Giriş…
Zaman zaman “I. Dünya Savaşı döneminde Araplar Osmanlı Devleti’ne isyan etmemiştir.” şeklinde akla zarar ve mesnetsiz iddialar ileri sürülür. Her şey bir yana Hâşimî Arap İsyanının elebaşı Şerif Hüseyin ve oğlu Abdullah bile bu isyanı ikrar ediyor zaten...
Şerif Hüseyin-McMahon Mektuplaşmaları…
1915 yılının ikinci yarısında Şerif Hüseyin ile (İngilizlerin Mısır Yüksek Komiseri) McMahon [1] arasında gerçekleşen mektuplaşmalarda Şerif Hüseyin, Arabistan yarımadasından Toroslara kadar uzanan geniş coğrafyada kendinin başında olacağı bir Arap İmparatorluğu kurulmasını İngilizlerin kabul ve taahhüt etmesi karşılığında, tebâsı olduğu Osmanlı Devleti’ne isyan etmeyi önermiş ve talep etmişti.
Muğlak bir kabul…
McMahon da 1916 yılı başında Şerif Hüseyin’in bahse konu uçuk- kaçık talebini muğlak ifadelerle kabul etmişti.
İsyanın başlaması…
Şerif Hüseyin liderliğinde 5 Haziran 1916 tarihinde başlayan Haşimî Arap isyanı, İngilizlerle iş birliği halinde sırasıyla Hicaz bölgesi, Filistin güneyi ve Filistin Cephesinde (Halep'e dek uzanan bölgede) Ekim 1918 ayı sonuna dek devam etmiştir.
Suriye Askerî Valisi ve 4. Ordu Komutanı Cemâl Paşa’nın Ağustos 1915 ve Mayıs 1916 aylarında Beyrut ve Şam’da devlete ihanetle suçladığı bazı Arapları idam ettirmesiyle oluşan gergin ortamı değerlendiren ve bunları bahane eden Şerif Hüseyin, 5 Haziran 1916 tarihinde Mekke’de Hâşimî Arap İsyanını başlatmıştır.
Mesnetsiz bilgiler içeren bir beyânneme …
Şerif Hüseyin, isyanın başlamasının hemen ardından (27.06.1916) bir beyannâme yayınlayarak isyandan, İttihat ve Terakki Hükûmetini sorumlu tutmuş, bu beyannâmede Şerif Hüseyin, Halife-Padişaha karşı cephe almaktan özellikle kaçınmış, isyanını meşrulaştırmak için İttihat ve Terakki Partisini “dinsizlik” ile suçlamaktan geri durmamış, ayrıca bu isyanın hiçbir dış güce dayanmadığını söylemiştir.
İsyana meşrûiyet kazandırma çabalarının sürmesi
Şerif Hüseyin, Eylül 1916 ayında da bir beyannâme daha yayınlayarak İttihat ve Terakkî Hükûmetine yönelik suçlamalarını sürdürmüştür. Şerif Hüseyin’e göre; Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu şartlar gereği harbe girmesi yanlış olduğu gibi İttifak Devletleri cenahında harbe girmesi de ayrı bir yanlış olup Osmanlı yönetimi, bu büyük hataları yaparak Arapları isyana mecbur etmiştir.
Şerif Hüseyin’e göre; esasen devletin mahvına ve Anadolu halkının perişanlığına sebep olan İttihat ve Terakkî Partisinin ileri gelenleri olup onlar da Enver Paşa, Cemâl Paşa, Talat Bey ve adamlarıdır. Osmanlı Devleti’nin esas siyaset yolu ise 19. Yüzyıldaki büyük Osmanlı devlet adamlarının ricâlinin kurdukları siyaset yolu olup İngiltere ve Fransa hükûmetleri ile daimî bir dostluktan ibaret olduğu ve tarihte de sabit olduğu üzere devlete büyük faydalar sağlayan bu siyasetten ayrılmaya yegâne sebep ise İttihat ve Terakkî’nin ileri gelenleridir.
