
Türk basın dünyasında önemli bir yere sahip olan gazeteci-yazar Şefik Kantar, 1979 yılında Almanya’ya adım atmasıyla birlikte Avrupa’daki Türk toplumunun nabzını tutmaya başladı. Kalemiyle olduğu kadar kitaplarıyla da iz bırakan Kantar, hem göçmen işçilerin hem de genç kuşakların kimlik ve gelecek arayışlarına tanıklık etti.
Biz de Eura24 olarak, 2009 yılında Türkiye’ye dönene kadar Avrupa’daki Türk toplumunun sorunları, kazanımları ve geleceğine dair birikimlerini kendisinden dinledik. Gazeteciliğinin perde arkasını, kitaplarının hikâyesini ve Avrupa’daki Türklerin geleceğini konuştuk.
GAZETECİLİK ve YAYINCILIK ÜZERİNE
Eura24: Almanya’ya ne zaman ve hangi gerekçeyle geldiniz? İlk yıllarınız nasıl geçti?
Şefik Kantar: Almanya’ya 1979 yılında geldim. Geliş gayem Türkiye’de devam ettiremediğim tahsilimi devam ettirmekti. Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nden Fachhochschule Köln’e nakil yaptırarak geldim. Tabii ilk yıllar öncelikle Almanca öğrenmek, tahsili devam ettirmek ve yaşadığımız ülke hakkında bir kanaat sahibi olmak için azami gayretle geçti.
Eura24: Almanya da Gazetecilik! ilginiz nasıl başladı? Bu alandaki ilk deneyiminiz neydi?
Şefik Kantar: Gazeteciliğe ilgim Türkiye’de başlamıştı. 1975-1978 yılları arasında Ülkü Ocakları’nın basın faaliyetlerini büyük ölçüde ben yürüttüm. ‚Büyük Türkiye’ye HASRET Gazetesi’ni çıkarttım. Değişik dergi ve gazetelerde katkılarım oldu. Bu vesilelerle oluşmuş merakım Almanya’da da devam etti. Gelişimden itibaren değişik gazete ve dergilerle ilgim oldu. Bazı dergilerde müstear isimlerle ideolojik yazılar yazdım. Bu arada Köln’de kesintili şekilde yayınlanan haftalık gazetelerde hem köşe yazarlığı hem muhabirlik yaptım. Daha sonra kendim yayını 25 yıl gibi bir süre devam eden İntertürk isimli mahalli gazeteyi yayınladım.
Eura24: Sizi yazmaya, özellikle de Türk toplumunun meselelerini yazmaya iten motivasyon neydi?
Şefik Kantar: Kendimi bildim bileli milletimizin meselelerine ilgi gösteren birisiyim. Bu Almanya’da da devam etti. Milletini seven bir kişi olarak milletin dertlerine çare aramak, meselelerini dile getirmek, daha müreffeh ve huzurlu bir geleceğin inşasına karınca kararınca katkı sağlamak azmi herhalde en önemli motivasyon kaynağıydı. Kaldı ki Almanya’da ve Avrupa’daki insanlarımız siyasi, iktisadi, kültürel çok yönlü bir saldırı altındadırlar. Bunlara kafa yormak ve çıkış yolları aramak zannımca herkesin görevidir.
Eura24: Gazetecilik yapmak gazete çıkarmak gibi zor bir alanda onlarca yıl ısrarla üretken kalabilmenizin sırrı nedir?
Şefik Kantar: Millete karşı sorumluluk duygusu ve meslek sevgisi olsa gerektir. Çünkü bildiğiniz gibi gazetecilik zor bir meslektir. Gazetecilik mesleğine aşkla bağlı olmayanların sürdürebilecekleri bir alan değildir.
Eura24: Türkiye kökenli göçmen toplumun medya ihtiyacı sizce bugün hangi noktada?
Şefik Kantar: Almanya’da ve Avrupa’daki Türk toplumunun iyi bir medyaya ihtiyacı her geçen gün daha da artmaktadır. Çünkü digitalleşmenin devreye girmesiyle yaşanan savrulma en çok bu sektörü etkiledi. Elbette Türk medyasının içinde bulunduğu durumun tek müsebbbibi digitalleşme değil; daha derin ve temel problemler var. Bu konular masaya yatırılmadan ve daha da önemlisi tespit edilen çözüm teklifleri ciddiyetle hayata geçirilmeden toplumumuzun bu sahadaki ihtiyaçlarının karşılanması ne yazık ki zor görünmektedir.
