Analiz

07-03-2022

28 ŞUBAT DARBESİ özelinde, diğer darbelere de yönelik genel bir ANALİZ'dir…

“Türkiye’de gerçekleştirilen her darbede ABD’nin mutlaka parmağı ve perde gerisinde dahli vardır!” Bu değerlendirmeyi siyaset bilimi ile ilgilenen bilim insanları, iyi gözlem ve araştırma yapan diğer alanlardaki bilim insanları, strateji uzmanları, asker sivil istihbarat uzmanları vs hemen herkes bilir ve ona göre yorum yapar. Ama bu bir acziyet göstergesidir aslında. Teslim alınmışlığın bir tezahürüdür. Gelecek vaat eden her siyasetçinin icazet alması için ABD ziyaretleri yapma, etkili lobilerden destek alma zorunluluğunu doğurmaktadır. Yerli ve milli kalmayı başaranları ise asla iktidar yapmaz, es kaza kıyısından köşesinden tutsa, alaşağı ederler! Ya da -önlemeyen siyasetçi- damgası vurmuşlarsa, suikastlerle hayatına kast ederler! Bu konuda Atatürk’ün ölümü dahi şaibelidir!

Kuşkusuz ki müdahil olan güç, her darbe sonrası ülke siyasetini de dizayn etmekte idi. Bu dizaynı gelip, ‘Sen sen şöyle ayrıl. Sen sen bu yanda kal.’ şeklinde göstere göstere yapmaz elbette. Halkın genetik kodlarını, reflekslerini çok iyi analiz ettikleri için onlara hiç hissettirmeden tereyağından kıl çeker gibi işini görürler. Ülkenin hazinesi de yaşanan antidemokratik durumlar, olağanüstü şartlar nedeniyle zinde güçlerin kasalarına aktırılır. Halk fakirleşir, alım gücü zayıflar. Yabancı sermaye kaçar ve yerli zenginler parasını yurt dışına çıkarır. Bilim insanları daralmış, kendilerini beyin göçüne mahkum ve mecbur hissetmektedirler artık. Ne kötü bir sonuçtur ama artık ülke, hiçbir alanda güven kalmamış bir haldedir! Gençler başta olmak üzere, gelecek kaygısı çeken herkes, yurt dışına kapak atmanın planlarını yapar. Tatil beldelerindeki otellerde garsonluk yaparken turistlerle anlaşıp Avrupa ülkelerinde oturum alma hakkı kazanmanın planlarını yapanlar dahi mevcuttur.

 

Günümüzü anlatmıyorum ha, sakın yanlış anlamayın sevgili Z kuşağı evlatlarım. Biz bu filmi çok seyrettik, keşke siz seyretmeseydiniz ama aynı tablolarla karşılaştırdığımız için sizi bugünü anlattığımı düşünebilirsiniz! Oysa size seyrettirmemeyi başarmalıydık! O nedenle ilk fırsatta sizi suçlayan X ve Y kuşağı olarak bizler, aslında sizlere kocaman bir özür borçluyuz…

 

Her darbenin sonuçları yıllar sonra ortaya çıkar ve nasıl bir tahribata neden olduğu kolayca anlaşılamazdı. Fakat ülke siyasetine kafa yoran, olayların gerisini araştıran, bağlantıları izleyip sonuçların kime yaradığını analiz edenler ise aslında her şeyin göstere göstere cereyan ettiğini görür, anlar ve beyan ederdi. Ancak o anda halkta karşılık bulmazdı. İş işten geçtikten sonra da olay, ‘Adam haklıymış da, biz bilememişiz. Biz anlayamamışız adamı!’ pişmanlığına dönüşür…

O nedenle okumayan, kendisini geliştirmeyen bir toplum olan Türk halkında, siyasete ve siyasetçiye yönelik anonimleşmiş, şu kutsal sözleri çok duyarsınız.

“Elim kırılsaydı da, vermeseydim. Amblem işte cezbediyor insanı, ne yapak? Ehveni şer. İyi de kim var ki, kime verek?”

 

Özünde insan fıtratına en uygun yönetim anlayışını doğuran demokrasi hep tartışılmıştır. Onun en önemli paydaşlarından olan siyaset ve işleyiş mekanizması olan siyasal partiler, ilk önce kendi içinde demokrasiyi tesis edemedikleri için kendi içinde aykırı, farklı, muhalif görüş barındırmadıkları için siyasi tarihimiz bir parti çöplüğü, ülkemiz ise parti enflasyonu yaşayan bir ülkedir. Çünkü Batılı toplumlarda oluk oluk kan akarak, bedel ödenerek kazanılmış haklar; ülkemizde bir lider ve kadrosu tarafından halkına altın tepside sunulmuştur. Lakin kuruluş sonrası dönemlerde çok sancılı siyasi yaşama maruz kalmış, darbelerle kesintilere uğramış, suikast, haksız(!) yargılama ve idamlarla hayatına son verilmiş siyasilerin meşhur olduğu bir ülkedir Türkiye! Öyle ki, yaşanan bu travmatik durumlardan dolayı bazı siyasilerin yanlışları bile konuşulamadığı için tecrübelere yansıtılamamıştır.

