Çağrı filmi, 45 yıl aranın ardından tüm Türkiye'de tekrar izleyiciyle buluşuyor. Tüm Müslümanların gönlünde ayrı bir yeri olan film, restore edilerek 4K çözünürlükte görüntü ve 2D dijital ses kalitesiyle yenilendi. Restorasyon ve revizyon çalışmaları, ABD'li yönetmen Mustafa Akkad'ın oğlu, yapımcı Malek Akkad ve Trancas International ekibi tarafından yürütüldü ve yaklaşık iki yıl sürdü.
Geçen 45 yıl içinde birçok İslam tarihi filmi çekilmiş olsa da hiçbiri Çağrı’nın başarısını yakalayamadı. Sinema teknolojisinin gelişmesine rağmen bu muhteşem yapıtın üzerine henüz bir başyapıt konulamadı.
Her ne kadar İran yönetimi, 2015 yılında ülkenin önde gelen yönetmenlerinden Mecid Mecidî’ye 30 milyon dolar bütçe sunarak "Hz. Muhammed'in Hayatı" filmini yaptırmış olsa da ve bu film tüm son teknolojiyi, sosyal medyayı ve reklamı en üst seviyede kullanarak çağdaş yapımlar arasında yer alsa da, hiçbiri 1977 yılında gösterime giren bu efsanevi film kadar ilgi görmedi.
Peki, bunun sırrı neydi? Gelin, hep birlikte bu sorunun cevabını arayalım.
Bünyesinde birçok ilki barındıran bu şaheserin çekimlerinde yine bir ilk kullanılarak 21:9 oranında çok geniş açılı bir mercekle çalışılmış olsa da, birçok sinema cihazı bu oranı destekleyemediği için film 16:9 formatında gösterilmiş ve bu da kadraj kaybına neden olmuştur. Ancak asıl kadraj kaybı, 1980'li yılların ortalarında TRT’nin filmi ilk kez bir Ramazan günü 4:3 formatında yayınlamasıyla yaşandı. 2000'li yıllara kadar televizyon ekranlarında ve sosyal medya platformlarında hep 4:3 formatında gösterilmeye devam etti. Ta ki, ilk HD restorasyonla 16:9 formatında yayınlanana kadar. Ancak o dönemde bile kompozisyondaki kayıplar hissediliyordu. Bu yüzden filmin dev ekranda izlenmesi elzemdir!
Başka bir ilk ise filmin platosunda aynı anda iki filmin birden çekilmesiydi. Senaryo ve çekim teknikleri aynıyken, yalnızca oyuncular farklıydı. Bu ikinci filme ise El-Risale ismi verildi. Peki, böyle bir uygulamaya neden ihtiyaç duyuldu? Usta yönetmen Mustafa Akkad adeta başına gelecekleri öngörmüş ve Hollywood kökenli oyuncular yüzünden alacağı tepkileri hafifletmek için Müslüman oyuncularla ikinci bir versiyon çekmeyi uygun görmüştü.
Mustafa Akkad, Çağrı filminin çekimlerine 1974 yılında Fas'ta başladı. Ancak Fas hükûmetinin Suudi Arabistan’dan gelen baskılara karşı gelememesi üzerine çekimler yalnızca 15 gün sürebildi. Bunun üzerine yüzlerce kişilik ekip, düzinelerce tırdan oluşan ekipmanla birlikte Libya'ya geçti. Dönemin Libya lideri Muammer Kaddafi, zor durumda kalan yapımcı-yönetmen Akkad’ı ülkesine davet ederek filmi Libya’da çekebileceğini ve sınırsız finansal destek sağlayacağını bildirdi. Böylece, iki yıl süren ve her gün çeşitli coğrafî, iklimsel, finansal, dini ve siyasi sorunlarla mücadele edilerek tamamlanan çekimlerin ardından, sinema tarihine İslam'ın doğuş hikâyesine adanmış muhteşem bir film kazandırıldı.
Sanırım asıl başarının çıkış noktası, Akkad'ın bu destansı filmin senaryosunu teslim ettiği isimde gizli... O kişi, İrlandalı gazeteci, yazar, tiyatro eleştirmeni ve senarist Henry Armitage Llewellyn Craig idi.