Arap âlim Reşit Rıza’nın isyana bakışı…
Arap İsyanının, İttihat ve Terakkî ileri gelenlerine karşı olduğunu belirten Şerif Hüseyin bu isyana her Müslümanın destek vermekte olduğunu ve hatta Osmanlı Padişahının dahi bu kanaatte olduğunu belirtir. Arapçılık hareketinin önemli isimlerinden Reşit Rıza (1865-1935) da Mekke’de yayınlanan El-Kıble gazetesinde yer alan mülâkatında, bu isyanın, Arapları, Osmanlı Devleti’ni bekleyen kötü kaderden kurtarmak maksadıyla İttihat Terakkî yönetimine karşı yürütüldüğünü izah ede belirtir.
İsyanın kademeli olarak genişlemesi…
Kademeli olarak genişleyen isyan kapsamında asiler 16 Haziran’da Cidde’yi, 9 Temmuz’da Mekke’yi 17 Eylül’de de Taif’i ele geçirir. Böylece Hicaz bölgesindeki Medine dışındaki önemli şehirler isyancıların eline geçmiş olur. Etkisi ve kapsama alanı zamanla genişleyen Hâşimi Arap İsyanı Mondros Mütârekesi’ne [2] dek devam eder.
İsyan sürecinde Lawrence ile iş birliği…
İngiliz sömürgesi olan Mısır’daki Kahire’de bulunan Arap Bürosuna (İngiliz İstihbarat Dairesine) bağlı olarak faaliyet gösteren İngiliz casus Thomas Edward Lawrence ile birlikte hareket eden Arap milisleri, Hicaz demiryoluna saldırılar düzenlemeye ve Osmanlı birliklerine kayıplar verdirmeye başlarlar. Bir yandan İngilizlerle çarpışan bölgedeki Osmanlı kuvvetleri, Şerif Hüseyin'in oğulları komutasındaki Arap birliklerine karşı da savaşmak zorunda kalırlar.
İthamlar ve lanetlenme…
Şerif Hüseyin, isyan sonrasında pek çok yerden ardı ardına yapılan açıklamalarda ihanetle itham edilir ve Müslüman bir devlete karşı İngilizler ile iş birliği yapmış olmaktan dolayı lânetlenir.
Hicaz Kralı…
Şerîf Hüseyin, Kasım 1916 ayında da kendisini Arap ülkelerinin kralı ilân eder. Ancak I. Dünya Savaşı sonrasında bölgede yaşanan gelişmeler ve İngilizlerin bölgesel politikaları nedeniyle ne kendisi tahtta fazla kalır ne de kurduğu devlet uzun ömürlü olur.
Sykes-Picot Anlaşması…
İngilizler, Osmanlıya isyan etmesi ve bölgede İngilizler safında savaşa dâhil olması için Şerif Hüseyin’e bazı uçuk kaçık taahhütlerle bulunmuş olmalarına rağmen bu taahhütten beş ay sonra Fransızlar ile imzaladıkları Sykes [3] - Picot [4] Anlaşmasında (16.05.1916) bu taahhütlerini hiç de dikkate almamışlardı.
Oysa…
Oysa 1916 yılı başında Şerif Hüseyin ile McMahon arasında uzlaşılan hususlar (Şerif Hüseyin’e vaad edilen Arabistan yarımadasından Toroslara kadar uzanan Arap İmparatorluğu) ile Sykes-Picot Anlaşmasında öngörülen Ortadoğu haritası arasında hiç mi hiç benzerlik yoktu
Bolşeviklerin ifşaatları…
Ekim (1917) Devrimi [5] sonrasında Lenin liderliğindeki Bolşevik Rusya idaresi, Rus Çarlığı arşivlerinde yer alan ve I. Dünya Savaşı’nda Müttefikler arasında akdedilen gizli anlaşmaları dünya kamuoyuna açıklamıştı. Bu gizli anlaşmalardan biri de Osmanlı Devleti’nin Ortadoğu’daki topraklarının İngiltere ve Fransa arasında paylaşımına ilişkin Sykes-Picot Anlaşmasıydı.
