DİJİTAL ÇAĞ – İNSAN - PANDEMİ

01-11-2021

Öyle bir çağ ki kaçan kaçana birbirinden 
Tutamaz oldu ellerini sevenler ellerinden 
Evlatların başı okşanamaz 
Anaların babaların elleri öpülemez 
Ve ansızın veda eder oldu canlar biri birine 
Öyle bir çağ ki sofralardaki bereket 
Gönüllerdeki sevda solar oldu 
Kıyamet gibi çileli kırgın kalpler 
Ekranlardan izlenir oldu o eski muhabbet...

 

Bizler beraberliğin rahmeti bilinciyle büyümüş kimselerdik. Ailecek kurulan sofralarda tebessüm ederek huzuru lokma yapardık. Anamız, Babamız, kardeşlerimizle mütevazı sofralarda dünyanın en büyük hazını yaşardık. Her aşın ardından keyifle yudumlardık çaylarımızı ailecek. Amcamız, halamız, kardeşlerimiz, eş, dost, komşu demezdik bunlardan hangisinin derdi olursa olsun o dertle dertlenip çözebilmek için gayret ederdik. 

Son 10-20 yıl içinde çok hızlı bir değişim sürecine giren dünyada insanlar savrulmaya başladı. Dijital çağ dediğimiz yeni ve akıl almaz hızdaki değişime uyum sağlamakta zorlandı insanoğlu. Öyle böyle derken son kuşak gençler sahneye çıkınca geçmişin o özlenen değerleri sanki yokmuşçasına tarihin özlem kokan sayfalarına gömülmeye başladı. Anne ve babalarından, kardeşlerinden hülasa aile fertlerinden uzak kendi iç ve dijital dünyalarında yaşamaya başlayan son jenerasyon gençlik. Buna Z kuşağı da dendi ve bu söylem çok benimsendi. Her tarafta Z kuşağından bahsedilir oldu. Bizler gibi hem Avrupalı hem Asyalı olan toplumlar gençleriyle daha bir uzak düşer oldu bu dönemde. Öyle böyle kültürel, ahlaki, sosyal vb bir çok konuda yetişkinlerle gençler arasındaki kopuş hızlanırken dünyaya dev bir meteordan çok fazlası düştü. Dünya dev bir yangın ve korku alanı oldu. Malum Covid 19 kabusu. Çin’den dünyaya bir anda yayılan bu dev korku salgını tıbbın, teknolojinin ve hükümran olan tüm devletlerin ve toplumların elini kolunu bağladı. Bir korkudur ki kimse sokağa çıkamaz oldu. Sayısız ölüm ve felaket videoları sosyal medyada hızla yayıldı. İnsanoğlu çok hazırlıksız yakalanmıştı bu felakete. İlk zamanlar korunmak amaçlı maskeler bulunamaz olmuştu. Herkes evlerinde eli kolu bağlı kimselerle görüşemez olmuştu. Fakat yine teknolojinin imkânlarından faydalanılarak internet ve akıllı telefonlar mahareti ile aile mensuplarını, akrabaları, eşi dostu görüntülü telefon görüşmeleriyle arar sorar olmuştu. Öyle ki çok uzun yıllardır doğru dürüst bir araya gelemeyen akrabalar dünyanın ve memleketin dört bir yanından toplu görüntülü görüşmelere dâhil edilip hasret gidermeler artık olağan hale gelmişti. Pandemi kâbusunun en azından bu hususta bir faydası dokunduğunu söylüyordu ellerinden hiçbir şey gelmeyen insanlarımız. Elbette bu çaresizce bekleyiş içerisinde ailesinden, akrabalarından, arkadaşlarından insanları kaybedenler bu durumu daha bir derinden yaşamış oluyorlardı. Devletlerin ve en büyük güçlerin bile çaresizliği insanları topyekûn korkuya sevk etmiş en azından kimi sapkın davranışlar en aza indirgenmişti. Ekonomik olarak dünya tam bir kaosa sürüklenmiş tüm dünyada çok yüksek oranda şirketler iflas etmiş, işyerleri kapanmış ve işsizler ordusu çığ gibi büyümüştü. Hayattaki insanların hiç biri bu kadar korku dolu bir ruh haliyle bu denli uzun bir süre eve kapanmak zorunda kalmamıştı. Zira ikinci dünya savaşının üzerinden de çok çok uzun yıllar geçmişti. Dijital çağın hastalığı da o nispette felaket bir güçle insanoğluna saldırmıştı. Herkes evlerine kapanmış sokağa çıkma yasakları ilan edilmişti. Bu kadar uzun süre bir arada kalmaya alışık olmayan aileler içinde şiddetli çatışmalarda baş göstermiş eşler arasındaki bu derin sıkıntı ayrılıklara doğru ilerlemişti. Birçok eş boşanma kararı almış fakat mahkemeler de çalışmadığından müracaatedebilme imkânları da olmadığından mecburen birbirlerine katlanmak durumunda kalmışlardı. Neresinden baksanız tam bir felaket olan Covid 19 birçok aileden kimselerin vefatına sebep olmakla herkesi keskin bir kedere sevk etmişti. 