Yönetmen Mustafa Akkad, endişelerini giderecek çözümün H.A.L. Craig olduğunu ortak dostlarından öğrenmişti. İslam inancındaki "sûret yasağı"ndan, İslam tarihindeki olayların farklı mezhepler ve kavimler tarafından çok farklı yorumlanmasına kadar her açıdan büyük sorunlara yol açabilecek senaryonun, kesinlikle alanında zeki ve yetkin birine yazdırılması gerektiğinin farkındaydı. Hz. Muhammed’in (S.A.V.) hayatını anlatan bir senaryo yazmak, sıradan bir iş değildi; bu, On Emir gibi bir film çekmeye hiç benzemeyecekti.
Önlerinde büyük bir "sûret/yüz yasağı" bulunuyordu. Üstelik bu yasak yalnızca peygamber için değil, tüm yakın çevresini de kapsıyordu. Ayrıca, İslam'ın doğuş aşamasındaki olaylar, İslam coğrafyasında zaten farklı yorumlandığı için yeni ihtilaflara yol açmadan anlatılmak zorundaydı. Akkad’ın en önemli isteği ise, daha önce çekilen Hristiyanlık filmlerinde Hz. İsa'nın paganizme karşı mücadelesinin işlendiği gibi, İslam'ı anlatırken de putlarla mücadeleyi ve çağ açıp çağ kapatan bir peygamber figürünü somut bir kişilik olarak betimlemekti.
Senaryonun, bütün bu dini ve ideolojik zorlukları aşmasının yanı sıra, dönemin sinema teknikleriyle harmanlanmış olağanüstü bir yapıya sahip olması gerekiyordu. Senarist Craig, yaklaşık dokuz aylık bir çalışmanın ardından Çağrı'nın bilinen senaryosunu tamamladı. Senaryonun en dikkat çekici özelliği, yaşanmışlığı kesin olmayan ve ispatlanamayan olaylara yer vermemesiydi ki, bu yaklaşım Mâtürîdî itikadıyla da örtüşen bir anlayış olarak değerlendirilebilir.
Senarist Craig, Akkad’ın isteği doğrultusunda Ay’ın ikiye bölünmesi, Cebrail ile görüşmeler gibi mucizelere senaryoda yer vermedi. Zaten izleyicilerin edindiği genel izlenim de, filmin kerametler, mucizeler ve masallarla ilgilenmediği, aksine baştan sona sağlam bir zemine oturtulmuş gerçekçi bir anlatı sunduğuydu. Üstelik senaryo, filmin ilk sahnelerinde belirtildiği üzere, Kahire’deki El-Ezher Üniversitesi ile beraber tüm ulemanın onayını da almıştı.
Yine bir ilk olarak, kamera kadrajı tekniğiyle sûret yasağı aşılmış, peygamberin nazarı/bakışları kameranın merkezine yerleştirilerek hem insansı hem de saygı dolu manevi ve duygusal bir anlatım oluşturulmuştu.
Ve unutulmaz Çağrı film müzikleri...
Fransız besteci Maurice Jarre, Oscar ödüllü film müzikleriyle tanınan bir isimdi ve teklif doğrudan ona götürüldü. Ünlü besteci aynı zamanda, konserleriyle dünyayı kasıp kavuran Jean-Michel Jarre’ın da babasıydı.
O dönemde daha cazip teklifler üzerine çalışan Jarre, senaryodan çok etkilenerek teklifi kabul etti. Ancak, anlaşmayı imzalamadan önce yönetmen Akkad’a şu sözleri söyledi:
"Sevgili dostum, ben biraz masraflı bir adamım. Besteninin ücreti dışında bazı özel taleplerim olabilir ve bunlar bütçenizi sarsabilir. Eğer kabul ederseniz, hemen başlayalım."
Akkad, bu zorlu bestecinin isteklerini kayıtsız şartsız kabul edip başka bir talebi olup olmadığını sorunca, Jarre şu yanıtı verdi:
"Sizinle birlikte çölde çekim setinde bulunmak istiyorum. Çölün iklimini ve havasını hissetmem gerek. Bana bir çadır kurmanız gerekecek. Ayrıca, mümkünse Fransızca bir Kur'an temin edin. Çünkü İslam, benim hiç bilmediğim bir dünya. Bir süre bu gizemli dünyanın içine iyice nüfuz etmeliyim."