Çok fena aldatılma…
İngilizler Şerif Hüseyin’i çok fena aldatmışlardı.
Bolşevik Rusya’nın bahse konu açıklaması sonrası Sykes-Picot Anlaşması’ndan haberdar olan Şerif Hüseyin bu konuda Kahire’deki İngiliz Yüksek Komiseri Sir Reginald Wingate’den izahat istemişler ise de Sir Reginald Wingate de söz konusu anlaşmanın sadece bir müsvedde çalışma olduğunu belirterek Şerif Hüseyin’i geçiştirmişti.
Şerif Hüseyin’in gücünü kıran iki önemli gelişme…
Ekim (1917) Devrimi’nden sonra savaştan çekilen Ruslar tarafından gizli bir anlaşma olan Sykes-Picot Antlaşması’nın (16.05.1916) ifşa edilmesi ile Filistin topraklarında bir Yahudi devletinin kurulmasını destekleyen Kasım 1917 tarihli Balfour Deklarasyonu, Şerîf Hüseyin’in gücünü kıran iki önemli gelişme olur.
Osmanlı yönetiminin Şerif Hüseyin’le uzlaşma girişimi…
Bu iki önemli olay Osmanlı yönetimini Şerif Hüseyin ile temasa geçmeye sevk etmiştir. Bunun üzerine Cemâl Paşa tarafından Şerif Hüseyin’in ikinci oğlu Faysal’a ve Şerif Hüseyin’in milis kuvvetler komutanı Cafer el-Askerî’ye birer mektup gönderilerek bir uzlaşma girişiminde bulunulmuştur.
Cemâl Paşa mektubunda isyan eden Arapların İngilizler tarafından nasıl aldatılmış olduklarının artık ortaya çıktığından bahisle Arap vilayetlerine tam özerklik verilmek şartıyla bir uzlaşma teklifi yapmış ise de Şerif Hüseyin bu teklifi reddettiği gibi Cemâl Paşa’nın bu girişimini İngilizlere bildirmiştir.
İngilizlerin karşı hamlesi…
Cemâl Paşa’nın, Şerif Hüseyin’le uzlaşma girişiminden kaygılanan İngiliz yönetimi harekete geçerek ona gerçek durumu yansıtmayan garantiler vermiş, (1917-1919 döneminde İngiltere’nin Mısır Yüksek Komiseri) Sir Reginald Wingate bir telgrafla, Bolşevikler tarafından ifşâ edilen Sykes-Picot Anlaşmasına ilişkin belgelerin Müttefik Devletler arasında zorlukları önlemeye yönelik eski bir görüşme ve geçici bir mutâbakat zaptından [6] ibaret olup bir anlaşma olmadığına dair teminat vermiştir. Görünen o ki Şerif Hüseyin de bu garantilere inanmaya meyillidir.
Kırılan gururu telâfî eden bir zafer…
Aralık 1916 ayı sonunda üstün kuvvetlerle ileri harekâta başlayan Irak Cephesindeki İngiliz kuvvetleri karşısında tutunamayan ve ricat etmeye başlayan hâlinde olan Osmanlı kuvvetlerinin Bağdat’ta da tutunamaması üzerine geri çekilinmiş, sayı ve silahça çok üstün İngiliz Kuvvetleri 11 Mart 1917 tarihinde Bağdat’ı işgâl etmişlerdi. Çanakkale Cephesinde kırılan İngiliz gururunun ardından Bağdat’ın işgâl edilmesi İngilizleri çok sevindirmişti.
