Mart 2025’te Tacikistan’ın Özbek Türk nüfusunun yoğun olduğu Hocend şehrinde Kırgızistan ve Özbekistan’ın katılımıyla gerçekleştirilen zirve, Orta Asya için tarihi bir dönüm noktası olabilir. Bu zirvede yıllar süren küçük ve orta ölçekli çatışmalardan sonra Tacikistan ve Kırgızistan, Tanrı Dağları’nın güneyinde Türkistan Sıradağları’ndaki Sovyet mirası girift sınırları ile ilgili bir mutabakata vardıklarını ilan ettiler.
Fakat bu zirve kadar, onun arka planındaki karmaşık tarihî katmanlar da bölgenin geleceği açısından belirleyicidir. Fergana Vadisi’ndeki sınır sorunları, etnik gerilimler, dinî hareketler ve tarihî kimlik mücadeleleri bize sadece bugünün değil, geçmişin de çözülmemiş düğümlerini hatırlatıyor.
Fergana Vadisi, münbit arazisi ve kültürel zenginliğiyle tarih boyunca Orta Asya’nın kalbi olmuştur. Bugün üç ülke — Kırgızistan, Özbekistan ve Tacikistan — arasında bölünmüş olan bu verimli vadi, aslında coğrafî, kültürel ve iktisadî bir bütünlük arz eder. Ancak 19. yüzyılda başlayan Çarlık Rusyası ve ardından Sovyet işgaliyle bu millî birlik, işgalciler tarafından planlı bir şekilde parçalanmıştır.
Fergana Vadisi, tarih boyunca önemli bir siyasî ve kültürel merkez olmuştur. Özellikle Hokand Hanlığı’nın merkezi olarak, 18. ve 19. yüzyıllarda bölgenin iktisadî ve askerî gücü konumundaydı. Hokand merkezli devletin hükümdarı tahta çıktığında Şahımerdan’da kılıç kuşanma merasimi yapardı. Şahımerdan’da bulunan ve Hz. Ali’ye atfedilen türbe, bölgenin manevi önemini simgeler. Buradaki tören, hem dinî hem de siyasî meşruiyetin bir ifadesidir. Bu törenler, Fergana’nın sadece coğrafî değil, aynı zamanda manevî ve kültürel bir merkez olduğunu gösterir.
Bu bölgenin işgali Çarlık Rusyası için hep sorun olmuş, işgale karşı millî ve dinî hareketlerin merkezi hâline gelmiştir. 1917 Ekim İhtilali ile bölgede kurtuluş ümitleri artmış, Kızıl Ordu’nun gelişiyle beraber 1924’e kadar en şiddetli mukavemet burada yaşanmıştır. Ancak işgal düzeni yeniden kurulunca, burada Rus ve Ermeni askerleri Orta Asya’daki en vahşi katliamları ve zulümleri gerçekleştirmiştir.
İşgal düzeninin tesis edilmesiyle birlikte Sovyet rejiminin hedefi bu millî ve dinî birliği parçalamak olmuştur. Özellikle Stalin’in Türkistan’da yürüttüğü sosyal mühendislik projeleri kalıcı etkiler doğurmuştur. Önce “Türkistan” adı “Orta Asya” olarak değiştirilmiş, ardından millî kimliği bozmak üzere beş ayrı Türk ulusu tanımlanmış ve binlerce yıldır Türklerle iç içe yaşayan İranî unsurlar ‘Tacik’ kimliğiyle yeniden inşa edilmiştir.
Halbuki tarihte ilk defa Türk adının ‘Türüg’ olarak geçtiği Bugut ve Hüys Tolgoy yazıtları 580’li yıllarda bugünki Taciklerin atalarının dili Soğd dilinde Göktürkler tarafından dikilmiştir. Ünlü Orhun yazıtları bunlardan takriben 140 sene sonra yapılmıştır.
