45 Yıl Aranın Ardından "Çağrı" ya Tekrar Merhaba

14-04-2022

Uzun bir süredir Eura24 yazarlarımızdan Hayati Yaman bey’in “Genel Yayın Yönetmeni olarak sende bu mecrada mutlaka yazmalısın” markajına, merkezi Almanya/Köln’de bulunan çatı kuruluşumuz Uluslararası Gençlik ve Eğitim Platformunun (UGEP) yoğun çalışmalarını mazeret göstersemde, ülke genelinde yarın yaşayacağımız gelişmenin heyecanıyla herkese merhaba . 

Çağrı" filmi 45 yıl aranın ardından tüm Türkiye'de tekrar izleyiciyle buluşuyor. Tüm Müslümanların gönlünde ayrı bir yeri olan film restore edilerek  4K çözünürlükte görüntü ve  2D dijital ses kalitesiyle yenilendi. Restorasyon/revizyon ABD'li yönetmen Akkad'ın oğlu yapımcı Malek Akkad ve Trancas Intenational'ın çalışması ile iki yıla yakın sürdü. Geçen 45 sene içerisinde bir çok islam tarihi filmi çekilsede hiç biri Çağrı’nın başarısını yakalayamadı. Bu muhteşem yapıtın üzerine bunca gelişen sinema teknolojisine rağmen henüz bir başyapıt konulamadı. Her ne kadar İran yönetiminin, 2015 yılında ülkenin önde gelen yönetmeni Mecid Mecidî'ye 30 milyon Dolar bütçe sunarak yaptırdığı "Hz. Muhammed'in Hayatı" filmi,  tüm son teknolojiyi,sosyal medyayı ve reklamı son raddesine kadar kullanan çağdaş yapımlar arasında yer alsada hiçbiri, 1977 yılında gösterime giren bu muhteşem film kadar ilgi görmedi O zaman işin sırrı neydi? Bu sorunun cevabını hep birlikte aramaya başlayalım;

Bünyesinde bir çok ilki de barındıran bu şaheserin çekimlerinde yine bir ilk kullanılarak 32/9 oranında çok geniş açılı bir mercekle tamamlansada, bir çok sinema cihazı bu oranı karşılayamadığı için 16/9 formatında göstererek kadraj kaybına neden olmuştur.Ama asıl kadraj kaybı 80 li yılların ortalarında TRT nin ilk kez yine bir Ramazan günü yayınladığı 4/3 formatıyla yaşandı,2000 li yıllara kadar hep 4/3 formatında tv ekranlarında ve sosyal medya platformlarında gösterildi.Ta ki ilk HD restorasyonla 16/9 yayınlanana kadar. Orda bile aslında komposiyonda yaşanan kayıplar hissedildi. Bu yüzden filmin dev ekranda izlenilmesi elzemdir!

Başka bir ilk ise filmin platosunda aynı anda 2 film birden çekilmesiydi. Senaryo, çekim teknikleri aynıyken, sadece oyuncular farklıydı.Bu ikinci film ise EL-Risale ismi verildi. Peki neden ihtiyaç vardı böyle bir uygulamaya? Usta yönetmen adeta başına gelecekleri öngörmüş ve Hollywood asıllı oyuncular yüzünden alacağı tepkiyi dindirmek için Müslüman oyuncularla gelişebilecek olumsuzlukları dindirmek istemiştir.

Yönetmen Mustafa Akkad, "Çağrı"nın çekimlerine 1974 yılında Fas'ta başladıysa da, Fas hükûmetinin Suudi Arabistan'dan gelen baskılara karşı gelememesi üzerine çekimleri ancak 15 gün sürdü ve yüzlerce kişilik ekip, düzinelerce tırdan oluşan ekipmanla birlikte Libya'ya geçti. Dönemin Libya lideri Kaddafi,o an zor durumda kalan yapımcı-yönetmen Akkad'ı ülkesine davet etmiş ve filmi kendi ülkesinde çekebileceğini, ayrıca sınırsız finansal destek vereceğini bildirmişti. İki yıl süren ve her gün çeşitli coğrafî, iklimsel, finansal, dini ve siyasi sorunlarla boğuşularak sürüp giden çekimlerin ardından da sinema tarihinde İslâm'ın doğuş hikayesine adanmış muhteşem bir film ortaya çıkacaktı.