Paris’e oldukça gergin bir şekilde giden Akkad, aldığı bu olumlu yanıt karşısında büyük bir rahatlama yaşadı ve tarihe geçen şu sözleri söyledi:
"Benim inandığım yaratıcı, bizi bu zorlu yolda asla sahipsiz bırakmayacaktır. Sizi şimdiden temin ederim ki, bu çalışma meslek hayatınızdaki en ayrıcalıklı albümlerden biri olacak."
Maurice Jarre, Çağrı filmi çekilirken (hem Fas’ta hem de Libya’da) seti birçok kez ziyaret etti. Geceler boyu çölü dinledi, yardımcı oyuncu olarak görev alan yerel halkla çöl çadırlarında vakit geçirdi, onların yerel müzik aletleriyle yaptıkları müzikleri büyük bir dikkatle dinleyerek kayıtlar aldı. Ayrıca, çeşitli İslam ülkelerinde Doğu müziği üzerine detaylı araştırmalar yaptı.
Sinemada “birinci sınıf işçiliğe” inanan Akkad, Jarre’ın bestelediği notaların kaydı için dünyanın en iyi orkestralarından birini seçmişti:
Birleşik Krallık’ın dünya çapındaki gururu Royal Philharmonic Orchestra!
Büyük zorluklarla tamamlanan bu başyapıt, artık gösterime hazırdı...
Yapımcı-yönetmen Mustafa Akkad, üç yıla varan olağanüstü bir mücadele ve emek sonucunda tamamlamayı başardığı filmi Çağrı'yı ilk kez 9 Mart 1977 günü ABD’de gösterime soktu. Filmin küresel dağıtımının ikinci önemli ayağı olan İngiltere'de ise 30 Temmuz 1977'de gösterime girecekti. Aynı yılın farklı tarihlerinde Avrupa ülkelerinde de izleyiciyle buluştu.
Türk izleyiciler ise Çağrı’yı, o yıllardaki döviz sıkıntısından dolayı iki yıl gecikmeli olarak izleyebildiler. Film Türkiye’de biliniyor ve büyük bir heyecanla bekleniyordu. Ancak uzun metrajlı bir film olmasına rağmen, o dönemde piyasaya hakim hiçbir dağıtım şirketi, yapımcı Trancas International’ın talep ettiği ücreti karşılayamamıştı. İki yıl süren bu bekleyişin ardından, Sunar Film "Çağrı"yı Türkiye seyircisine muhteşem bir gala organizasyonuyla sunmayı başardı.
Ekim 1979’da Türkiye’ye yalnızca film değil, yönetmen Mustafa Akkad ve başrol oyuncusu Anthony Quinn de geldi. İstanbul-Balmumcu’daki Mimar Sinan Sinema-TV Merkezi'nde düzenlenen galada birer konuşma yaptılar ve ardından filmi Türk sinemacıları ve basın mensuplarıyla birlikte izlediler.
Sunar Film, filmin oldukça zorlu geçecek dublaj süreci için, o dönemin Türk tiyatrosunun ve dublaj sanatının en iyilerinden oluşan bir “rüya ekip” kurdu. Ekipte Âgâh Hün, Abdurrahman Palay, Şener Şen ve Pekcan Koşar gibi usta isimler yer aldı.
Filmin Türkiye için yapılan dublajı o kadar başarılı oldu ki, aradan 43 yıl geçmesine rağmen, Çağrı hangi formatta piyasaya sürülürse sürülsün, daima o klasikleşmiş ses kuşağı kullanıldı. Üstelik dublaj, eski sistem tek kanallı mono kayıt olmasına rağmen hâlâ büyük bir beğeniyle anılmaktadır.
Çağrı ve Batı Medyasındaki Tepkiler
İslam dünyasında büyük ilgi gören Çağrı, Siyonistlerin elindeki Batı medyasında ise aynı şekilde karşılanmadı. Akkad’ın Libya çöllerinde Hz. Muhammed’in mücadelesini anlatan bir film çekmekte olduğu çoktan duyulmuştu. Öte yandan, Suudi Arabistan gibi Vahhabî/Selefî ideolojiye sahip bir dizi Körfez ülkesi filme açıkça karşı çıkıyordu.