Eura24: Almanya’daki Türk medyasının değişimini nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce bugün yeterince nitelikli mi?
Şefik Kantar: Almanya’daki Türk medyasında bir değişimden ziyade bir çöküş, bir yok oluş görmekteyim. Günlük gazetelerimizin bir kısmı kapandı, bir kısmı ise yayınlarını giderek etkisiz, işlevsiz ve gittikçe daha da önemsizleşerek sürdürme gayretindeler. Bu elbette üzücü bir durum, ancak çare olarak da bu konu üzerinde ciddiyetle kafa yoranların bulunmadığı gerçeğiyle karşı karşıyayız. Binbir fedakarlıkla yayın yapmaya çalışan mahalli yayın organları da bilhassa ekonomik olarak büyük bir baskı altındadırlar. Televizyon yayınları da etkili olmaktan uzaktır, çünkü yeteri kadar güçlü değildirler. Geleceğin inşasında medyanın rolü ne yazık ki yeteri kadar dikkate alınmamaktadır. Bu toplumumuzun geleceği açısından büyük bir tehdit oluşturmaktadır.
KİTAPLARI ÜZERİNE
Eura24: Şu ana kadar çok sayıda kitap yayımladınız? Konu olarak en çok hangi temalara odaklandınız?Kitaplarınızda Almanya’daki Türk toplumunun hangi yönlerini özellikle vurguluyorsunuz? Yazdığınız kitaplardan hangisi sizin için özel bir yere sahip ve neden?
Şefik Kantar: Yayınlanan sekiz kitabım var. İlk kitabım ‚Çarmıha Gerilen Bebek‘ adlı bir romandı. Almanya’daki insanımızı anlatıyordu. Ardından ‚Allah’a Bir Ev Yapmak‘ adlı yine Almanya’daki meselelerimizi ele aldığım bir kitap yazdım. Daha sonra yine Almanya ile ilgili ‚Yadeller Aldı Bizi‘, ‚Türkleşmek, İslamlaşmak, Almanlaşmak‘ ve ‚Köln Mektupları‘ adlı kitaplarım yayınlandı. Bu kitaplarla aslında Almanya’yı, Avrupa’yı ve özellikle de Türk toplumu ile ilgili genel bir bakış açısı vermeye çalıştım. Ne kadar başarılı olabildiğimin tespiti ve değerlendirilmesi elbette değerli okuyucularımıza aittir.
Almanya ile ilgili olan kitaplarım dışında ‚Bugünün Diliyle Sarı Saltuk Baba‘, ‚Bugünün Diliyle Gül Baba‘ ve ‚Cihadla Terör Arasında‘ adlı kitaplarım yayınlandı. Bu günlerde 12 Eylül öncesi Türkiyesi’nin anlatıldığı ‚Bir Hasretin Hikayesi‘ adlı kitabım okuyucularla buluşacak.
İnsan yazarken en önemli kitabını yazmakta olduğunu düşünür, ancak hangi kitabın daha iyi, tesirli, güzel olduğuna nihayetinde okuyucu karar verir, diye düşünüyorum.
Eura24: Türk toplumu hakim kültürlerin bütün baskı ve dışlamalarına rağmen Avrupa ülkelerine neden dört elle sarılmış gibi geriye toplu dönüşler olmuyor?
Şefik Kantar: İlk nesillerin öncelikli gayesi yeteri kadar para kazandıktan sonra memlekete dönmek ve elde ettiği imkanları değerlendirerek kendisine iyi bir gelecek sağlamaktı. Fakat günümüzde Avrupa’daki insanlarımızın büyük bir kısmı orada doğup büyüyen, oranın hayat şartlarına, iş hayatına ve kültürel değerlerine alışan kitlelerden dönüşüyor. Bu insanlara son 30 yıldır, artık Avrupalı oldukları, Türkiye’nin onlar için ancak bir turistik yer olduğu telkin ediliyor.
Avrupa’da yerleşik olmak Türkiye’deki sonu gelmez çalkantılar da dikkate alındığında yeni nesillere daha cazip geliyor. Öte yandan eski nesilleri Türkiye’ye bağlayan akrabaları, hemşehrileri yanında köyleri, kasabaları, yaylaları, dağları, ovaları vardı. Yeni nesiller için bunlar söz konusu değil. Çünkü onlar başka değerleri ön plana çıkaran bir anlayışın etkisinde büyüdüler.
