?>

Toplumumuzun Kırılgan Düğümü

Hülya AKBUL-ÇAKIR

4 saat önce

Toplumların gelişmişlik düzeyleri sadece ekonomik ya da teknolojik ilerlemelerle ölçülmez. Aynı zamanda bireylerin birbirleriyle kurduğu iletişim biçimi, düşünceleri ifade etme şekli ve farklı fikirlere karşı anlayış ve tavır alma şekli de bir toplumun olgunluğunu gösterir. Türk toplumu, köklü bir medeniyetin mirasçısı olarak güçlü değerler taşımakla birlikte, iletişim kültüründe maalesef önemli bir zaafı da bünyesinde taşımaktadır. Bizde farklı düşünceler bir araya geldiğinde çoğu kez tartışma değil, kavga çıkmaktadır. Bir söze karşı çıkmak, karşıdakini dinlemekten çok onu yenmek ya da susturmak anlamına gelmektedir. Aynı şekilde yine bir eksikliği dile getirmek çoğunlukla bir küçümseme ya da saldırı olarak algılanmaktadır.

Bir arada yaşayan insanların aynı şeyi ve aynı şekilde düşünmesi mümkün değildir. Farklı bakış açıları aslında toplumun zenginliğini ortaya koymaktadır. Fakat bizde farklılık, çoğu zaman tehdit gibi görülür. Birisi “ben böyle düşünmüyorum” dediğinde, bu cümle, karşı tarafın kişiliğine yönelmiş bir reddediş gibi algılanmaktadır. Toplumumuzda tartışma, çoğu kez bir "kazanan–kaybeden" denklemine indirgenmektedir. Bundan dolayı da görüş farklılıklarında, taraflar savunma veya üstün gelme çabasına girmektedir. Bu da fikirlerin birbirini tamamlamasına değil, kişilerin birbirini kırmasına yol açmaktadır. Halbuki söylenen şey sadece bir fikre yöneliktir ama biz o fikri kendimizle bütünleştirdiğimiz için, eleştiriyi sanki şahsımıza açılmış bir savaş gibi algılamaktayız. Böylece tartışma, bir zenginleşme aracı olmaktan çıkıp bir tehdit unsuru haline gelir.

Halbuki eleştiri, toplumların ilerlemesi için vazgeçilmezdir. Eleştiri sayesinde kurumlar daha sağlıklı işler, bireyler kendilerini geliştirir, toplumsal sorunlar görünür hale gelir. Böyle bir algı, hem eleştiriyi yapanı susturur hem de eleştirilenin gelişme fırsatını elinden almıi olur.Bu şekildeki bir tutumun psikolojik kökleri de dikkate değerdir. Türk toplumunda aidiyet duygusu, bireysellikten daha baskındır. Aile, akrabalık, mahalle, millet gibi bağlar bireye kimlik kazandırır. Bu nedenle herhangi bir eleştiri ya da farklı fikir, sadece bir düşünceye değil, kişinin tüm varlığına yönelmiş gibi hissedilir. Buradaki duygu ve düşünce "Beni eleştiriyorsan, beni reddediyorsun" algısı olarak dönüş yapmaktadır. Bu duygusal bakış açısı ise sağduyulu ve makul bir değerlendirmeyi gölgelemektedir.Unutmayalım ki tartışmayı kavga, eleştiriyi saldırı gibi algılamak, toplumsal ilişkilerde ciddi sorunlara yol açmaktadır. Kişilerin bireysel gelişimleri aksar ve kendi elleriyle engellenir. Bu kısır döngünün içinde boğuşurken fikir ayrılıkları ortak çözüme yönelmek yerine, muhalif cephe olarak bir çatışmaya dönüşmektedir ve zaman içinde bu sorgulanmayan bir alışkanlığa dönüşmüştür.Halbuki bu kısır döngüden çıkmak mümkündür. Öncelikle farklı düşüncelerin varlığını kabullenmek gerekir. Birinin bizimle aynı fikirde olmaması, bizi değersiz kılmaz. Aksine, birlikte düşünme fırsatı sunar.  Ve eleştiriyi kişiliğimize değil, yapılana veya davranışımıza yönelmiş bir öneri olarak görebilmeyi öğrenmeliyiz. Ayrıca, toplumsal hayatın ama gerçekten her alanında karşılıklı konuşma ve dinleme kültürünün güçlendirilmesi gerekir.Nihayetinde bir toplumun olgunluğu, farklı seslere nasıl davrandığıyla ölçülür. Eğer her tartışmayı kavga, her eleştiriyi saldırı sayarsak, kendi kendimizi susturmuş oluruz. Oysa gerçek gelişme, fikirlerin çarpışmasından doğar. Yeter ki bu çarpışmayı bir çatışma değil, bir buluşma olarak görebilelim.

YAZARIN DİĞER YAZILARI