Bundan sadece birkaç yıl önce, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın terörle mücadele listesinin başında yer alıyordu ‘’Ahmed eş- Şara.’’ Kafasına 10 milyon dolar ödül konmuştu. Kendisi El-Kaide ile bağlantılı El-Nusra cephesinin lideriydi. Kod adı: Ebu Muhammed el-Culani.
Bugün ise bir anda işler değişti. Artık Suriye’nin geçici Devlet Başkanı konumuna geldi. Peki nasıl oldu da konumunu bir anda büyük ve hızlı bir dönüşümle terörist kimlikten Devlet Başkanlığı pozisyonuna dönüştürdü? Buna benzer vakaların tarihte var olup olmadığına baktığımız da (eldeki vakayı daha iyi analiz etmek için) evet benzer şekilde tabii ki farklı bağlam ve koşullarıyla geçmişte de terörist kimlikten Devlet Başkanlığı pozisyonuna geçenler olmuş. Bu tip dönüşümler kuşkusuz karmaşık iç savaşların, isyanların ve devrim süreçlerinin akabinin de gerçekleşiyor. Hepimizin bildiği Nelson Mandela (Güney Afrika), ANC’nin (Afrika Ulusal Kongresi) silahlı kanadında yer almış ve hem terörist hem de yasadışı örgüt üyesi olmakla suçlanmıştı. Özgürlük mücadelesi kapsamında yaptıkları faaliyetler terör eylemi olarak nitelendirilmişti. Apartheid rejiminin sona ermesinin ardından Güney Afrika’nın ilk siyahi Devlet Başkanı olmuştu. Yine Yaser Arafat’ a (Filistin) baktığımızda Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) lideri olarak İsrail ve Batılı ülkelerce terörist ilan edilmişti. Sonrasında Filistin Otoritesi’nin Başkanı olarak uluslararası arenada tanındı ve barış süreçlerinin bir parçası oldu. Yine İrgun adlı Yahudi paramiliter grubun lideri olan Menachem Begin (İsrail) İngilizler tarafından terörist ilan edilmişti. Sonrasında İsrail’in Başbakanı oldu ve hatta Nobel Barış Ödülü kazandı. Yahya Jammeh (Gambiya) ise uluslararası arenada terörist olarak ilan edildi, askeri darbe yaparak geldiği ülkesinde Gambiya’nın Devlet Başkanı oldu ve hatta uzun süre görev yaptı. Jose Mujica (Uruguay) Tupamaros gerilla hareketinin bir parçası olduğu için terörist ilan edildi ve hapis yattı. Sonrasında Uruguay’ın Devlet Başkanı oldu. Yine bir başka isim olan Robert Mugabe (Zimbabve) İngiliz sömürgeciliğine karşı silahlı mücadele yürüttüğü için Batılı ülkelerce terörist ilan edildi. Ve tabi ki sonrasında o da diğerleri gibi Zimbabve’nin Devlet Başkanı oldu. Burada tabi ki dönüşümün nedenleri, uluslararası dinamik ve meşruiyet sağlama zemininiz çok önemlidir. Görülen o ki, Ahmed eş-Şara bu bağlamda ilk örnek değildir. Fakat her vakanın kendine özgü tarihsel ve siyasi dinamikleri vardır.
Şimdi Ahmed eş-Şara vakasına daha yakından bakacak olursak, bir zamanlar Ebu Muhammed el-Culani ismiyle #terörist etiketiyle anılırken, bugün bir Devlet Lideri olarak meşruiyet kazanması asla rasgele ve tesadüfi bir süreç değildir. Bilakis, dikkatlice tasarlanmış, zamana stratejik olarak yayılmış ve dış destekle şekillenmiş bir ‘’meşruiyet mühendisliği’’ sürecidir. Bu süreçte kullanılan kritik araçlar, atılan stratejik adımlar ve imaj yönetimi oldukça profesyonel ilerledi.
Elbette ki Ahmed eş-Şara bütün bunları tek başına yapmadı. Peki ona bu süreçte kim yardım etti ve neden onu parlattılar? Bu meşruiyeti ona ne karşılığında verdiler? Meşruiyet vermek tabi ki bir hediye, lütuf değildir, muhakkak ki bir çıkar ürünüdür. Uluslararası siyaset değerlerle değil çıkarlarla çalışır. Bir aktör geçmişi ne kadar karanlık olursa olsun eğer bugünkü düzenin bir ihtiyacını karşılıyorsa meşru hale getirilebilir.