Eee ne de olsa ‘devletin bekası(!)’ için kardeş katlini bile caiz ve reva gören bir neslin torunlarından hemencecik kısa bir dönemde çoğulcu demokratik anlayışa geçmesini beklemek sosyoloji biliminin kriterlerine aykırı idi!

Bedel ödemeden Cumhuriyetle birlikte altın tepside sunulan o hakların ve karakter üstünlüğünün kıymetini bilememiş bir halktan çok şey beklemek, yanlış mı olurdu yoksa? Gençliğe muhtaç olduğu kudret, işaret de edilmişti oysa! Her dönemde takım tutar gibi sürü mantığıyla yığınlar üzerinden hamaset söylemleri ile hakikatlerin üzerinin örtüldüğü, tarikat kültürü orjinli el verip el alma yöntemiyle geleneksel parti müdavimleri yetiştirilmiştir bu ülkede. Siyasi ve sivil kanaat önderi veya liderlerin söylemleri sonucu kamplara ayrışmış olan sağlı sollu herkesim, kendi penceresinden bakarak; ülkeyi en çok kendilerinin sevdiği iddiasına ve idealizmine kapılıyordu. Tabiri caizse, “Ayının malağını severken sıkarak öldürdüğü!” gibi önce devleti ele geçirmeliyiz ki, sonra kurtaralım mantığı ile kurumları ve kurumsal yapıları çökertmekte olduklarının farkında bile değillerdi…

 

Barış içinde yaşayan müreffeh bir toplum oluşturamamış ülkemiz, üzülerek belirtmek gerekirse, karşısındakini dinlemeden ön yargı ile yaklaşarak ve suçlama ile görüşlerini baskılayarak düşman üretir pozisyondaydı. Yoruma açık muğlak ifadeler kullanarak yönetmelik ve yasalar çıkarılıyor, niyet okuyuculuğu ile fikir suçluları ihdas edip, toplum mühendislerinin biçip diktiği elbise, halkın tamamına giydirilmeye çalışılıyordu. Yani çok trajikomik olacak ama bazen ‘liderler toplantısı, zirve toplantısı’ diye halka sunulan ve beklenti içine sokulan halk, açıklamaları dinleyince ‘Zirve değil de, zırva toplantısı mı yapmış bunlar?’ diye şaşkınlık yaşamaktaydı! Oysa bugün bakıldığında o zamanki şartlar bile, dingin bir akılla değerlendirilebilseydi, ne kadar akılcı çözümlere kavuşturulup müdahalelerden uzak müreffeh bir yaşam sürüyor da olabilirdik. Fakat başaramadılar ve hiç de özür dileyene rastlamadım! Hatta ölene kadar durumlarını, konumlarını muhafaza ettiler ve etmekteler.

Son dönemlerde bağnaz tabanının eleştiri ve tepkilerine rağmen, Kemal Kılıçdaroğlu’nun bu manada helalleşme ve hatalarıyla yüzleşme, halkın büyük bir kesimine yaşatılan zulümlerde payı olduklarını kabullenme yaklaşımlarını çok değerli buluyorum!..

                        .           .           .

Doğal olarak kamplaşmalardan uzak yetişen ve teknoloji çağı ile internetin içine doğan Z kuşağı o kalıplaşmış zihniyetçe kontrol edilen ve güdülen bir sürü olmadığı için pek hazzedilmiyordu! ‘Siz ne yaşadınız ki, ne biliyorsunuz ki?’ aşağılamalarına maruz bırakılarak akılları çelinmeye çalışılıyordu. Naçizane ben de bir eğitimci olarak bu seri paylaşımlarla yakın tarihe ışık tutup, eğitimci misyonumun gereğini yapmaya çalışıyorum. Her şeyin başı eğitim olduğu için okumaya ve peşinden yazmaya adanmış birisi olarak halis bir niyetle, ne kadar başarılı olurum, kimlere ulaşabilirim onu da bilmiyorum!

 

Az gelişmiş ve gelişmemiş toplumlarda demokrasi, ‘çoğunluk rejimi’ gibi algılanmaktadır. Dolayısıyla seçim sonuçlarıyla ortaya çıkan tabloya göre “Millet iradesi böyle tecelli etti. Katlanacaksınız, işinize gelirse böyle! Ya sev ya terk et! Ben kazandım, haliyle diğerlerini değil, kendi örgütlerimi kadrolaştıracağım. Devlet benim, devletin sahibi ben oldum!” diye bir yaklaşım geliştiriyordu. Tırnak içinde yazdığım bu söylemlerin her birisini sağdan ve soldan hangi siyasilerin söylediğini bile yazabilirim. Ayrıştırıcı bir dil kullanmayı sevmediğim için ve sonuçta hepsi aynı kapıya çıktığı için siz değerli okuyucularım, mevcut fraksiyonların hepsini düşünebilirsiniz… Bürokrasi de hemen hakim gücün zihniyetine bürünüyordu. “Torpil, nepotizm, adam kayırma, sadakat, emredin efendim” mottoları hiç eksik olmadı bu ülkenin makus talihinden. Çünkü hedef batılılaşma olsa da, zihniyet doğunun şark kurnazlığını hala genlerinde barındırıyordu. Eee ne de olsa doğu ile batı arasında köprü coğrafik bir konumdaydık ve coğrafya kaderdi!..