Sanırım asıl başarının çıkış noktası Akkad'ın bu destansı filmin senaryosunu teslim ettiği isimde gizli... O kişi, İrlandalı gazeteci, yazar, tiyatro eleştirmeni ve senarist H.A.L. Craig'di.

 Yönetmen Mustafa Akkad endişlerini giderecek  çözümün , H.A.L. Craig ‘de  olduğunu ortak dostlarından öğrenmişti. İslâm inancında "sûret yasağı"ndan, İslâm tarihindeki olayların pek çoğunun o coğrafyadaki kavimler ve mezhepler tarafından çok farklı  yorumlanışına/algılanışına kadar, her açıdan büyük bir probleme yol açabilecek senaryonun kesinlikle alanında zeki birine yazdırılmasının farkındaydı. Hz. Muhammed’(S.A.V.)in üzerine öyle sıradan bir senaryo yazmak ve "On Emir" filmi gibi bir film çekmeye hiç benzemeyecekti.
En başta önlerinde büyük bir "sûret/yüz yasağı" bulunuyordu. Üstelik bu yasak yalnızca peygamber için değil, tüm yakın çevresinide kapsamaktaydı! Ayrıca, İslâm'ın doğuş aşamasındaki olaylar, İslâm coğrafyasında zaten farklı yorumlandığı için üstüne yeni ihtilaflara yol açmadan anlatılmak zorundaydı. Akkad'ın en önemli bir isteği ise daha önce çekilen Hristiyanlık filmlerindeki Hz. İsa'nın paganizme karşı giriştiği mücadele gibi  her türlü putlarla savaşıp, çağ açıp çağ kapatmış, son derece somut bir kişilik olarak betimlenmesiydi. Yazılacak bu senaryo, bütün bu dini / ideolojik sorunları çözecek, üstüne de o dönemin yüksek bir sinema tekniğini ekleyecek enfes bir karışım içermeliydi Senarist Craig, yaklaşık 9 aylık bir çalışmanın sonunda, "Çağrı"nın bilinen senaryosunu yazıp bitirdi. Senaryonun en dikkat çekici özelliği ise, yaşanmışlığı kesin olmayan ve ispatlanamayan olaylara yer vermemesiydi ki aslına bu düşünce birazda Maturudi itikadıyla yakın ilişkili olarak da değerlendirilebilir. Senarist Craig, Yönetmen Akkad’ın isteği doğrultusunda Ay’ın ikiye bölünmesi, Cebrail ile görüşmeler gibi mucizeler kısmına hiç girmemişti. Zaten izleyenlerin edindiği intiba, anlatının; kerametlerle, mucizelerle, masallarla hiç işi yoktur, senaryonun ayakları ilk dakikadan son dakikaya kadar yere son derece sağlam basar.Üstelik senaryo, filmin ilk saniyelerinde de belirtildiği üzere; Kahire’deki El Ezher üniversitesi ulemasının onayını da almıştı.
Yine bir ilk ise; Kamera kadrajı tekniğiyle suret yasağı aşılmış, Peygamberin Nazarı/Bakışları kameranın ortası olarak kullanılarak hem insansı hemde saygı dolu manevi ve duygusal gösterim oluşturulmuştu 

Ve unutulmaz çağrı film müzikleri;

