ÖLÜ KESEN EDEBİYATÇI!..

ÖLÜ KESEN EDEBİYATÇI!..
19-02-2023

Kendimi bildim bileli hep kitaplar arasındaydım. Çocukken, parasızlık yüzünden pek hikâye kitabı alamasam da arkadaşlardan ödünç aldıklarımı okumaya doyamazdım. Alaattin’in Sihirli Lambası, Keloğlan, Cin Ali serisi… Aynı sınıfta bulunduğum arkadaşlarımdan utanma belası alır, soluk soluğa okur, sonlara doğru da yavaşlardım bitecek diye, korka korka…

İlkokulda, sınıf kitaplığından öğretmenimizden izinsiz hikâye kitabı alıp okumak yasaktı. Takibini o yapardı sadece. Buradan, otuz sekiz yıl sonra itiraf ediyorum işte!... Sabahleyin erkenden okula gider, gizlice sınıfa girer, daha arkadaşlarım gelmeden kitaplık içinden seçtiğim, beğendiğim kitapları bir solukta okur, hemen yerine geri koyardım. ( Yaşıyorsan kızma öğretmenim, aramızdan ayrıldıysan eğer, Allah geçinden versin, ahirette okuduğum her satırın hesabını sana ve arkadaşlarıma vermeye hazırım:) )

Okumak, yazmak, şiir, hikâye, roman… Sanat hep büyük bir tutku oldu bende. Kurmaca eserin büyülü atmosferine girdiğimde etrafımı, kim olduğumu, hakikî dünyayı unutur giderdim. Gâh uçan bir halının üstüne konar seyrederdim âlemi yücelerden diyar diyar… Gâh sarayda ölmek üzere olan prensese telaşla iksir hazırlayan ve “Ya iyileşmezse kellem gidecek!” diyen bir şifacının kalp çarpıntısını hissederdim damarlarımda…

Ortaokul ve lise de farklı olmadı benim için. Sevdiğim kadar yeteneğim de gelişiyordu. Kompozisyon yarışmalarında aldığım dereceler, şiir ve tiyatroda aranan bir yüz olmuştum okul adına. Bir sonraki gün olacak edebiyat sınavında ya “10” alamazsam öğretmenime mahcup olur muyum acaba, diye sabaha kadar uyuyamadığım gecenin karanlığını unutamadım hâlâ…

Hal böyle olunca, benim için tam anlamıyla bir tutku olan edebiyat, üniversite sınavlarında tek tercihim oldu. Sınav sonunda bana yakın puan alıp da hukuk, kamu yönetimi gibi, en azından o dönemler için,  daha bir cafcaflı ve prestijli sayılan bölümlere giden arkadaşlarımın kimi bugün savcı, kimi başarılı bir hâkim, kimi yönetici… Kimi de çok tercih edilen iyi bir avukat oldu.

Düşünüyorum da, seçseydim ben de böyle bir bölümü, yapabilir miydim? Kesinlikle hayır, yapamazdım! En azından başarılı olmazdım. Her gün ayrı bir işkence gelirdi bana yeteneğim olmayan bir mesleği icra etmek. Sevmemek de cabası… Yirmi iki yılın sonunda gördüm ki edebiyat adeta nefes almak benim için…

Salt para kazanmak uğruna yanlış bir mesleğe yönelmiş olan, ilgi, sevgi ve yeteneğine uzak işlerde çalışan insanları görünce, acıyorum onlara sadece. Pragmatist düşünsem de aklım ve mantığım koskoca bir çarpı atıyor bu çelişkinin üzerine.

                                   *                                  *                                 *

İki gün öncesinde okuduğum bir haber neden oldu bu satırları yazmama. Haber, “Karabük Üniversitesi Mimarlık Fakültesine, İlahiyat Fakültesi mezunu Prof. Dr. Muhittin Kapanşahin atandı. Hem de depremin yaşandığı günün ertesinde…” şeklindeydi.

 

Önce yanlış okuduğumu sandım. Tekrar tekrar okudum haberi. Sonra internette birçok farklı kaynak ve siteden baktım. Yetmedi, fakültenin kendi sitesine baktım: Durum aynıydı. Haber ne yazık ki doğruydu!.. Depremde en çok konuşulan konu, “liyakat”, yine ıskalanmıştı; hem de ilk günden!..