1977’nin günümüz değeriyle yaklaşık 350 milyon dolarlık bütçesine sahip olan film, gösteriş açısından Ben-Hur, Spartacus, Quo Vadis ve Kleopatra gibi Hollywood klasiklerinden geri kalmıyordu. Ancak, Batı’nın ünlü sinema dergilerinde kendine yeterince yer bulamadı. Dahası, çıkan haberlerde örtülü bir önyargı hissediliyordu.
Akkad, yaklaşan tehlikeyi çoktan sezmişti. Ancak artık film tamamlanmıştı ve harcanan emeğin hem manevi hem de finansal olarak karşılık bulması gerekiyordu. Bu yüzden Yaradan’a sığınarak, filmi 9 Mart 1977’de New York’un en iyi sinema salonlarında gösterime sundu.
Ancak filmin yıllık gösterim takvimine alınabilmesi için, pek çoğu Yahudi olan sinema işletmecilerine iki kat ödeme yapmak zorunda kaldı.
Filmin Orijinal Adı Neydi?
Çok az sinemaseverin bildiği bir gerçek var:
1977’de vizyona girerken filmin adı “The Message” (Çağrı) değildi.
Filmin orijinal jeneriğinde ve posterlerinde yer alan ilk adı:
"Mohammed: Messenger of God" (Allah’ın Elçisi Muhammed)
Bu yüzden Batı medyasındaki Çağrı’ya yönelik alerji, daha isminden başlayarak kamuoyuna dalga dalga yayıldı.
Amerika’daki Protestolar ve Asılsız İddialar
Filmin gösterime girdiği gün, Amerika’da kıyamet koptu.
Gösterim yapılan sinemaların önünde yüzlerce kişilik protesto grupları toplandı. İlginç olan, bu grupların çoğunluğunu Siyahi Amerikalı “Müslümanlar” oluşturuyordu.
Bunlar, Amerika'da peygamberliğini ilan etmiş olan siyahi lider Elijah Muhammad’in takipçileriydi.
Onlara göre:
“Mustafa Akkad adlı hain Siyonist işbirlikçi, İslam dünyasının en önemli tabusunu yıkmış ve filmde Hz. Muhammed’i Amerikalı aktör Anthony Quinn’e canlandırmıştı!”
Daha da inanılmaz olan, bu asılsız iddianın Siyonist Amerikan medyası tarafından kasten çıkarılmasıydı. Amaç, filmin ticari başarısını kırmak ve Müslüman Amerikalılar arasında popüler olmasını engellemekti.
Akkad, 1973’ten bu yana karşılaştığı engelleri ve sorunları tek tek aşarak tamamladığı emeğinin karşılığını görmeye başlamıştı (!)
Bir hafta sonra çok daha kötü bir olay yaşandı. Filmin gösterimini protesto etmeye kalkışan bir siyahi Müslüman, elinde silahla girdiği bir binada polisle çatışmaya tutuşarak öldürüldü.
Bu olayla birlikte işin içine artık kan da karışmıştı.
Baskılar ve aşağılamalar nedeniyle bunalıma sürüklenen Akkad, aniden filmi gösterimden geri çekti. Üstelik birkaç haftalık gösterimin ona sağladığı kazanç da son derece düşük seviyede kaldı. Bu ağır hayal kırıklığı nedeniyle yaklaşık iki yıl boyunca toparlanamadı.
Daha sonra, filmin senaristlerinden dostu H.A.L. Craig’in önerisiyle, filme yönelik yoğun tepkileri azaltmak amacıyla, filmin orijinal adı olan “Mohammed” ibaresini çıkardı ve ismini "Çağrı" (The Message) olarak değiştirdi.
Bu değişiklik doğrultusunda, milyonlarca dolarlık bir bütçeyle filmin posterleri, fragmanları ve jeneriği yeniden tasarlanıp basıldı.