Fransız besteci Maurice Jarre yaptığı oskarlık film besteleriyle dikkat çektiği için teklif doğrudan ona götürüldü.Ünlü besteci aynı zamanda konserleriyle dünyayı kasıp kavuran Jean-Michelle Jarre ‘in da babası.O günlerde daha cazip teklifleri değerlendirmekle meşgul olan besteci senaryodan çok etkilenerek teklifi kabul eder...Eder etmesine de aynı zamanda ekler;”Sevgili dostum, ben biraz masraflı adamım,bestenin parası dışında farklı isteklerim sizin bütçenizi sarsabilir, kabul ederseniz hemen başlayalım” Yönetmen Akkad bu zorlu bestecinin isteklerini kayıtsız şartsız kabul edip başka isteklerini sorunca, Besteci Jarre:” Sizinle birlikte çölde çekim setinde bulunmak istiyorum,çölün o iklimini ve havasını hissetmem gerek bana bir  çadır kurmanız gerekecek, birde mümkünse Fransızca Kuran temin edin çünkü İslâm, benim hiç bilmediğim bir dünya, bir süre bu gizemli dünyanın içine iyice nüfuz etmeliyim…” Paris’e oldukça gergin bir şekilde ulaşan Akkad, aldığı bu olumlu cevap karşısında hayli rahatlamıştı. Bu rahatlamanın etksiyle şu cümleleri tarihe geçiyordu: " Benim inandığım yaratıcı, bizi bu zorlu yolda asla sahipsiz bırakmayacaktır. Sizi şimdiden temin ederim ki parlak meslek hayatınızda yaptığınız en ayrıcalıklı albümlerden biri olacak.” Maurice Jarre, “Çağrı” çekilirken (Hem Fas’ta, hem de Libya'da) seti pek çok kez ziyaret etti, geceler boyu çölü dinledi,yardımcı oyuncu olarak görev alan yerel halktan insanlarla çöl çadırlarında bolca vakit geçirdi, onların  yerel müzik âletleriyle yaptıkları müzikleri pür dikkat dinleyip kaydetti.  Ayrıca, diğer bazı İslam ülkelerinde de Doğu müziği üzerine ayrıntılı araştırmalar yaptı. Sinemada “birinci sınıf işçiliğe” inanan Akkad’ın, Jarre’ın bestelediği notalardan doğan müziklerin kaydı için seçip rezerve ettiği orkestra da kendi alanının dünyada en iyisiydi:
Birleşik Krallık’ın dünya çapındaki gururu Royal Philharmonic Orchestra !

Büyük meşakkatlerle tamamlanmış bir başyapıt artık gösterime hazırdır.

Yapımcı-yönetmen Mustafa Akkad, üç yıla varan olağanüstü  bir mücadele ve emek sonucunda tamamlamayı başardığı  filmi “Çağrı”yı ilk kez 9 Mart 1977 günü ABD’de gösterime soktu. Film, küresel film dağıtımının ikinci önemli ayağını oluşturan İngiltere’de ise 30 Temmuz 1977’de gösterime girecekti. Sonrasında da aynı yılın farklı tarihlerinde değişik Avrupa ülkelerinde izleyiciyle buluştu. Türk izleyicileri “Çağrı”yı, o yıllardaki döviz sıkıntısından dolayı iki yıl gecikmeli olarak izlemişlerdir. Film Türkiye’de biliniyor ve heyecanla bekleniyordu. Fakat, uzun metrajlı bir film olarak, o sıralarda piyasaya hakim hiçbir dağıtıcı şirket filmin yapımcısı Trancas International’in talep ettiği fiyatı karşılayamamıştı. Ve iki yıllık bir bekleyişten sonra da Sunar Film, “Çağrı”yı bu beklemeye değecek muhteşem bir gala atağıyla Türkiye seyircisine sunmayı başardı. Ekim-1979’da Türkiye’ye yalnızca film değil, filmin yönetmeni Mustafa Akkad ve başrol oyuncusu Anthony Quinn de gelerek İstanbul-Balmumcu’daki Mimar Sinan Sinema-TV Merkezi’nde düzenlenen galada birer konuşma yaptılar, ardından da filmi Türk sinemacıları ve basın mensuplarıyla birlikte izlediler Sunar Film, filmin oldukça zorlu geçecek dublajı için, o dönemde Türk tiyatrosunun ve dublaj sanatının en iyilerinden oluşan bir “rüya ekip” kurdu. Ekipte Âgâh Hün’den Abdurrahman Palay’a, Şener Şen’den Pekcan Koşar’a kadar olağanüstü isimler yer aldı. Ve filmin Türkiye için yapılan dublajı o kadar iyi oldu ki, aradan 43 yıl geçmesine rağmen, Türkiye’de “Çağrı”yı kim hangi formatta piyasaya sürerse sürsün Türkçe versiyonunda (eski sistem tek kanallı mono kayıt olmasına rağmen) daima o klasikleşmiş ses kuşağını kullandı.

