8 Ağustos 2025’te Vaşington’da atılan imzalar dünya medyasında “Tarihî Barış” olarak kutlandı. Azerbaycan ve Ermenistan liderleri, ABD Başkanı Donald Trump’ın ev sahipliğinde önemli mutabakatlar imzaladı. Uzun yıllardır süren Ermenistan-Azerbaycan çatışmasında yeni bir sayfa açıldığına dair umutlar yeşerdi.
Ancak bu zaferin gölgesinde Türk Dünyası için maalesef büyük bir tehlike, hatta bir tuzak saklı olabilir. Zengezur koridoru, yıllardır Türkiye’nin Türk Dünyası ile kara bağlantısını sağlayacak bir hayaldi. Bugün bu hayalin anahtarı, bariz bir şekilde Vaşington’a teslim ediliyor.
ABD’nin “Trump Yolu” (TRIPP) projesiyle açılan koridor, kontrolü ve güvenliği belirsiz bir Amerikan namlusu haline dönüşmekte. Statü muğlak, koridorun güvenliği ABD’nin elinde, Türkiye’nin ve Türk Dünyası’nın stratejik bağımsızlığı ise ciddi biçimde tehlikede. Bu “anahtar”, kapıyı açmak içindir; ancak tapu değil.
AGİT Minsk Grubu feshediliyor, “işlevsiz bürokrasi” bahanesiyle bölgedeki denge mekanizması ortadan kalkıyor. ABD, tek hâkim güç olmanın zeminini hazırlıyor. Rusya masadan kovuldu ama bölgedeki etkisini kaybetmedi. Türklerle barışmaya karşı çıkan Ermeni Taşnaklar, Karabağ Çetesi ve Kilise gibi unsurlar hâlâ varlıklarını sürdürüyor. Zaman zaman Paşinyan’ı Türk olmakla suçlayan bu gruplar, Rusya’nın bölgedeki beşinci kol faaliyetlerini üstlenebilir.
Paşinyan yönetimi, Batı desteği uğruna ülkesinin stratejik arterini ABD’ye bırakıyor. Bu klasik asimetrik bağımlılık: Borç veren taraf, her zaman borç alanın kaderini belirler. Koridorun belirsiz sınırları ve egemenlik devri, ileride kriz çıkarma kartı olarak saklanıyor.
Türkiye, Kafkasya’da açılan bu stratejik kapıyı Vaşington’a teslim ederken, Batı’da da Amerikan askerî varlığı Kıbrıs ve Batı Trakya’da artıyor. ABD’nin bölgedeki üsleri, gözlem noktaları ve personeli, Türkiye’nin etrafını kuşatan güçlü bir Amerikan askerî ağı anlamına geliyor.
Bitmeyen “Müttefik Kazıkları” – 75 Yıllık Kronoloji
Tarih, iyi niyetle atılan adımların bazen en büyük tuzaklara dönüşebileceğini hatırlatır. 1946 ve akabinde Rusya’nın Türkiye’ye ültimatom vererek doğu sınırlarında Ermenistan ve Gürcistan lehine sınır değişiklikleri talep etmesi, Doğu Karadeniz’de Rize, Trabzon, Artvin ve Giresun’u içine alan Doğu Lazistan ve Ordu, Samsun ve Tokat ilinin bir bölümünü içine alan Batı Lazistan gibi Gürcistan Sovyet Cumhuriyeti lehine özerk bölgeler kurulması plânları, Moskova’nın toprak iştahının hiçbir zaman bitmediğini göstermekteydi.
İşte Rusya’nın bu toprak iştahı ve Türkiye aleyhine yayılmacı eğilim ve tehditleri neticesinde Türkiye Batı ittifakının içinde kendine yer bulmak zorundaydı. Türkiye’nin NATO ve ABD ile kurduğu iş birliği, Kore Savaşı’na asker gönderme iradesi gibi kritik kararlarla kendi bölgesel güvenliğini temin etmeyi amaçlamıştır.
Bu tehditler Türkiye’yi Batı ittifakına itti. Kore Savaşı’na asker gönderildi, NATO’ya girildi. Ama kısa sürede anlaşıldı ki, bu “müttefiklik” Türkiye için ağır bedelleri olan tek taraflı bir bağımlılığa dönüşmüştü.