Tüm dünya yok mu bir çare diye feveran ederken bilim adamları adım adım bu hastalığı engellemeye yönelik aşıların yolda olduğunu duyurmaya başlamış ve herkese ümit kaynağı olmuşlardı. Anneler, babalar filmlerde izledikleri salgın hikâyelerini bizzat yaşıyor olmalarının şaşkınlığı içinde nasıl bir yol izleyeceklerini de bilemiyorlardı. Bu noktada psikologlar ve inanç devreye giriyor ve daha çok ibadet ilegeçmişin vaz ettiklerini öğrenerek aileye adapte etmeye çalışıyorlardı. Salgının bir anda tüm dünyaya yayılması evlilik planı yapan gençlerin planlarını da sekteye uğratmış tüm düğünler ya ertelenmiş ya da birkaç kişinin katılımıyla sessiz sedasız gerçekleştirilmekteydi. Pandeminin hemen önünde ve içinde doğan çocuklar ise salgından dolayı gidilip gelinemediği için en yakın akrabalardan mahrum büyümeye başlamışlardır. Babaanne, büyükbaba, anneanne, dede, amca, hala, dayı teyze ve kuzenler bu sebeple yeni doğan bebekle temaslı olamıyor ve insanı insan yapan en büyük duygu sevgiden mahrum kalıyordu bebekler. Öyle böyle derken hastalığa karşı uygulanmaya başlayan aşılar bir benze de olsa insanların panik havasını dağıtmış kapanmalar ortadan kalkmaya başlamış ve kısmen tedbirle de olsa insanlar günlük hayatlarına dönmeye başlamışlardı. Fakat bu kez de aşının varlığının ciddi manada rehavete sebebiyet verdiği gözlemlenmeye başladı. Aşı olanlar ve artık salgından iyice sıkınan insanlar sosyal mesafelere aldırmaz, maske takmaz ve virüsün sert ilerleyişine aldırmamaya başladı. Hal böyleyken hastalığın bulaşması varyantlarla artmaya devam etti. 


Keza vefat eden insanların sayısı da tırmanmayı sürdürdü. Tüm bu felaket yaşandı ve yaşanmaya devam ediyor. Bize tam da dijital çağda, teknolojinin ve her alanda gelişmelerin son derece yüksek olduğu bir dönemde tüm biz insanlara şunu gösterdi. İnsan ne kadar gelişse de nihayetinde tüm gücüne rağmen çaresiz kalabiliyor. Zengin fakir ayrımı, sınıf ayrılıkları bu tür durumlarda ortadan kalkıyor ve her insanın yalnızca bir ömrü var. Bu dünyada ki ömür de hangi sınıftan olursak olalım bizlere verilen süre sonunda sonlanacak. O halde bu kadar acziyet içinde çaresiz kalan zengini fakiri, amiri, memuru, garibi hülasa hepimiz birbirimizi sevelim, sayalım. Yeniden silkinip acılarımız birbirimizin acıları olsun ve yaralarımızı umursamazlıktan kurtularak sarmaya çalışalım. Adaletle paylaşımlarda bulunup insanlığı sevgimizle yüceltmeyi benimseyelim. O ki insanoğlu zenginliğe, maddeye, statüye tapınan bir nahoş hal ile ancak kendi sonunu hazırlayacaktır. Ve elbette yalnızlaşıp yalnız tamamlayacaktır ömrünü. Mutlu, umutlu, seven, sevilen, paylaşımlı, iyi yürekli insanlarla bir olup aynı yönde ilerleyen insanlar olmamız ümidiyle hastalıksız ve sağlıklı nice yıllarımız olsun. Biz insanız ve kalbimizin, ruhumuzun olduğunu unutmadan…

 

Hakan Türker Dulkadiroğlu

Gazeteci - Araştırmacı Yazar – İş İnsanı - Spor Bilimci

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?