Armut ve Barış!..

14-09-2022

Soğuk... Kemiklerim sızlıyor demek isterdim; fakat değil... Kemiklerimi hissetmiyorum. Yağmur içime içime yağmış...

Arkamda on on beş dakikadır beni kovalayan çam yarması, abulabut bir adam... Çok iri, üstündeki siyah noktalari bile epey belirgin denecek kadar kocaman bir burun... At kulakları da aynı oylumlulukta...

Dudakları genişçe ancak o ölçüsüz yüze uygun olmayacak kadar ince. Ağzı yeterince geniş. Dişleri, saman sarısı... (Nefesi de kokuyor mu acaba leş gibi...)

El ve ayakları ortalamanın üstünde... Saçları dikenimsi... Gözlerini tarif edemedim. Baygın desem, değil... Öfkeli desem, yam tutmadı... Bakışları manasız, rahatsız edici...

Koşuyor biteviye... Yaşından -belki altmış?- beklenmeyecek bir çeviklikte... Bende kan ter son damlasına ramak kala...

Suçluyum. Suçum büyük. Hem de çok büyük! Öğretmenimizden her seferinde içimi cız eden "Kaldırın defteri, kitabı... Beslenmenizi çıkarın..." sözünü duyar duymaz mahcup bir edayla, utana sıkıla beslenme sepetimi çıkaran ben...

O, her seferinde karşıma geçip birbirinden farklı börekler, yemişlerle nispet yapıyor. Hele hele, geçenlerde getirdiği iki büyük sarı armudu nasıl da gözümün içine baka baka yedi. Görseydiniz! Bir de birini bana uzatıyor gibi yapıp geri çekmesi ve ısırması yok muydu!.. Sulu sulu, kokusu bile hâlâ burnumda... Ben de bu çocuğa nispet yapmazsam adam değilim!

Bu düşünceler itti beni komşumuz Tevfik Ağa (Tefağa)'nın bahçesinden bir akşam armut aşırmaya...

Napıyım?.. Yoksulum. Yoksulluk da ayrı bir suç... Gizlemek, saklamak zorundayım. "Baban ne iş yapıyor?" (O anda aklımdan geçen amele, inşaatçı, beton atıyor... bazen iş bulamaz... sözleri... İşten eve getirilen kirli kıyafetler, duvar örerken yaralanan parmaklar... Beynimde uçuşuyor...)

Sanki zorunlu bir saltanat gibi babadan oğula geçen ve taşımakla yükümlü olduğumuz fakirliğimi saklamaya çalışıyorum, daha doğrusu öyle sanıyorum. "Serbest Meslek öğretmenim!" "Ne demek ki!?..."

...Ben ona soracağım o iki sarı armudun hesabını!.. Off, yaklaştı!... Duvardan atlayabilirsem... Oh, hele şükür. Şu çalılığın dibinde görmez beni!..

Koynuma doldurduğum armutların çoğu dökülmüş. Üç tanesi kalmış çok şükür. Tutuyorum, kokluyorum... Oh, mis!... Sekiz yaşıma geldim, valla böylesini yemedim. Yememek için kendimi zor tutyuğum armutlarımı önce bağrıma basıyor, sonra öpüyorum.

Sağı solu kolaçan ettim. Yok, kurtulduk işte. Eve gidebilirim. Hava çoktan karardı...

Armutlarımla birlikte, koyun koyuna yatıyorum. Sabah ilk işim çaktırmadan beslenme çantama koymak oluyor onları. Barış'a nispet yapacağım. Şşşttt!.. Çaktırmayın...

İlk ders, ikinci ders... Nihayet "Kaldırın çantaları!... Beslenmelerinizi çıkarın." Ne de güzel söyledin Medine Öğretmenim ya!. Ağzin dilin dert görmesin... İlk kez utanmadım. Bendeki gurura ölçü yok!

Şu yufka ekmeğim, şu yeşil soğan ve şu da haşlanmış yumurtam. Pek değişmez... Veeee, üç adet armut! Sapsarı. Gördün mü Barış?! Senin yediğinden de iri, sulu sulu... Hem kokulu... Ya, işte böyle bakarsın oğlum!..

Armutları gören Barış, epey bozuluyor. Yemeğimi yiyorum çarçabuk. Tam armudumun ilkini

yiyeceğim. Barış: "Öğretmenim, arkadaşımız bize görgüsüzlük yapıyor. Evden bir sürü armut getirmiş, canımızı çektirtiyor!" Hı, ne dedin sen?!..

Ben dumura uğramış şekilde bir şeyler gevelerken durumu fark eden öğretmen çarçabuk armutları alıyor, buluverdiği bir bıçakla ince dilimler halinde etrafımdaki arkadaşlara pay ediyor. Barış da dâhil. Bana kalakalan ufak bir dilim. Zıkkım ye Barış!... :)

...

Bundan onlarca yıl öncesinden bugüne kalan zihnimde hâlâ taptaze bu hatıra geldi aklıma okulların açıldığı bugünlerde. İletişimimizi hâlâ sürdürdüğüm Barışsa, bugün büyük bir lojistik şirketinin başında.

Büyüdükçe anladım hakiki yoksulluğun "cebi dolu yüreği boş" demek olduğunu... Babamla ancak

yıllar sonra gurur duyabildim. İnşaatçı sözünü utanmadan söylediğimde lise son sınıftaydım sanırım... Kirli kıyafetleri gözümü kirletmiyor... Yüreğim, yaralı ellerinden parmaklarından önce kanamaya başlıyor... Akşama dek, eve helal para getireyim, diye dökülen ve vücudunda geri kuruyan ter, kutsallıkta sınır tanımıyordu artık gözümde... Geç de olsa öğrenmiştim hayatı...

Küçükken bilmezdik, bilemezdik. Bilemez ki küçükler çoğunlukla...

Anneler, çocuğunuzun beslenmesine yiyecek koyarken yüreğine de paylaşma sevincini, ikram etme bilincini eklemeyi unutmayın. Olmaz mı?

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?
Hümeyra
Hümeyra 2 yıl önce
Hocam bu yazınızı yeni gördüm. Çok duygulandım. Her duyguyu dupduru anlatmışsınız. Kaleminize sağlık. Bir de yaşamayan yazamaz diye düşünüyorum. Barış böyle şeyler yazamaz mesela.
Adem KURUN
Adem KURUN 2 yıl önce
Çok teşekkürler hocam, eksik olmayın. Göze kurursa elbet testi dolmaz. Sağ olun.
Hayati Yaman
Hayati Yaman 2 yıl önce
O nasıl, daha doğrusu ne muhteşem bir bağlantı idi öyle! Hayret etmemek mümkün değil. Harikasın Adem hocam
Adem KURUN
Adem KURUN 2 yıl önce
Estağfurullah abi... Beslenme sepeti bana her zaman buruk bir tat vermiştir...