Stalin’in Orta Asya’daki sınır mühendisliği, özellikle Fergana Vadisi’ni yapay sınırlarla üç ülkeye ayırdı. Bu bölünmenin ardında yatan amaç, etnik gruplar arasında çatışma alanları oluşturarak bölgeyi Sovyet Rus kontrolüne daha bağımlı kılmaktı. Aynı köyün bir tarafı Kırgız, diğer tarafı Tacik veya Özbek olarak sınıflandırıldı. Su kanalları, meralar, mezarlıklar tel örgülerle ayrıldı. Köyler sınır ötesinde kalırken, tarlalar başka bir ülkeye bağlandı. Sovyetler Birliği devam ettiği müddetçe bu bir sorun teşkil etmedi; ancak Sovyet düzeninin çöküşüyle bu yapı, bölge için felakete dönüştü.
Enklav ve eksklavların yoğunluğu bu yapaylığın en somut delilidir. Özellikle Batken ve İsfara çevresindeki Voruh ve Soh gibi enklavlar, son 30 yılda defalarca silahlı çatışmalara sahne olmuştur. Bu çatışmalar sadece sınırlarla değil, su, mera ve elektrik gibi temel ihtiyaçlar üzerindeki mücadeleyle ilgilidir. Şahımerdan da bugün Kırgız topraklarıyla çevrili bir Özbek enklavı olarak, bir zamanlar üstlendiği birleştirici rolünü yitirmiştir.
Tacikistan, 1991 sonrası Sovyetler’in çöküşüyle bağımsızlığını kazansa da, iktidar yapısı eski komünist elitlerce muhafaza edilmiştir. Bu kadrolar, Sovyet döneminden miras aldıkları otoriter yönetim anlayışı, dinî yaşama baskılar ve ayrımcı politikalarla hükmetmeye devam ettiler. Camiler kapatıldı, başörtüsü ve sakal yasaklandı, Ramazan’da kamu görevlilerinin oruç tutmaları engellendi. Yani, Sovyet tipi laik ve baskıcı sistem, yeni bir ulusal kimlik inşasıyla birleştirildi.
Bu iç baskıları örtmek için Fergana Vadisi’ndeki sınır krizleri sık sık gündeme getirildi. 2021 ve 2022’de yaşanan Kırgız-Tacik sınır çatışmaları yüzlerce can kaybına ve sivilin yerinden edilmesine sebep oldu. Bu çatışmaların arkasında, Rus askerî üslerinin bulunmadığı Kırgızistan’a yönelik dolaylı baskının Tacikistan üzerinden uygulandığı da ileri sürülmektedir. Ancak Kırgızistan’ın Türkiye’den temin ettiği insansız hava araçları bu çatışmalarda önemli bir üstünlük sağladı.
Mart 2025’te Hocend’de düzenlenen zirve, bu çatışmaları sonlandırma iddiası taşıyordu. Kırgızistan, Tacikistan ve Özbekistan liderlerinin katıldığı zirvede, girift sınırların tanımlanması, üçlü sınır noktasının tespiti ve “Ebedî Dostluk Beyannamesi”nin imzalanması önemli adımlardı. Ayrıca CASA-1000 enerji hattının bir parçası olan Datka–Soğd enerji hattı da başlatıldı. Vatandaşlar ve turistler için ortak vize uygulaması gündeme getirildi; fakat bu konuda herhangi bir somut adım gelmedi.
Bu teknik ve diplomatik kazanımlar, sosyokültürel hafızanın parçalanmışlığını ortadan kaldırmak için yeterli değildir. Bugünkü sınırlar, bu halkların tarihî birlikteliğini silmeye yetmez. 19. yüzyıldan itibaren Rus işgaline karşı yükselen Türkistan millî direniş hareketleri, bu birliğin en güçlü delilidir.
Basmacı Hareketi, Sovyet Rusyası tarafından “haydutluk” olarak yaftalansa da aslında millî bir bağımsızlık mücadelesiydi. Bu direnişin içinde yalnızca Özbekler ve Kırgızlar değil, Tacikler de yer aldı. O dönemde insanlar kendilerini “Türkistanlı” ve “Müslüman” olarak tanımlıyorlardı. Ortak dil değil, ortak inanç ve vatan duygusu ön plandaydı.