Avrupa’da insanlarımızın alıştığı ‚düzenli hayatı‘ Türkiye’de bulamamak genel bir şikayet konusu. Birçok insanımız Türkiye’ye uyum sağlayamama korkusu içerisinde. Bilhassa gençler, Türkçelerinin yetersizliği ve lehçeleri, davranışlarını nasıl ayarlayacakları konusunda sıkıntı yaşayacaklarını düşünüyor. İzne geldikleri zaman yaşadıkları bazı hadiseler bu endişelerin yükselmesine yardımcı oluyor.
İşin enteresan bir tarafı ise gerek devlet kurumlarının gerekse sivil toplum kuruluşlarımızın genç kitlelere Türkiye’yi tanıtmak ve sevdirmek, Türkçeyi öğretmek ve sevdirmek hususunda yeterli bir gayretin içerisinde olmamalarıdır.
Eura24: Almanya’daki Türk toplumunun 1960’lardan bugüne geçirdiği dönüşümü nasıl özetlersiniz?
Şefik Kantar: 1960’lı yıllarda başlayan Avrupa’ya işçi göçü ve ondan sonra yaşananlar bütün yönleriyle ele alınıp değerlendirilmesi gereken orijinal bir konudur. Ayrı dinden, ayrı dilden, ayrı kültürden ve sayıları milyonlara ulaşan kitlelerin o günden bu güne yaşadığı olumlu veya olumsuz neticeler doğuran bir hayli değişik gelişme vardır. Bunların detaylarına girmek bu sohbetin sınırlarını aşabilir. Ancak şunu söyleyebilirim ki Almanya ile yazdığım kitaplar topluca bu soruya cevap maksadı ile kaleme alınmış kitaplardır.
Eura24: Sizce Türk gençleri bugün hangi kimlik bunalımlarını yaşıyor?
Şefik Kantar: Gençlerimiz, iki ve daha çok kültür arasında bocalamaktadır. Babasının, dedesinin memleketten getirdiği değerlerle, yaşadığı ülkedeki değerler arasında büyük farklılıklar olduğunu görmekte, ne zaman hangi değeri sahipleneceğini, neye göre hareket edeceğini bilememektedir.
Hangi fedakarlığı yaparsa yapsın yaşadığı ülke tarafından yeterli kabulü görememenin verdiği psikolojik travma yetmezmiş gibi, içinden geldiği toplum tarafından da kendisine gerekli sahiplenmenin gösterilmediği gerçeğiyle karşı karşıyadır. Kendi ülkesinden ve toplumundan kopuşun karşı karşıya bıraktığı yabancılaşma, nerede duracağı belli olmayan savrulmalara sebebiyet vermekte, geleceğin belirsizliği gelecekten korkuyu tetiklemekte, bu da bunalımlı bir gençlik, bunalımlı bir toplumun temelini oluşturmaktadır.
Öte yandan popüler kültürel etkilerin saldırı ve yolaçtığı tahribat, bilhassa gençleri kurtulması güç bir tuzağın içindeymişçesine ezmekte, bunaltmaktadır. İşin kötü yanı, babaların, dedelerin geldiği anavatanın da benzer kültürel saldırıların hedefi olması ve milli, dini, mahalli değerlerin giderek yok olma tehlikesiyle karşı karşıya oluşudur. Bu noktada, varlığını ve geleceğini tehdit altında gören yurtdışındaki birçok gencimizin bazı alanlarda Türkiye’deki emsallerine örnek olabilecek hassasiyette oluşlarıdır. Bu tipten örneklerin çoğalması, sadece yurt dışı için değil Türkiye için de bir ümit kapısıdır. Umarız bu tip örneklerin sayısı artar.
Eura24: Sivil toplum örgütlerinin Almanya’daki Türk toplumu üzerindeki etkisi geçmişte nasıldı, bugün nasıl?
Şefik Kantar: Benim değerlendirmelerime göre sivil toplum örgütlerimizin güçleri ve etkileri giderek azalmaktadır. Bunun sebepleri üzerinde ciddiyetle durulmalı, ilmi sahada konu ele alınmalı ve çözümler geliştirilmelidir.
Almanya’da ve Avrupa’daki sivil toplum örgütlerimizin tamamına yakını birinci ve ikinci nesil insanlarımız tarafından kurulmuştur. Zamanın şartları gereği faaliyetlerine, Türkiye’de mevcut parti, dernek, cemaat ve benzeri oluşumların uzantısı şeklinde başlamışlardır. Ancak ne yazık ki zaman içerisinde kendilerini yeni şartlara göre geliştirme konusunda başarılı olamamışlardır. Bunda Türkiye’deki merkezlerden kopamama kadar yaşanan ülkelerin şartlarını kavrayamamanın da rolü vardır.