Şerif Hüseyin’in kutlama telgrafı…
Bu başarı üzerine orgeneralliğe terfi ettirilen Mezopotamya İngiliz-Hint Sefer Kuvveti Komutanı General Stanley Maude; Müttefiklerden, Şerif Hüseyin’den, başta İngiltere Kralı olmak üzere ileri gelen zâtlardan ve halktan birçok tebrik telgrafı alır. Şerif Hüseyin’in tebrik telgrafında ise şu hususlar ifâde ediliyordu:
“Bağdat şehri, kendisini Turanîlerden (Türklerden) kurtardığınız için Cenab-ı Kâdir-i Mutlak’a (her şeye gücü yeten Allah’a) teşekkür edecektir.
İnşallah Garp (Batı Avrupa) Cephesi’nden de böyle müjdeler işiteceğiz.
Ben hürriyetleri ihlâl edilen milletleri adalet ve meziyetleri ile müdâfaa edenlerin (İngilizlerin ve Müttefiklerinin) muzaffer olmasını dilerim.”
Osmanlı yönetiminin Şerif Hüseyin’le ikinci uzlaşma girişimi…
Enver Paşa da Faysal’la uzlaşmak için girişimde bulunmuş, bu çerçevede 11 Mayıs 1918 tarihinde Suriye Valisi Tahsin (Uzer) Bey’e gönderdiği yazıda Faysal ile iletişim kurulmasını, bağımsızlıktan bahsedilmemek kaydıyla Osmanlı Devleti’ne bağlılığının sağlanması ve Arap aşiretlerinin devlet tarafına çekilmesi için gayret gösterilmesini istemiş, bu hususta 4. Ordu Komutanlığına da talimat verdiğini de eklemiştir. Tahsin bey kanalıyla Faysal’a iletilen tekliflere karşı bunların kabulü için Faysal tarafından çok ağır şartlar ileri sürülünce bu girişim de sonuçsuz kalmıştır.
İngilizlerce tepe tepe kullanılan bir figür…
İngilizler, Hâşimî Arap İsyanı boyunca verdiği altınlar, silahlar ve boş taahhütler karşılığında Şerif Hüseyin’i (ve emrindeki Arapları) tepe tepe kullanmıştır.
Paris’te acı gerçeğin farkına varmak.
I. Dünya Savaşına son verecek barış antlaşmalarının esaslarının belirlemek üzere 18 Ocak 1919 tarihinde Paris Barış Konferansı [7] açılmıştı. Bu konferansa Şerif Hüseyin’i temsilen oğullarından (daha sonra Irak Kralı olacak) Emir Faysal katılmıştı. Emir Faysal, Paris’te iken savaş döneminde İngilizler tarafından babasının ve Arapların ne kadar fena bir şekilde kullanılmış ve aldatılmış olduklarını apaçık gördü.
Selvi gibi ümitler döndü birer iğdeye…
İngilizlerin I. Dünya Savaşı sonrasında, Şerîf Hüseyin’in oğullarından Emir Abdullah’ı İngiltere Mandasında Ürdün Emiri, Faysal’ı da Irak kralı yapması bu muhteris âsînin Arap dünyasındaki itibarını iyice sarstı.
Bu şartlarda Şerif Hüseyin geniş bir Arap İmparatorluğu ile değil sadece Hicaz Krallığı (1916-1925) ile yetinmek zorunda kalacaktı. O krallığın ömrü de 1920’lerin ortasına kadar sürecek, Necid bölgesinin hâkimi olan İbn Suud komutasındaki Suudi kuvvetlerin Hicaz’a saldırısı sonucu (1924) Şerif Hüseyin tahtını oğlu Ali’ye bırakarak (Ekim 1924) İngiltere sömürgesi Kıbrıs’a sürgüne gidecek, ertesi yıl da Suudlar, Hicaz’ı tamamen işgal ederek (Kasım 1925) Hicaz Krallığına da son vereceklerdir
Sonuç yerine…
Arap nüfusun yaşadığı coğrafyada bir Arap krallığı ile halifelik makamını kendi üzerinde birleştirmeyi planlamış olan, bu amaçla İngilizlerle yakın bir iş birliğine girmiş ve ciddi anlamda destek almış olan Şerif Hüseyin’in sadece Hicaz Krallığı (1916-1924) dönemi değil, Kıbrıs’taki sürgün yılları (1924-1930) da pek ibretliktir.
