler daha yavaş yürürdü. Dükkanlar erkenden kapanır, pazar günleri sokaklar sessizleşirdi. Şimdi her şey açık ama kimse gerçekten ulaşılabilir değil. Sınırsız bilgiye erişiyoruz ama gerçekten anlamıyor; sürekli haber alıyoruz ama yeterince empati kuramıyoruz. Bir tür anlam yorgunluğu içindeyiz.
Modern yaşam bize seçim hakkı sundu: Ne giyeceğimizden ne okuyacağımıza, kiminle konuşacağımıza kadar. Fakat bu bolluk içinde yönümüzü daha mı kolay bulduk? Aksine, seçim yapmanın ağırlığı altında ezilen bir insanlık haline geldik. Her kararda bir “acaba daha iyisi var mı” sorusu, her tatilde bir “keşke daha güzelini seçseydik” pişmanlığı...
İnternet sayesinde birbirimizi daha fazla izliyoruz ama daha az tanıyoruz. Başkalarının başarılarını, seyahatlerini, ilişkilerini izlerken, kendi hayatımıza olan inancımızı kaybediyoruz. Hep bir şeyler eksikmiş gibi… Oysa çoğu zaman başkalarının gösterdiği mutluluk, sadece bir filtreyle parlatılmış gerçeklik. Bu sahte vitrinlerin içinde kendi hayatımızı değersiz sanıyoruz ve sonunda: “Ben neredeyim?” sorusu kalıyor geriye.
Tükenmişliğin bir diğer nedeni de iş dünyasındaki tempo. “Kariyer yapmalısın”, “Daha çok çalış, daha iyi yaşa” diyorlar. Ama gerçekten daha mı iyi yaşıyoruz? Kurumsal hayatın toplantıları, hedefleri, sürekli ölçülen performansları arasında, çalışanlar artık birer rakama dönüştü. Kimse "nasılsın" diye sormuyor; "hedeflerini tutturdun mu" diye soruyorlar.
Bir zamanlar insanları yoran ağır beden işiydi. Şimdi bizi yoran belirsizlik, değersizlik ve yetersizlik hissi. Kendi değerimizi “başardıklarımız” üzerinden ölçmeye başladık. Oysa bazı günler sadece hayatta kalmak bile büyük bir başarı.
Çocuklar Bile Yoruluyor Artık
Tükenmişlik artık yetişkinlere özgü değil. 7 yaşında bir çocuk, hafta içi okuldan çıkıp etüte, oradan kursa gidiyor. Cumartesi günü bile “boş geçmesin” diye etkinlikten etkinliğe koşuyor. Oyun oynaması gereken yaşta, “verimli olması” bekleniyor. Bu kadar erken yaşta dayatılan “başarılı olma” baskısı, nesiller boyu sürecek bir yorgunluğun temellerini atıyor.
Kendimizi Ne Zaman Dinleyeceğiz?
Peki çözüm ne? Tükenmişlik sadece bireysel değil, toplumsal bir sorun. Herkesin biraz yavaşlamaya, gerçekten dinlenmeye ve en önemlisi “kendi sesini duymaya” ihtiyacı var. Bu da ancak dışarıya değil içeriye yönelerek olur.
Belki de her gün 10 dakikamızı sessizliğe ayırmakla başlamalıyız. Kendimize şu basit ama derin soruları sormalıyız:
Gerçekten ne istiyorum?
Neden bu kadar koşturuyorum?
Bu yorgunluğun bana ne anlatmak istediğini dinliyor muyum?
Yavaşlamayı Cesaret Saymak
Yavaşlamak bir zayıflık değil. Aksine, bu çağda yavaşlamak bir cesaret işidir. Çünkü dünya hızlı dönerken, kendi hızını belirlemek insanı özgürleştirir. Tükenmişliğe karşı koymanın ilk adımı, kendini olduğu gibi kabul etmekten geçer. Her zaman güçlü olmak zorunda değiliz. Her zaman üretmek zorunda değiliz. Bazen sadece “olmak” yeterlidir.
Hepimiz Aynı Hikâyedeyiz
Bu yazıyı okurken başını sallayan, içini çeken, kendini bulan herkes bilsin ki yalnız değil. Tükenmişlik, sadece senin sorunun değil. Bu, çağın hepimize yüklediği ortak bir yorgunluk. Ama iyi haber şu: Bu yorgunluğu fark eden ve üzerine düşünen herkes, iyileşmenin de kapısını aralamış olur.
Kendinize bir iyilik yapın. Bugün her şeyden 15 dakika kendinize zaman ayırın ve hiçbir şey yapmadan durun. Gökyüzüne bakın, bir bardak çay alın, yürüyün, yazın… Hayat, sadece hedeflerden ibaret değil. Bazen durup sadece nefes almak bile yeterlidir.
Çünkü hepimiz çok yorgunuz. Ama bu hikâyeyi birlikte değiştirebiliriz. Allah’a ısmarladık hoşça kalın…
Aydın Benli
Siyaset Bilimci Yazar