Daha çok camilerin, mescitlerin çevresinde şekillenen faaliyetlerin sağlıklı şekilde devam edebilmesi için gençlerin ve kadınların daha yoğunlukla işin içerisinde çekilmesi, gaye ve hedeflerin gerçekçi şekilde ortaya konması, toplumun ihtiyaçlarının tespit edilip onlara yoğunlaşılması gerekmektedir. Türkiye ile ilişkiler koparılmamalı ama Avrupa’daki derneklerimiz artık Türkiye’dekilerden bağımsız hareket edebilme kabiliyetine sahip olmalıdırlar.
Eura24: Göçmenler açısından Türkçe’nin geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Türkçe’nin geleceğini ne yazık ki tehlike altında görmekteyim. Toplumuzun en mühim ve geleceğimizi belirleyecek konusu Türkçe konusudur. Türkçe yaşadığı müddetçe Avrupa’da bir Türk varlığından söz edebiliriz.
Avrupa’ya işçi göçünün başlangıcından itibaren devletimiz bu konuda gerekenleri bir türlü hayata geçirememiştir. Okullardaki Türkçe dersleri hiçbir zaman yeterli olmamıştır. Çoğu zaman bu dersler ehliyetsiz kişiler eliyle yürütülmek istenmiştir. Eğitimin eyaletlerin sorumluluğunda oluşu, Türkiye açısından zorlaştırıcı olmuştur.
Bu konuda sivil toplum kuruluşlarımız da yeterli hassasiyeti göstermemektedirler. Türkçe öğrenimi sadece okul içi eğitime terk edilmemeli, sivil toplum kuruluşları kendi varlıklarının sürmesi için Türkçe’nin yaşatılmasını öncelikli hedef halinde ele almalıdırlar.
GÜNÜMÜZ ve GELECEK
Eura24: Türk toplumunun gelecekte Almanya’daki yeri sizce nasıl şekillenecek?
Şefik Kantar: ‚Türkleşmek, İslamlaşmak, Almanlaşmak‘ adlı kitabımda bu konuyu işlemeye çalıştım. Görünen o ki, halen kaybetmekte olduğumuz gibi gelecekte de insanlarımızın bir kısmını asimilasyon politikaları neticesinde kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyayız. İnsanlarımızın bir kısmı Türklüklerini muhafaza gayretlerini devam ettirerek ayakta kalmayı sürdürecekler. Bir kısmı ise dini ön planda tutarak ayakta kalma mücadelesini sürdürecek. Ancak bunların gelecekte ‚Alman Müslümanlar‘ haline dönüşmeleri, Türk ve Türkiye kavramlarından uzaklaşmaları kuvvetli bir ihtimal.
Alman toplumu içerisinde ferdi olarak isim yapan, ön plana çıkan isimlerin artmakta olduğunu görmekteyiz. Bu devam edecektir. Ancak öne çıkma durumu hiçbir zaman kitlesel güç haline dönüşemeyecektir. Çünkü Alman devleti ve toplumu ferdi haklar konusunda daha rahat hareket ederken, kitlesel haklar konusunda milim yerinden oynamamaktadır. Ferdi olarak öne çıkanların ise kısa sürede ya kendi toplumlarından hızla uzaklaştıklarını/uzaklaştırıldıklarını veya sahne dışına itildiklerine şahit olmaktayız. Bilhassa politikacılar, sanatçılar, sporcular arasından çıkış yapan Türklerin ne kadar mahir olurlarsa olsunlar bazı temel noktalarda Alman toplumuyla aynı çizgide olmadıkları görüldüğünde nasıl kısa sürede dışlandıklarının, aforoz edildiklerinin ve sahne dışına itildiklerinin bir hayli örneği vardır.
Elbette tüm bunlara rağmen Almanya’da kanun nezdinde eşit insanlar olarak hem ülkenin kalkınmasına hem de kendi varlığımızın refah payının arttırılmasına yönelik çabalar ara verilmeksizin sürdürülmelidir. Geleceğin şekillenmesini sadece muhataplarımızın plan, proje ve niyetlerine bırakmamalı, biz de elimizden gelen gayreti göstermeliyiz.
Eura24: Dijitalleşen dünyada Türk medyasının rolü ne olmalı? Siz bu alanda neler önerirsiniz?