 İslâm dünyası gibi, siyonistlerin elindeki Batı medyasıda, Akkad’ın bir süreden beri Libya çöllerinde Hz. Muhammed’in mücadelesini anlatan bir film çekmekte olduğunu çoktan duymuştu. Diğer taraftan Suudi Arabistan gibi vahhabî/selefî ideolojiye mensup bir dizi Körfez-Arap ülkesi filme olan karşıtlıkları ortadaydı. 1977'nin günümüzde değerinde yaklaşık 350 milyon Dolar  bütçeye sahip film, gösteriş olarak bir “Ben Hur”den, bir “Spartacus”ten, “Quo Vadis”ten, “Cleopatra”dan daha geride olmamasına rağmen, Akkad’ın Hollywood merkezli çabalarına  karşılık Batı’nın ünlü sinema dergilerinde kendine yeterince yer bulamıyordu. Üstelik çıkan haberler de alttan alta bir önyargılarla doluydu. Akkad, yaklaşan tehlikeyi çoktan sezmişti, fakat artık film bitmişti ve ona harcanan emeklerin hem moral, hem de finans olarak geri dönmesi gerekiyordu. Bu yüzden de Yaradan’a sığınarak, filmi 9 Mart 1977 günü New York’un en iyi sinema salonlarında (filmin yıllık gösterim takvimine girebilmesi için, pek çoğu Yahudi olan işletmecilere iki kat para ödeyerek) gösterime sundu. Çok önemli bir husus… “Çağrı”nın 1977’deki gösterime sunulurkenki ilk adı “Çağrı” (The Message) değildi. Bunu “Çağrı”yı elli kez izlemiş sinemaseverlerin dahi pek çoğu bilmez. Filmin jenerikteki ve posterindeki özgün adı “Mohammed: Messenger of God” (Allah’ın Elçisi Muhammed) idi

 Ve Batı dünyasında filme duyulan alerji, bu yüzdendir ki daha adından başlayarak medyaya, kamuoyuna dalga dalga yayılmıştı. “Çağrı” gösterime girdiği gün, iki taraflı olarak kıyamet koptu. Filmin gösterime girdiği sinemaların önünde yüzlerce kişilik protesto kalabalıkları vardı ve, bunlar -Amerikada peygamberliğini ilan etmiş olan İlayca Muhammed taraftarı- Siyahi “Müslüman” Amerikalılardı! Onlara göre “Mustafa Akkad adlı hain siyonist işbirlikçi, İslâm dünyasının gelmiş geçmiş en önemli tabusunu yıkarak, filmde Hz. Muhammed’i Amerikalı aktör Anthony Quinn’e canlandırtmıştı!. Daha da inanılmazı, bu asılsız dedikodu, filmin ticarî başarısını kırmak, Müslüman Amerikalılar tarafından taçlandırılmasını engellemek için yine siyonist Amerikan medyası tarafından çıkarılmıştı.

