Dünya siyasetinde dengeler artık eski alışkanlıklarla açıklanamayacak kadar karmaşık bir hal aldı. Soğuk Savaş sonrası tek kutupluluk illüzyonu hızla dağılırken, Washington’un askeri ve ekonomik üstünlüğü devam etse de bu üstünlüğün kalıcı olmadığını gösteren çok sayıda işaret var.Çin, son kırk yılın en dikkat çekici hikâyesini yazdı. Yalnızca ekonomik büyümesiyle değil, yüz milyonları fakirlikten orta sınıfa taşıma başarısıyla tarihe geçti. Bu, Batı’nın sanayi devriminden bu yana görülmemiş bir toplumsal dönüşüm. Pekin bugün sadece üretim kapasitesiyle değil, teknolojideki atılımı ve Avrasya’ya yayılan yeni bağlantı ağlarıyla da öne çıkıyor.ABD ise hâlâ askeri güç bakımından tartışmasız lider konumunda. Dünya ticaretindeki payı da küçümsenecek düzeyde değil. Ancak Latin Amerika’da, Asya’da ve Afrika’da Amerikan etkisinin sorgulandığı, hatta kimi yerlerde reddedildiği görülüyor. Demokrasi ve insan hakları söylemleri uzun süre dış politikanın aracı olarak kullanıldı; fakat bu söylemler artık gelişmekte olan toplumlarda bir baskı aracı olarak algılanıyor. Bu da Washington’un yumuşak gücünü aşındırıyor.Avrupa Birliği ise iç bütünlüğünü korumaya çalışırken, NATO üzerinden güvenlik mimarisini ayakta tutuyor. Soğuk Savaş boyunca tarafsız görünen İsveç gibi ülkelerin bile NATO’ya yönelmesi, Rusya tehdidinin Batı’da nasıl algılandığını gösteriyor. Ancak Avrupa’nın kendi içinde ortak bir jeopolitik vizyon geliştirmekte zorlandığı açık. Almanya’nın enerji bağımlılığı, Fransa’nın Afrika’daki kayıpları, Polonya ve Baltık ülkelerinin Rusya korkusu, bütünün parçalı bir görünüm sergilemesine yol açıyor.Bu tabloda Türkiye farklı bir yere oturuyor. Bir yandan NATO üyesi olarak Batı ittifakının içinde, diğer yandan Avrasya’daki krizlerde kendi manevra alanını genişleten bir aktör. Savunma sanayiindeki sıçrama bunun en somut göstergesi: On yıl önce birkaç milyar dolarla sınırlı olan silah ihracatı bugün on milyar doları aşıyor. Türkiye artık silah ithalatçısı değil, üreticisi ve ihracatçısı bir ülke. Kendi tankını yapan altı ülkeden biri olması ya da beşinci nesil savaş uçağı projesini yürütmesi bu dönüşümün boyutlarını gösteriyor.Bu başarı yalnızca teknolojik bir ilerleme değil; aynı zamanda dış politikada özerkliğin ve caydırıcılığın da ifadesi. Azerbaycan’ın Karabağ’da elde ettiği üstünlükte Türk savunma sanayi ürünlerinin rolü, bu gerçekliği tüm dünyaya hatırlattı.
Önümüzdeki yıllar, Batı ile Doğu arasında değerler üzerinden değil çıkarlar üzerinden şekillenen yeni bir mücadeleye tanık olacak. Ukrayna savaşı bunun sadece başlangıcı. Orta Doğu’da, Asya-Pasifik’te ve Afrika’da yeni gerilimlerin kapıda olduğunu söylemek abartı olmayacaktır.Türkiye’nin bu fırtınalı ortamda kendisini nerede konumlandıracağı belirleyici olacak. Atlantik ile Avrasya arasında sıkışmış bir jeopolitiğe sahip ülkemizin, akılcı bir stratejiyle her iki tarafla da ilişkilerini sürdürürken kendi bağımsız gücünü artırması şart. Çünkü önümüzdeki 5–10 yıl, yalnızca küresel dengeleri değil, Türkiye’nin gelecekteki rolünü de tayin edecek.