Duygudaşlık

28-03-2022

Türkçe kökenli bir sözcüğü seçmek istedim başlık için özellikle. Bu kavramı çoğumuz “empati” olarak biliyoruz aslında. Latince'deki "iç, içine, içinde" anlamına gelen "em" öneki ile Grekçe'deki "duygu, acı, ıstırap, algılama" anlamına gelen "patheia" sözcüğünden türetilmiş.

Yabancı kökenli sözcüklere TDK tarafından karşılık olarak bulunan kimi sözcükleri çoğunuz gibi ben de pek benimseyemiyorum. Biraz iğreti geliyor tınısı kulağıma; ancak bu sözcüğü sevdim.

Duygudaşlık, karşımızdaki insanın ya da gıyabında birinin bir başkasının duygularını, içinde bulunduğu durum ya da davranışlarındaki nedeni anlamak ve içselleştirmek demektir. 

Bebekler üzerinde yapılan incelemelere göre, doğuştan duygudaşlık yeteneğimiz yüksek olmakla birlikte, uygun şartlarda hızla kaybedilebilen bir yetenek.

Peki, nasıl oluyor da bebeklerde dahi doğuştan gelen bir yetenek olarak gözlemlenen; hatta birçok hayvanda bile var olduğu bilimsel olarak kanıtlanan bu harika özelliği zamanla yitiriyor, bu hissi yüreğimizden söküp atıyor ve eski yerine de katran karası çalabiliyoruz kapı dışarı ettikten sonra.

Günlük hayatta kime sorsanız, üstün duygular besliyor maşallah. Tertemiz bir kalbe, son derece sevgi dolu bir gönle, pekâlâ anlayışlı bir kafa yapısına sahip. Hangi bireye sorsanız insanlık adına mangalda kül bırakmıyor. Topluma karşı derin hoşgörüyle dolup taşan süslü cicili cümleleri Jan Jack Rousseau duysa yazdığı “Toplum Sözleşmesi”ni yırtıp çöpe atar; kardeşlik, dostluk, insan sevgisine dair uçurulan övgüleri duyan Yunus, bu konuda belki de kendini çok yetersiz (!) görüp ağzını dahi açamazdı.

Gel gör ki, hakikat böyle değil…

Markete giden kaç kişi arabasını tıka basa doldururken yakın veya uzak bir ihtiyaç sahibini aklına getirip şunu da ona alayım düşüncesini aklına getiriyor?

Kaçımız evde birçok ayakkabı veya kıyafet giyerken, karda kışta sıcacık botla gezerken yazlık ayakkabılı bir çocuğu da düşünüp bir şekilde, onun onurunu kırmadan ayaklarını ısıtmayı becerebiliyor.

Sıcacık evlerimizde üç öğün yemeği, bazen de beğenmeyip dudak bükerek, mideye indirirken, hatta bugün çayın yanında bir şey yok mu şikâyetini dillendirirken; kurduğumuz görkemli iftar sofralarında kuş sütü nerede acaba diye ararken hangimiz bir lokmacık bir şey yemeden aç yatmak zorunda kalan bir düşkünün mide krampını hissedebildik.

Rahat, konforlu, bilmem hangi ortopedik yataklarda mışıl mışıl uyuyacakken hatırımıza evi, barkı, bir yorganı dahi olmayan sokak çocuklarını, kartondan battaniyelerinin altında, köpeklerle sarmaş dolaş uyumak zorunda kalışlarını hissedip bir soğuk bir titreyişle geri kalktık.

On dört yaşın verdiği toylukla yüreğine ilk sevdanın kıvılcımı düştüğü için avucunun içine çizdiği acemi kalp resmi ve içindeki baş harfleri fark eden öğretmen, unutamadığı bir ceza olsun diye o çocuğa “Aç bakalım şu avucunu, tüm sınıfa göster de ne marifetlerin varmış, herkes bilsin!” deyince onun yaşadığı utancı, acıyı ne kadar hissedebildi sonradan?..

