‘’50 Ülke 1 İsrail’’ isimli bir etkinlik çerçevesinde, ABD’den, 250 eyaleti temsil eden, bir heyet 15 Eylül 2025 tarihinde İsrail’i ziyaret etmişti. Tam da bu heyete hitaben Netanyahu, ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio ile düzenlediği ortak basın toplantısında, yaptığı konuşmasının bir bölümünde, ‘’Cep telefonunuz var mı? Domates yiyor musunuz? Elinizdeki telefonlardan, kullandığınız ilaçlara kadar... Nerede üretildiklerini biliyor musunuz? Tam burada’’ şeklinde bir açıklamada bulunmuştu. Bu sözler, sadece bir siyasi özgüven ya da bir güç gösterisi değildi, aynı zamanda İsrail’in küresel teknolojik etkisini vurgulayan planlanmış bir algı yönetimiydi. Evet, çip sizin olabilir ama o telefonların üretim zinciri Çin’de, Güney Kore’ de ve Tayvan’da… Yani telefonun beyninde İsrail varsa da, gövdesi başkasına ait. Bu da şunu gösteriyor ki; ‘’modern güç’’ paylaşılan bir üretim ve tedarik ağıdır. Burada her ülke gibi, İsrail de bu ağın hem güçlü bir üreticisi, hem de kırılgan bir tüketicisidir. Netanyahu’nun ‘’güç’’ masalının ardındaki gerçeğe daha yakın baktığımızda elbette ki, bugün elimizdeki akıllı telefonların işlemcilerinde, güvenlik sistemlerinde, kameralarında ya da çiplerinde bir yerlerde evet İsrail izi var.
Israel Defense Forces. (2021). צנחנים פיילוט לוחמי דלתא טכנולוגיה [Paratroopers pilot delta warriors technology].
Bu yadsınamaz bir gerçek. Ama başka bir gerçek daha var ki, İsrail o telefonları üretemiyor.
Elbette ki Tel Aviv, dünyanın en yoğun teknoloji girişim (Start-Up) merkezlerinden birisidir. Savunma teknolojilerinden yapay zekâya, tarım teknolojisinden siber güvenliğe kadar birçok alanda ithalatçı değil, ihracatçıdır. Dahası, dünya da savunma sistemlerini ihraç eden en büyük ülkelerden birisidir. (Demir Kubbe, drone teknolojileri, füze sistemleri…) Bunlar İsrail tarafından, sadece kendi güvenliği için değil, aynı zamanda dış politikada pazarlık gücünü artırmak için stratejik bir şekilde kullanılıyor. İlaç ve Medikal Ar-Ge alanında Teva gibi dev firmalarla jenerik ilaç üretiminde dünya lideridir. Yine su teknolojilerinde, kuraklıkla mücadelede damla sulama, atık su geri kazanımı ve desalinasyon (tuzdan arındırma) gibi alanlarda hem öncü hem ihracatçı konumdadır. Fakat bu güçlü yönlerinin yanında hepimizin bildiği üzere İsrail’in petrol rezervi yok. Rafine ürünlerde dışa bağımlılığı sürüyor. Doğal gazda kendi kaynaklarını geliştirmiş olsa da, (Tamar, Leviathan Gaz Sahası) petrolü hala ithal etmek zorunda. Enerji güvenliği için ABD ve Azerbaycan gibi ülkelerle derin ilişkiler kurması elbette ki tesadüf değildir. Yine temel gıda maddelerinde; buğday, pirinç, şeker gibi tarımsal ürünlerde yüksek ithalatçı konumdadır. Tarım teknolojisinde ileri düzeyde olmasına rağmen, kendi halkını besleyecek kadar üretim kapasitesi yoktur.
(Tankı var evet, ama buğdayı yok)
Otomotiv ve tüketici elektroniği alanında ise, otomobiller (kendi otomobil markaları yok), ev aletleri, cep telefonları tamamen dışarıdan geliyor. Tabi ki bu noktada, ticaret yollarına olan hassasiyetlerinin kaynağını anlamışsınızdır. İnşaat ve Sanayi Hammaddeleri alanında; çimento, demir, alüminyum gibi temel sanayi girdilerinde ithalata bağımlıdır. Türkiye, Çin ve Avrupa ülkeleri bu ürünlerin tedarikçileri arasındadır. Askeri ve teknolojik üstünlüğüyle bölgesinde öne çıkan bu küçük ama etkili devlet, aynı zamanda bazı temel alanlarda görüldüğü üzere dışa bağımlıdır. İşte tam da bu nedenle, İsrail’in gücünü abartmak da küçümsemek de gerçekçi olmaz. Realist Teori, uluslararası ilişkileri güç, çıkar ve güvenlik üçgeni üzerinden okur. Bu açıdan bakıldığında, İsrail’in konumu oldukça nettir. Askeri ve teknolojik kapasitesi bölgedeki herhangi bir tehdidi dengelemesine imkân tanıyor. Ancak stratejik bağımlılıkları ( enerji, gıda, ticaret yolları) onu izole olmaktan alıkoyuyor. Bu yüzden İsrail, bir yandan bölgeye karşı ‘’güvenlik devleti’’ refleksini korurken; diğer yandan Körfez ülkeleriyle normalleşme, Doğu Akdeniz enerji ittifakları ve ABD ile ‘’özel ilişki’’ gibi diplomatik açılımlarla bağımlılıklarını yönetilebilir hale getiriyor. Görünen şu ki; İsrail bağımlılığını örtülü bir şekilde gayet akıllıca yönetmeyi başarıyor. Askeri gücü, teknolojik ilerlemesi, diplomatik çevikliği ve bağımlılık yönetimi oldukça başarılı görünse de, aslında temelde İsrail dokunulmaz değildir. Çünkü; Petrol ithalatı bir ambargoyla engellense, tahıl tedarikinde bir kriz çıksa ya da ticaret yolları (Kızıldeniz geçişi) tehdit altına girse İsrail ekonomisinin direnci sınırlı kalabilir. Yani teknoloji devleti olmak her şeye sahip olmak anlamına gelmiyor. Sonuç olarak, İsrail modern dünyanın çelişkilerini üzerinde taşıyan bir ülke: güçlü ama yalnız, bağımsız ama bağımlı, teknolojik ama jeopolitik kırılgan… bu nedenle İsrail’in pozisyonunu değerlendirirken, onu kutsamak ya da şeytanlaştırmak yerine, realist bir soğukkanlılıkla analiz etmek en doğru yoldur.