Akkad, 1973’den bu yana sürüp giden engeller ve sorunlarla bitirdiği emeğinin karşılığını görmeye başlamıştı(!). Bir hafta sonra çok daha kötü bir şey oldu. Filmin gösterimini protesto etmeye kalkışan yine bir siyahî Müslüman, elinde silahla girdiği bir binada polisle çatışmaya tutuşarak öldürüldü. Bu kez işin içine artık kan da karışmıştı. Baskılar ve aşağılamalardan bunalmış durumdaki Akkad, aniden filmi gösterimden geri çekti. Üstelik birkaç haftalık gösterimin kendisine sağladığı kazanç da çok komik seviyede kalmıştı, üzüntüden iki yıl kadar kendine gelemedi. Sonra, yapımda görev alan senarist dostu H.A.L. Craig’in önerisiyle, filmin yoğun tepki toplayan “Muhammed”li adını değiştirdi ve “Çağrı” (The Message) yaptı. Buna bağlı olarak, milyonlarca dolarlık bir revizyonla, filmin posterleri, fragmanları, jeneriği “The Message” olarak yeniden tasarlanıp basıldı. Sonrasında da 1979’da, o güne kadar pek çok İslâm ülkesi ziyaret edilerek, oralardaki izleyici adaylarına “Hanımlar, beyler, Anthony Quinn ya da bir başkası bu filmde Hz. Peygamber’i oynamıyor. Gidin, filmi bir kez izleyin ve kararınızı öyle verin” denile denile, meşekkatli bir kamuoyu oluşturuldu. Bu ikinci gösterimde nihayet beklenen başarı yakalandı. Hiçbir sinema otoritesi tarafından akademi ödülüne aday gösterilmeyen bu muhteşem başyapıt artık bütün Müslümanların gönlünde tüm oskarları toplamış durumda.

Kariyerine Hollywood'da devam eden Akkad, korku sinema serilerinin kült yapımlarında olan "Halloween" (cadılar bayramı) serisiyle,korku sinemasının duayen yapımcı ve yönetmeni Alfred Hitchcock 'un tahtını sarsmıştır. Yapımcılığını üstlendiği seri, tüm zamanların en iyi korku serileri arasında yer alarak birçok seyircinin beğeni ve takdirini almayı başarmıştır.



İslâm dünyasına, sinema tarihinde görülmüş en büyük, en unutulmaz görsel armağanı sunan Mustafa Akkad, 11 Kasım 2005 günü, kızı Rimâ ile birlikte bir yakınlarının düğününe katılmak üzere Ürdün’ün başkenti Amman’daki oteline giriş yaparken, El Kaide örgütünün otele ve çevresine düzenlediği bombalı saldırıda ensesine aldığı şarapnel parçasıyla ağır yaralandı. Rimâ saldırı anında ölmüştü. Onu enkazın içinde bulduklarında hiç kimse tanıyamadı, Ürdün’deki bir hastaneye karga tulıumba götürülüp yatırıldı. Birkaç gün boyunca  tek başına komada kaldıktan sonra, hayatını kaybetti. Kimliği günler sonra kocası ve kızını arayan Amerikalı eşi Patricia Akkad tarafından morgda teşhis edildi.




 



SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?
Aysun
Aysun 2 yıl önce
Filmin restore edilmesi seyirci için mükemmel olmuş, tekrar bir çok insanın ilgisini çekeceğine eminim. Yüzlerce insan bu film için emek vermiş. Bu serüveni akıcı bir şekilde anlatan Oğuzhan Bey'e teşekkür ederiz, Keyifle okuduk.
Adem KURUN
Adem KURUN 2 yıl önce
Sinema dünyasının bu yüz akı filmin doğuşuna sizinle eşlik etmiş olduk Hoca'm. Harikulade bir anlatımla elli yıldır tahtta kalan bu şaheserle ilgili can alıcı bilgiler için tekrar teşekkürler...
Hayati Yaman
Hayati Yaman 2 yıl önce
Tekrar tekrar okudum. Gerçekten filmin hikâyesi kadar yönetmeni Mustafa Akkad'ın hayatı ve trajik sonu da çok etkileyiciydi. Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun inşallah.
Hayati Yaman
Hayati Yaman 2 yıl önce
Aaa! Ne kadar büyük bir sürpriz oldu bana ve herkese!

Aramızdaydın zaten ama yazar olarak da yanımıza hoş geldin Oğuzhan Bey kardeşim.

Ne iyi ettin de geldin ve dev bir külliyatı yeniden hayatımıza soktun.

Allah var ya geçen akşam aklımdan geçirmiştim "Acaba bu Ramazan da herhangi bir kanalda Çağrı filmi oynuyor mudur?" diye... Film hakkında perde arkasında ve sonrasında yaşananları muhteşem bir şekilde özetlemişsin. Emeğine sağlık.
Yeni versiyonunu merakla bekliyoruz artık...

Tekrar hoş geldin aramıza...