Kendi kafasında oluşturduğu namus kavramı kirletildi diye öz kızının başına hiç acımadan silah doğrultan, “Baba, yemin ederim bir suçum yok; kurban olayım yapma, yalnızca sevdim.” diye yalvaran ve suçu yalnızca sevmek olan bir kızın kafasında patlayan merminin acısını o baba ya da bir başkası hangi duyu eşiğinde hissedebildi?

Bir GSM operatörünün müşteri hizmetleriyle görüşüp de derdine derman bulmaya çalışan o “tanıdık” adam, ettiği küfürlerin onda biri kendine söylenseydi ne cevap verirdi, ya da tepkisi nasıl olurdu acaba? “Sonuçta parasıyla çalışan bir işçi değil mi, lafı da yiyecek küfürü de!..” mantığı hangimize ters geliyor?..

Üst katta oturup da gecenin bir yarısı tepinen çocuklarını uyarmak aklına gelmeyen arsız komşuyla bir günlüğüne katları değiştirip üstünde koştursanız geç vakitte, çıldırmayacağını kim söyleyebilir?

Bütün gün nöbet tuttuğu için yorgunluk, uykusuzluk ve kan çanağı gözlerle sabah nöbeti devretmeden evvel hâlâ görev yapmaya çalışan bir doktora, hastaya neden hemen müdahale etmiyorsun feryadıyla saldırıp bıçaklayan hastanın sözde yakınları, o gencin hangi şartlarda okuyup doktor olduğundan ne kadar haberdar?

AVM’lerde gelen müşterilere hoş geldiniz, ayrılanlara da yine bekleriz diyen, üç kuruş para karşılığında geç saatlere kadar çalışan gencecik kardeşlerimizi hangi müşteri adam yerine koyup yüzlerine bakarak “Teşekkür ederim.” yanıtını verdi?

Toplumsal sınıf eşitsizliğini çok derinden yaşayan ve kazandığı maaş ölçüsüne göre insana saygınlık ve itibar verilen bir halkın içinde doğup büyüyen, babası kapıcılık yaptığı için akranlarının yaptığı her türlü zorbalığı kaderiymiş gibi algılayıp bir köşede yalnız başına ağlayan o yavrucağın gözyaşları hangimizin içine ılık ılık sızdı ve babasının derin mahcubiyeti ve ezilmişliğini görüp burnumuz sızladı?..

Bütün suçu dünyaya hayvan olarak gelmek olan o köpek yavrusu, bilmem kaç kat yükseklikten sırf fantezi olsun diye hunharca aşağı fırlatılıp kemikleri kırıldığında, ağzı burnu kan içinde kaldığında, “Bu da haber mi ya!..” deyip kaçımız başka bir siteye geçiş yapmadı, o masumun acısı üzerinde birkaç saniye düşündü?..

Kısacası, hemen her gün sıkça bakışlarımza çarpan; ancak görm/e/ediğimiz buna benzer birçok olay ve durumda doğuştan getirdiğimiz ve köreltmeden; hatta daha da çok bileyerek yücelttiğimiz duygudaşlık kavramını yaşatabiliyorsak… Yukarıdaki sorulara gönül rahatlığıyla ve hiç düşünmeden “Ben!..” diyebiliyorsak…

Bunca bencillik ve hırsa rağmen insan kalabilme onurunu ak bir alınla taşıyoruz demektir.

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?
Nurdoğan Aktaş
Nurdoğan Aktaş 2 yıl önce
Çok haslet ve özelliğimizi kaybettik. Hatırlatmalar için teşekkür ederim.
Adem KURUN
Adem KURUN 2 yıl önce
Nurdoğan Hocam, çok hakkısınız. Umarım özümüze dönüşü sağlarız. Ayrıca yazıma ilginizden dolayı ben de çok teşekkür ederim.