İşte 75 yıllık sicil:
1950’ler–1970’ler
1946 – Sovyet tehdidiyle NATO’ya yöneliş 27 Mayıs 1960 Darbesi 5 Haziran 1964 – Johnson Mektubu: “Sovyetler saldırırsa NATO sizi savunmayabilir” tehdidi 12 Mart 1971 Muhtırası 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sonrası ABD silâh ambargosu1980’ler–1990’lar
12 Eylül 1980 Darbesi – “Bizim çocuklar yaptı” ifadesi 28 Şubat 1997 postmodern darbesi 1991–2003 Çekiç Güç – Kuzey Irak’ta PKK’ya fiilî alan açılması 1992 – Muavenet Muhribi’nin “yanlışlıkla” vurulması 1993 – General Eşref Bitlis’in şüpheli ölümü2000’ler–2010’lar
4 Temmuz 2003 – Irak Süleymaniye Çuval Olayı ABD’nin 907. madde ile Azerbaycan’a destek yasağı ABD Kongresi’nde Ermeni Soykırımı iddialarının kabulü 2013 – Patriot füzelerinin Türkiye’den çekilmesi Suriye’de YPG/PYD’ye binlerce TIR silah yardımı2010’lar–2020’ler
F-35 programından çıkarma Halkbank / Reza Zarrab davası üzerinden ekonomik baskı S400 ve CAATSA yaptırımları İncirlik Üssü üzerinden operasyon izni şantajları 15 Temmuz öncesi Amerikalı istihbaratçıların Büyükada buluşması 15 Temmuz sonrası müttefik görünümlü şantajlar Suriye’nin PKK kolunun terörist elebaşı Mazlum Kobani ve SDG/YPG liderleri, ABD’nin bölgedeki stratejik destekleri sayesinde PKK’nın Suriye’deki etkinliğini artırarak fiili bir devletleşme sürecine doğru ilerlemekteydi. Her ne kadar bu ilişkiler resmi olarak Beyaz Saray’da protokollü kabul şeklinde yansımamış olsa da üst düzey görüşmeler ve iş birlikleri PKK’nın bölgesel güç olma hedeflerine dolaylı yoldan destek sağlamaktadır. Ve tabii ki devam eden silâh ve mühimmat sevkiyatı.
ABD’nin müttefiklik ve iş birliği anlayışının en bariz örneklerinden biri 2 Ekim 1992’de Muavenet (DM-357) adlı Türk muhribini sözde yanlışlıkla vurulmasıydı. Ege Denizi’nde NATO’nun “Display Determination 92” isimli tatbikatında normalde olmaması gereken oldu. Tatbikat sırasında, tatbikat mermisi yerine gerçek Sea Sparrow füzeleri ateşlendi. Muavenet’in komuta merkezi isabet aldı, 5 Türk denizci şehit oldu, 22 kişi yaralandı. Füzelerin ateşlenmesi için birden fazla onay süreci (komuta zinciri) olması gerekirken, olayda bu prosedürlerin uygulanmadığı veya “yanlış anlaşıldığı” belirtildi.
Olay diplomatik krize neden olsa da ABD pişkinlikle “kaza” olduğunu açıkladı, Türkiye ise tatbikat güvenliği ve komuta zinciri konusunda ciddi eleştiriler yaptı. Türk tarafı, “iki füzenin art arda ateşlenmesi”nin basit bir hata olamayacağına dikkat çekti. Sea Sparrow füzelerini ateşlemek için birkaç manuel işlem yapılması gerekir; yanlışlıkla tek füze bile zor ateşlenirken iki füzenin peş peşe atılması olağandışıydı. Bazı emekli askerler, bunun disiplin eksikliği ya da komuta zafiyeti değil, bilinçli bir eylem olabileceğini ima etti.
1992, Soğuk Savaş sonrası dönemde Türkiye’nin bölgesel politikalarında daha bağımsız adımlar atmaya çalıştığı bir dönemdi. Bazı görüşlere göre, bu olay Türkiye’ye “ABD’nin NATO içindeki ağırlığını” hatırlatma mesajıydı. Yani Türkiye’nin bağımsız bir hareketle Balkanlar, Kafkasya, Ortadoğu’da ve Türkistan’da kendi alanlarını oluşturması istenmiyordu.
Ve şimdi bu olaylar zincirine Zengezur koridorunun stratejik damarının Vaşington’a teslimi ekleniyor. İşte bu bağlamda Kafkasya’daki bu yeni düzenlemeler, Türkiye ve Azerbaycan dahil tüm Türk Dünyası için büyük bir stratejik risk olarak ortaya çıkıyor.
Amerika’nın tarihî sicili, Türkiye’ye yönelik ittifak söylemleriyle pratikteki çıkar çatışmaları arasında derin bir uçurum olduğunu gösteriyor. Katıksız Helenist ve Ermeni Hristiyan yanlısı olarak hareket eden derin Evanjelik ABD yapısı, Türk Dünyası için ne kadar güvenilir?
Zengezur’da açılan kapı zafer gibi görünse de aslında Türkiye’nin ve Azerbaycan’ın jeopolitik bağımsızlığını kısıtlayan bir tuzak olabilir. ABD’nin Kafkasya’daki oyunu, sadece bölgeyi değil, tüm Türk Dünyası’nın geleceğini şekillendirme amacını taşıyabilir.
Son aylarda Rusya kamuoyunda nükseden Azerbaycan aleyhtarlığı, yolcu uçağının vurulması, Rusya’da yaşayan Azerbaycanlılara yönelik sürek avı ve tehditler Azerbaycan yönetimini bu mutabakata razı etmiş olabilir. Ancak Türkiye’nin tarihî deneyimleri, iyi niyetle atılan adımların nasıl ağır bedeller doğurduğunu ispat etmiştir. Bugün Türkiye ve Türk Dünyası, bu deneyimlerin ışığında uyanık olmalı, kendi çıkarlarını Vaşington ve başka güçlerin insafına bırakmamalıdır.