Şerif Hüseyin’in Kıbrıs’taki sürgün hayatı devam ederken 1930 yılında rahatsızlanması üzerine başında oğlu Emir Abdullah’ın bulunduğu İngiliz Mandasındaki [8] Ürdün’ün Emirliğine [9] gitmiş, ertesi yıl da ölmüş ve Kudüs’e defnedilmiştir.
Not: Konu, farklı başlıklar altındaki sonraki makalelerimde devam edecektir.
© 2025 Bu makalenin / yazının içeriğinin telif hakları yazarına ait olup, 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu gereği kaynak gösterilerek yapılacak kısa alıntılar ve yararlanma dışında, hiçbir şekilde önceden izin alınmaksızın kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayımlanamaz ve dağıtılamaz.
SONNOTLAR
[1] Arthur Henry McMahon (1862-1949). İngiliz diplomat ve 1914-1917 döneminde Mısır Yüksek Komiseri olarak görev yapmış bir Hindistan Ordusu subayıydı. McMahon, Tibet ve Hindistan arasında “McMahon Hattı” kadar “McMahon-Şerif Hüseyin Mektuplaşması” ile de iyi bilinir. 1915-1917 döneminde İngiltere’nin Mısır Yüksek Komiseri olarak görev yapmıştır. Onun bâriz özelliklerinden biri de I. Dünya Savaşı’nda, Osmanlı Devleti’ne karşı başlatılan Arap İsyanı’nda Lawrence’ın oynadığı role olan desteğiydi.
[2] Mütâreke, silah bırakışması ya da ateşkes antlaşması devletler hukukuna göre, kesin barış antlaşması yapılıncaya kadar yürürlükte olabilecek bir belgedir. Bunun iki şekli mevcut olup, bunlardan birincisi: ateş kesilmesi ki, bölgesel savaş yerinde yaralıların ve ölenlerin kaldırılması gibi bazı zorunlu durumlar karşısında savaşı kısa bir süre durdurmak, ikincisi ise mütâreke yahut silah bırakışması ise hukukî bakımından bazı kuralların belirlendiği bir uygulamadır. Bu kapsamda silah bırakışması antlaşmasına; fiilen mütârekenin başlayacağı tarih, mütârekenin süresi, tarafsız bölgenin belirlenmesi, halkla ilişkiler, yasak eylemler, savaş esirleri ve daha başka konular üzerinde maddeler konulabilir. Ancak mütâreke, hukuk açısından savaşın kesinlikle sona erdirilmesine varmayabilir. Bu bakımdan ordu için terhis ve silahsızlanmaya ait hükümlerin bulunmaması gerekir.
[3] Mark Sykes (1879-1919). Yakın ve Uzakdoğu’da incelemeleri ve bu bölgelerin iktisadî ve siyasî durumları hakkında yazmış olduğu kitaplarla tanınmış bir İngilizdir. I. Dünya Savaşı sırasında Mezopotamya ve Suriye’deki Müttefik çıkarlarının sınırlarını tespit etmek için İngiltere tarafından Fransa ile görüşmeye memur edilmişti. 1916 yılındaki Sykes-Pi-cot Antlaşmasını hazırlayanlardan biridir.
[4] George Picot (1870-1951). I. Dünya Savaşı esnâsında Osmanlı Devleti egemenliğindeki Arap topraklarının İngiltere ve Fransa arasında paylaşımını öngören Sykes-Picot Antlaşması’nı İngiliz diplomat Mark Sykes ile birlikte imzalayan Fransız diplomattır.