 

Oysa gelişmiş toplumlarda standartları çok yüksek hale gelmiş demokrasi, çoğunluk rejimi değil de; çoğunluğun azınlıkları ezmediği, onları tahakküm altına almadığı, onların da haklarını gözettiği ve yararlandırdığı sanki bir ‘azınlık rejimi’ gibi hüküm sürmektedir. Cumhuriyetin kuruluşundan sonra bizzat Atatürk tarafında hedef gösterilmiş olan ‘muasır medeniyet’ kavramında yüklü anlamlar işte bu özgürlükçü, azınlığa dahi saygılı Batılı, çağdaş bir demokrasi anlayışı idi… Sen ne güzel bir ülke kurmuş ve ne muhteşem bir ufuk çizmiştin be Atam! Halkı maraba ve köle olan çok uluslu bir toplumdan eşit yurttaşlık bilincine sahip haklarını bilen, koruyan ve sahip çıkan bağışıklığı güçlü son derece sağlıklı bir millet oluşturmuştun. Gel gör ki evlatların kendi içinde sürekli “Siyah Türk” üreterek içerden ve dışardan müdahalelere açık bir halde sürekli enfeksiyon geçiren hasta konumunda idi…

 

Allah aşkına, şimdi sadece hemen yukarıdaki iki paragrafta yer alan demokrasi anlayışının analizini zihninizde yoğurun ve soracağım şu iki soruyu cevaplayın sevgili Z kuşağı evlatlarım.

-Demokrasinin hangi türünü benimsemiş toplum kalkınır ve daha mutlu, mesut bir yaşam süren halkı inşa eder?

-Demokrasinin hangi türünü seçen de, seçimlere katılım oranının yüksekliği ile övünüp demokrasi ile yönetildiğini zanneder? Bir türlü kalkınamamış, geri kalmış bir toplum olarak kalır?

Bu iki sorunun cevabını bulmak çok zor değil elbette. Tarım toplumunda toprak ağaları niye halkın gözünün açılmasını istemiyorsa, şehir toplumu olmuş halkın da ağaları hiç başından eksik olmadığı için…

Onun için okuyacaksınız, kendinizi geliştireceksiniz, kamplara bölünmeyeceksiniz, fikrinizi kimseye satın aldırmayacaksınız. Doğrunun ve hakikatin yanında yer alacaksınız.

 

Ben dahil, birisi size bir siyasi partiyi işaret ederek fikir enjekte ediyorsa, biliniz ki sizi enfekte ediyor, sizi sürü psikolojisi ve mankurtlaştırma ortamına çekiyor demektir. Zaten kamplaşmalardan uzak olduğunuz ve kimsenin çantada keklik oy deposu olmadığınız için menfaate dayalı birliktelikler kurmadığınız için üst kuşaklarınızla çatışma yaşıyorsunuz.

Oysa hani gençlerin önünü açmış, ‘18 yaşı’ seçme ve seçilme yaşı olarak yasal zemine oturtmuştuk biz! Güya değil mi?..

Uluslararası bilim arenasında acınacak pozisyonda olan üniversitelerimizin durumuna biraz olsun olumlu yönde nefes aldıran, Ülkemizin köklü ve önde gelen üniversitelerinden olan ve yüzdelik dilimi en yukarılarda akademik başarı ile öğrenci alan Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşananlar bile ortada işte! Üniversitelerinde en doğal eylem haklarını kullanan gençlerden bile terörist çıkarmanın mantığı ne Allah aşkına?

 

Siz ey hakim güçler, kamplaşmalardan medet umanlar! ‘Başörtülü birisi, nasıl oluyor da o eylemcilerle birlikte hareket ediyor?’ diye gençleri de kendi kamplarınıza çekmeye çalışsanız bile başaramayacaksınız…

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?
Hayati Yaman
Hayati Yaman 2 yıl önce
Çok teşekkür ederim hocam. Aynı dertle hemhal olduğunu bilmek, ümidimi arttırıyor.
Adem KURUN
Adem KURUN 2 yıl önce
Bir ülkenin gençliği "sorgulama, söyleme, üretme" felci edilirse, o ülkeye yapılamayacak şey yok... Yüreğin ve dimağına sağlık hocam...