1898’deki Dükçi İşân hareketi, Fergana’da Ruslara karşı düzenlenen büyük kıyamların başında gelir. Hareketin lideri Nakşibendî tarikatına mensup Sabiroğlu Muhammed Ali, halk arasında Dükçi İşân olarak bilinir. Bu harekette sonradan Özbek olarak adlandırılacak olan Sart Türkleri, Kırgızlar ve Tacik köylüler birlikte yer aldı. Dükçi İşân’ın çağrısı nettir: “Biz Türkistan halkıyız; dinimize, toprağımıza ve namusumuza sahip çıkıyoruz.” Bu kıyam, Ruslar tarafından kanla bastırıldı; Dükçi İşân ve beş dava yoldaşı idam edilirken, yüzlerce taraftarı Sibirya’ya sürüldü. Sürgün edilenler arasında Kırgız ozanı Toktogul Satılgan da vardı. Dükçi kelimesi bir mesleğe, İşân ise tarikat liderliğine işaret eder. Bu şahsiyet, Türkiye’de millî mücadelenin simgelerinden olan Sütçü İmam’ı hatırlatır.
Sovyet rejimi, bu millî birlik duygusunu tehlikeli gördüğü için halkı dil üzerinden ayrıştırdı. Tacik dili, yüzyıllarca iç içe yaşadığı Türk lehçelerinden izole edildi. Arap harfleri kaldırıldı, önce Latin, sonra Kiril alfabesi getirildi. Türkistan’ın ortak hafızası eğitimden silindi. Bu ayrımcı politikalar, bugünkü kopuşun temelini oluşturdu.
Bugün Türk Devletleri Teşkilatı (TDT), Azerbaycan’dan Kırgızistan’a kadar geniş bir coğrafyada Türk dünyasını bir araya getirirken, Tacikistan bu yapının dışında kalmaktadır. Oysa Tacikistan, tarihî Türk devleti Buhara Emirliği’nin doğusundaki bölgeden oluşmuştur. Nüfusunun yaklaşık dörtte biri Özbek’tir. Hocend, İsfara, Pençekent gibi şehirlerde yoğun Türk nüfusu yaşamaktadır. Ayrıca Enver Paşa’nın Sovyet Rus işgaline karşı mücadelede şehit düştüğü Ceğen Tepesi de bugün Tacikistan sınırları içindedir.
Tacikistan, Sovyetler döneminin ulus inşası politikalarının bir devamı olarak kendini İranî Fars kimliğine dayandırmakta ve siyasî olarak Rusya’ya derin bağımlılık göstermektedir. TDT’ye katılım, bu dengeyi sarsabileceği gibi, içerideki baskıcı laiklik uygulamaları da TDT’nin ortak kültür ve inanç ilkeleriyle çelişmektedir.
Hocend Zirvesi, diplomatik düzeyde olumlu bir adım olsa da, gerçek barış sınır taşlarıyla değil, tarihî hafızayla inşa edilir. Tacikistan yönetimi, halkını Sovyet dönemi korkularıyla değil, Türkistan’ın ortak tarihine dayanarak yönetseydi, bugün daha barışçıl bir Orta Asya’dan bahsedebilirdik.
Fergana Vadisi’nde insanlar hâlâ sınır kontrollerinden, mayınlardan korkarak yaşıyor. Oysa bir zamanlar bu vadide aynı pazarda dua eden, düğün yapan, işgalcilere karşı omuz omuza millî mücadeleye katılan halklar yaşıyordu.
Tacikistan’ın tarihî hafızasını hatırlaması, Türk dünyasıyla kuracağı ilişkileri değiştirebilir. TDT üyeliği belki bugün mümkün görünmeyebilir; ama tarihî bağları hatırlamak, yeni bir iş birliği zemini hazırlayabilir.
Sonuç olarak, sınırlar haritalarla çizilir ama gönül birliği tarih ve ortak hafıza ile kurulur. Türkistan halkları, hangi dili konuşursa konuşsun, ortak bir geçmişin çocuklarıdır. Bu gerçeği hatırlamak; barışın, adaletin ve aidiyetin anahtarıdır.