[5] Ekim Devrimi Geçmişte Rusya İmparatorluğu başta olmak üzere Ortodoks ülkelerde yaygın olarak kullanılan Jülyen Takvimi ile Gregoryen Takvimi arasında Jülyen Takvimi aleyhine sadece gün bazında on üç günlük bir fark mevcuttu. Bu farklılık başkent Petrograd’da Bolşeviklerin iktidarı ele geçirdiği tarih konusunda da kendini somut olarak hissettirir. Gregoryen Takvimine göre 7 Ekim 1917 tarihinde gerçekleşen Bolşevik Devrimi, bu devrimin gerçekleştiği esnada Rusya’da yürürlükte olan Jülyen Takvimine göre 25 Ekim 1917 tarihinde gerçekleştiğinden bahse konu devrim “Ekim Devrimi” olarak bilinir.
[6] Mutabakat Zaptı, iki taraflı ya da çok taraflı bir tür anlaşma olup taraflar arasındaki irade birliğini ifade eder ve ortak bir hareket tarzının amaçlandığını gösterir. Genellikle, tarafların yasal bir taahhütte bulunmadığı veya tarafların yasal olarak uygulanabilir bir anlaşma oluşturamadığı durumlarda kullanılır.
[7] I. Dünya Savaşı’nın temeli sayılabilecek Milletler Cemiyeti (MC), I. Dünya Savaşı’na son veren mütârekelerin imzalanmasının tarafından, savaşın mağlubu ülkeler ile imzalanacak barış antlaşmalarının esaslarını belirlemek üzere 18 Ocak 1919 tarihinde toplanan uluslararası nitelikli Paris Barış Konferansı’nın 25 Ocak 1919 tarihinde yapılan toplantısında, amacı, ülkeler arasında yaşanabilecek problemleri barışçı yollarla çözmek olan bir teşkilât kurulmasına yönelik verilen kararına istinâden 10 Ocak 1920 tarihinde İsviçre’de kurulmuştur. Bu teşkilât II. Dünya Savaşı’nın ardından 1946 yılında dağılmıştır.
[8] Manda, Fransızca “yetki, görev” anlamına gelmekte olup, I. Dünya Savaşı'ndan sonra bazı az gelişmiş ülkeleri, kendi kendilerini yönetecek bir düzeye eriştirip, bağımsızlığa kavuşturuncaya kadar MC adına yönetmek için bazı büyük devletlere verilen yetkidir. Geleneksel sömürgeciliği tasfiye etmeye yönelik bir proje olarak düşünülmüş olan manda, uygulamada, sömürgeciliğe benzer sonuçlar doğurmuştur.
[9] Ürdün Emirliği: İngiltere’nin Milletler Cemiyeti (MC)’nin onayıyla 1922 yılında kurulan Filistin Mandasını oluşturan iki devletten biri ve eski bir Osmanlı toprağıdır. Bu emirlik varlığı boyunca Şerif Hüseyin’in oğullarından ve bugünkü Ürdün Kralı Abdullah’ın dedesinin babası olan Emir Abdullah tarafından yönetilmiştir (1921-1951). Ülkenin sınırları Ürdün Emirliği ve Hâşimî Ürdün Krallığı'nın 1942–1965 yılları arasındaki sınırları ile aynı olup bugünkü Ürdün sınırlarından biraz farklıdır. Ürdün Emirliği bağımsızlığına kadar MC ve İngiltere’nin koruması altında kalmıştır. Bu devlet için önceleri “Ürdün Nehri’nin doğusu” anlamına gelen “Şark'ül Ürdün” adı da kullanılmıştır. Transürdün ile aynı anlamadaki Mavera-i Ürdün adı da “Ürdün Nehrinin ötesi” anlamına gelmekte olup bu isimler tarihte daha önce hiç kullanılmamıştır. Bu devletin bulunduğu topraklar, bu devlet kurulmadan (1946) önce 1927-1946 döneminde İngiltere Krallık Vekili Alec Kirkbride tarafından yönetilmiştir. Bu ülke 1946 yılında bağımsızlığını kazanması sonrası Ürdün Hâşimî Krallığı adını aldı.
KAYNAKLAR
Arı, Kemâl; I. Dünya Savaşı Kronolojisi, Gnkur.Bsmv., Ankara 1997.