Evet, birçok yere atama yapılırken mevcut sistemin kendine yakın isimleri tercih etmesini maalesef tüm hükümetlerde görmeyi kanıksamıştık. Çok yanlış bir uygulama olmasına karşın ne yazık ki onlarca yıldır aynı düzen kendini işletiyordu.

Birçok bürokratın, mevcut siyasi güce yakın olsa da, uzmanlık alanı olmayan, çok farklı bir kuruma atanmış olması çok saçmaydı.  “liyakat/yetenek/yeterlilik” gibi kriterlerin pabucunun çoktan dam atıldığına birçok örnekle şahit olmuştuk. Olmuyordu işte, eğitimini çok başka yerde alan bir bürokrat, mevcut sistem kendine başköşede yer de verse ne başarılı olabiliyor ne de o makamın hakkını verebiliyordu. Eşyanın tabiatına aykırıydı çünkü. Benim edebiyatı bırakıp otopsi uzmanı olarak çalışmamdan farksızdı!..

Birkaç gün önce yaşadığımız depremle tekrar gündeme gelen AFAD gibi bir kurumun çatısı altında Afetlere Müdahale Genel Müdürü olarak görev yapan İsmail Palakoğlu'nun, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde lisans eğitimini tamamladığı, afetlerle ilgili hiçbir uzmanlığı olmadığı ortaya çıkmış, bu durum epey eleştirilmişti.

Bu durumdan hiçbir şekilde ders ve ibret alınmamış olacak ki benzer şekildeki atamalar tam gaz devam ediyor ve sanırım edecek de.

Böyle bir durum, her şeyden önce “İlahiyat Fakülteleri”ne hakaret. Bu ülkede dini eğitim vermekte olan bu kurumlardan mezun olmuş, üstelik de profesör unvanını almış olan bir isim, kendi alanında değil de eğitimiyle hiç ilgisi olmayan çok uzak bir sahada koltuğa oturursa/oturtulursa adama sorarlar:

“İlahiyat gibi ucu bucağı olmayan koskoca bir alanda yapacağın her şey bitmiş miydi? Bugüne kadar ilmî anlamda kaç makale yayınladın, kaç doktora yönettin?

Günümüz Türkiye özelinde veya İslam coğrafyasında haksızlık, zulüm, cinayet, kan ve gözyaşı gırla gidiyor. Acaba insanlar niçin inançlarına ters davranıyor? Bu anlamda hangi önerileri üretebildiniz?

Ülkemizde son zamanlarda, hatta “İmam Hatip Liseleri”nden mezun öğrenciler de dâhil olmak üzere pek çok genç, Diyanet’in de itiraf ettiği gibi, deizme ve ateizme kaymakta. Bir ilahiyat profesörü olarak elimizden kayıp gitmekte olan gençlerimize hangi çözümleri buldunuz?

Eğitim aldığınız ve verdiğiniz ilahiyat fakültesinden edindiğiniz birikim ve mensubu olduğunuz İslam inancındaki değerler ışığında kendi alanınızla hiç ilgisi olmayan çok başka bir koltuğu işgal etmiş olmakla kul hakkına girdiğinizi, Mimarlık Fakültesi mezunu olup da o alana hakkıyla gelebilecek başka birine engel olduğunuzu, bu işin vicdani ve ahlaki boyutunun ötesinde bu işin günah olduğunu hiç düşündünüz mü?

Hadi, gelen yoğun tepkiler sonrası istifa ettiniz. Etmeyip de koltuğunuza inadına yapışsaydınız, ülkemiz mimarisi, çevre yönetimi, depremle mücadele gibi alanların herhangi birinde bir başarı elde edebileceğinize inanıyor muydunuz?

Her şeyden de öte, Türkiye’de hemen her şehirde bulunan ve benim de liseyi okutup mezun ettiğim, kendileriyle gurur duyduğum pek çok gencin devam etmekte olduğu “İlahiyat Fakülteleri”ne en çok da siz ve sizin zihniyetinizdeki insanların zarar verdiğini ne zaman fark edeceksiniz?!”

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?
Hayati Yaman
Hayati Yaman 1 yıl önce
Bıçağın da pek keskin Hocam. Metafor rüzgarının girdabında benim bıçak da bileğilendi. Yüreğine sağlık öğretmenim.
Adem KURUN
Adem KURUN 1 yıl önce
Sözcükleri seçerken ölçülü olmaya çalışsam da ciğerimizin harı vuruyor bir şekilde.