Peki bu işin içinde kimler var? Öncelikle Katar. Katar, Arap Baharı’ndan bu yana Suriye muhalefetinin en büyük finansörüydü. Şara gibi Sünni muhafazakar (El-Kaide’den kopmuş) bir figür, Katar için kesinlikle ideal bir liderdi. Neden mi? Elbette ki, İran-Suud denkleminde bölgesel pozisyon kazanmak için. Bu çıkarı sebebiyle, özellikle Katar destekli medya kuruluşları (Al Jazeera, The New Arab) HTŞ’nin dönüşümünü olumlu makul ve oldukça rasyonel gösterdiler. Şara’nın yeni imajı dünyaya pazarlanırken arkasında tabi ki körfez sermayesi vardı. Körfez sermayesi Şara’nın meşrulaşması için önemli oranda medya yatırımları yaptı.
Türkiye’ye bakacak olursak, aslında Türkiye için mesele oldukça basitti. Suriye’nin Kuzeyi kaosa sürüklenirse, yeni göç dalgaları ve sınır ötesi tehditler artardı. Şara en azından düzeni kurmayı başarmış yabancı savaşçıları tasfiye etmiş bir güçtü. Ankara Şara ile doğrudan el sıkışmadı ama kapıyı da kapatmadı. Burada Türkiye için ana mesele, PYD’yi dengeleyecek bir Sünni Arap tamponu yaratmaktı. Sonunda dolaylı temaslar yoluyla, özellikle ABD, Türkiye ve Körfez ülkeleri, Şara’nın kullanılabilir bir figür olduğunu test ettiler. İstihbarat temelli analizler, radikalliğini bıraktığına dair görüşlerin yayılmasına neden oldu. Türkiye’de bu minvalde bu meşruiyete destek veren taraflardan birisi oldu.
Amerika ise, burada El-Kaide’den kopmuş bir Şara’yı hem İran etkisini sınırlayacak hem de radikal selefi akımların yerini dolduracak pragmatik bir oyuncu olarak değerlendirdi. Zaten SDG ile yapılan geçici uzlaşma, Washington’un dolaylı onayının işaretiydi. Peki Suudi Arabistan ve BAE neden destek verdi? Burada da Suriye’nin tamamen İran etkisine girmesi, Riyad ve Abu Dabi için kabul edilemezdi. Şara her ne kadar geçmişi ile rahatsız edici olsa da, Esad sonrası dönemde sünni dengeyi kurabilecek bir isim olarak görüldü.
Suudi Arabistan ve BAE için çıkar alanı, İran’a karşı mezhepsel dengenin oluşturulmasıydı. Direk olmasa da, Suudi Arabistan ve BAE kapalı kapılar ardında Şara’ya geçiş izni verdiler.
Bu meşruiyet inşasında elbette İsrail de var. İsrail elbette Şara’yı desteklemedi ama onun yönettiği İdlib’in İran destekli milislerden veya Hizbullah’tan daha az tehdit oluşturacağını öngörüyordu. Bu yüzden sessiz kaldı, zımni razı oldu. İsrail için çıkar alanı, Şam kapılarına İran bayrağının dikilmemesiydi.
Ve günün sonunda BBC, PBS, bazı think tank’ler röportajlar ve analizlerle Şara’yı yeni tip lider olarak pazarlayıp parlattılar. Çünkü Uluslararası STK’lar ve Medya için çalışılabilir bir alan arayışı vardı. Artık 2022 sonrası raporlarda, HTŞ’nin radikal değil pragmatik bir yapıya dönüştüğü yönünde değerlendirmeler yayınlandı. (Carnegie, Crisis Group) Şara’nın artık El-Kaide ile bağının kalmadığı, yerel güvenlik unsurlarına odaklandığı savunuldu.
Peki Şara ne yaptı da bu kabulleniş ve dönüşüm mümkün oldu? Öncelikle El-Kaide’den koptu, radikal kadroları tasfiye etti, Takım elbise ve kravat taktı, sivil idare kurdu, geçici anayasa ilan etti, Kürtlerle uzlaştı ve kendini alternatifsiz bir lidere dönüştürdü. Yani ‘’Beni değil, alternatifimi düşünün’’ diyerek kendini açıkçası mecbur bıraktırdı. Yani, alternatifsizlik, fiili güç, kontrollü imaj yönetimi, zorunlu koalisyonlar ve sonunda artık kabul edilebilirlik. Bu meşruiyet artık jeopolitik bir tercihe dönüştü.
Şu bir gerçek ki, kimse onu sevmedi. Ama herkes onun yokluğunda doğacak kaostan daha çok korktu. Böylece bir dönem terörist olan o kötü adam bugün Şam’ın Devlet Başkanlığı koltuğunda oturuyor. Çünkü bazen karanlık, ışığın kendisinden daha güvenli görünür.