Filmin Yeniden Gösterimi ve Nihayet Gelen Başarı
Bu revizyonun ardından, 1979 yılında film yeniden izleyiciyle buluştu. O güne kadar pek çok İslam ülkesi ziyaret edilerek, halkın filme karşı ön yargısı giderilmeye çalışıldı.
Her fırsatta şu mesaj verildi:
“Hanımlar, beyler, Anthony Quinn ya da başka bir oyuncu bu filmde Hz. Muhammed’i canlandırmıyor. Lütfen gidin, filmi bir kez izleyin ve kararınızı öyle verin.”
Büyük emeklerle oluşturulan bu kamuoyu sayesinde, ikinci gösterimde nihayet beklenen başarı yakalandı.
Hiçbir sinema otoritesi tarafından Akademi Ödülleri’ne aday gösterilmeyen bu muhteşem başyapıt, artık bütün Müslümanların gönlünde tüm Oscarları toplamış durumda.
Çağrı gibi, ağırlıklı olarak yine Libya devleti tarafından finanse edilen ve 1920-1930'larda Ömer Muhtar önderliğinde Libya halkının İtalyan sömürgeciliğine karşı mücadelesini konu alan Çöl Aslanı: Ömer Muhtar, etkileyici savaş sahneleriyle dikkat çekmiştir. Bu eserin Libya liderinin özel isteği olduğu tahmin edilmektedir.
Kariyerine Hollywood'da devam eden Akkad, korku sinemasının kült serilerinden biri olan Halloween (Cadılar Bayramı) serisiyle büyük bir başarı elde etti.
Bu seri, korku sinemasının duayen yapımcı ve yönetmeni Alfred Hitchcock’un tahtını sarsacak kadar etkili bir yapım olarak değerlendirildi.
Yapımcılığını üstlendiği Halloween serisi, tüm zamanların en iyi korku serileri arasında yer alarak birçok izleyicinin beğenisini ve takdirini kazanmayı başardı.
Mustafa Akkad, hayatının son on yılını Selahaddin Eyyubî’nin hayatını konu alan bir film için sponsor arayarak geçirmiştir. Bu proje kapsamında İstanbul Büyükçekmece’de bir film platosu kurmuş, ancak yeterli sponsor bulamadığı için ABD’ye geri dönmek zorunda kalmıştır.
İslâm dünyasına sinema tarihindeki en büyük ve en unutulmaz görsel armağanlardan birini sunan Mustafa Akkad, 11 Kasım 2005 günü, kızı Rimâ ile birlikte bir yakınının düğününe katılmak üzere Ürdün’ün başkenti Amman’daki oteline giriş yaparken, El Kaide örgütünün otele ve çevresine düzenlediği bombalı saldırıda ensesine isabet eden bir şarapnel parçasıyla ağır yaralandı.
Rimâ, saldırı anında hayatını kaybetmişti. Onu enkazın içinde bulduklarında, tanınmaz haldeydi. Akkad ise Ürdün’deki bir hastaneye apar topar kaldırıldı.
Birkaç gün boyunca sahipsiz bir şekilde komada kaldıktan sonra hayatını kaybetti. Kimliği, günler sonra, kendisi ve kızını arayan Amerikalı eşi Patricia Akkad tarafından morgda teşhis edildi.
Cenazesi, dönemin Suriye başbakanı ve Savunma bakanıyla ile Ürdün Kültür bakanın katıldığı törenle Halep'te büyük bir kalabalığın eşliğinde halep El-Cezire kabristanlığına defnedildi.
14/Nisan/2022
Aysun 3 yıl önce
Adem KURUN 3 yıl önce
Hayati Yaman 3 yıl önce
Hayati Yaman 3 yıl önce
Aramızdaydın zaten ama yazar olarak da yanımıza hoş geldin Oğuzhan Bey kardeşim.
Ne iyi ettin de geldin ve dev bir külliyatı yeniden hayatımıza soktun.
Allah var ya geçen akşam aklımdan geçirmiştim "Acaba bu Ramazan da herhangi bir kanalda Çağrı filmi oynuyor mudur?" diye... Film hakkında perde arkasında ve sonrasında yaşananları muhteşem bir şekilde özetlemişsin. Emeğine sağlık.
Yeni versiyonunu merakla bekliyoruz artık...
Tekrar hoş geldin aramıza...