Şefik Kantar: Türk medyası öncelikle yeni dünyaya uyum sağlamalı, ona göre bir gelecek tasavvuru yapmalıdır. Daha önce de belirttiğimiz gibi medyamızın durumu iç açıcı değildir. Elimizde ‚medyamız‘ diyebileceğimiz bir medya yoktur. Dijital mecraların ön plana çıkışı klasik medyayı sarsmıştır; ancak klasik medya olmaksızın dijital medyanın var olması, yaşaması halen mümkün değildir. Kağıdın değeri her zaman varlığını koruyacaktır. Toplumun haber ihtiyacının karşılanabilmesi için muhabirsizlik gelecekte de mümkün değildir.
Bilhassa ‚ulusal medya‘ diye adlandırılan günlük gazetelerin varlığı elzemdir. Avrupa’da özgün bir günlük gazetemiz ne yazık ki hiç olmadı. Hep Türkiye’deki yayın organlarının uzantıları ile ihtiyaçlar karşılandı. Şimdi onun sonu da geldi. Ancak Avrupa’ya ait günlük gazete yayını, haftalık dergi yayını, mesleki dergiler, mahalli gazete ve dergilerin güçlendirilmesi, medya organları arasındaki iş birliklerinin arttırılması ve bilhassa ekonomik açıdan güçlü, ama aynı zamanda bağımsız bir medyanın oluşturulması gerekmektedir. Avrupa’da yatırımcı sayımız artmakta, ancak medyaya yatırım yapan ne yazık ki bulunmamaktadır.
Eura24: Bugün geriye dönüp baktığınızda “İyi ki yapmışım” dediğiniz şey nedir? “Keşke” dediğiniz bir şey var mı? Almanya da unutamayacağınız olay nedir?
Şefik Kantar: 1979-2009 yılları arasında Almanya’da yaşadım. Gazete ve televizyonla iştigal etmem münasebetiyle neredeyse bütün Avrupa’yı görme, gözlem yapma ve değerlendirme imkanım oldu. 30 senede tek bir gün geldiğim memleketi unutmadım. Hep Türkiye ve Türk insanı odaklı düşündüm. Şahsım için gayret yerine toplum için gayret niyetiyle hareket ettim. Şimdi de aynı şeyi yapardım. Memleketim gibi milletimi de sevmeyi bir tercih olarak değil bir vazife olarak görüyorum. Elbette Almanya ve Avrupa’daki insanımıza ayrı bir ilgim ve muhabbetim söz konusu. Türkiye’ye döndükten sonra tek bir gün o vefakar, cefakar, elleri öpülesi insanlarımızı unutmadım. Bu çerçevede yaptıklarımı belki daha iyi yapabilirdim, diyebilirim.
Unutamadığım olay ne yazık ki acı bir olaydır; Solingen Katliamı. O sabah yakılan evin önünde çektiğim fotoğrafı da o günden bu güne hiç yanımdan ayırmadım, devamlı cebimde taşımaktayım. Unutmamak gerektiğini düşündüğüm gibi unutulmaması gerektiğine ve her birimizin bunu göz ardı etmememizin çok önemli olduğuna inanıyorum.
Eura24: Yeni nesillere ne gibi tavsiyelerde bulunursunuz?
Şefik Kantar: Öncelikle iyi Türkçe ve elbette iyi Almanca öğrenmeleri gerekir. Atalarının yurdunu ve akrabalarını unutmamalarının önemli olduğuna inanıyorum. Mutlaka iyi bir tahsil yapmaları, Alman ve diğer milletlerden arkadaşlarından daha iyi olmaya gayret etmeleri gerekir. Almanya ve Avrupa’daki sonsuz eğitim ve iş imkanlarından yararlanmanın yollarını sürekli aramak durumundayız. Meslek sahibi olma imkanları bunlar arasında mühim bir yer tutmaktadır. Gençler, özgüvenlerini yüksek tutmalı, millet olarak bir çok alandaki konumumuzu iyi değerlendirmelidirler. Babalarının, dedelerinin birer kahraman olduğunu unutmadan, alnı açık başı dik gezmelidirler. İlk nesillerin yerle bir edilmiş bir Almanya’ya gelip onu ayağa kaldırdıklarının bilincinde olunmalıdır. Ve gerek Almanya’nın gerekse Türkiye’nin geleceğinde söz ve yetki sahibi olma azminden hiçbir şekilde vazgeçmemelidirler.
Eura24: Şefik bey, güzel ve mesaj yüklü söyleşi için teşekkür ediyoruz