Başörtüsü-1

16-11-2022

Konu ile alakalı sunumlara başlarken, toplumsal bazda genellikle kanıksanmış bir durum olan, -fetva alma ya da fetva verme- pozisyonundan uzak bir sunum yapacağımı belirtmiştim. Bunun yanında başı açık kadınlarımızı ‘Acaba günah mı işliyorum?’ kuşkusuyla yaşatmaktan ya da ‘Aman heri günahsa günah! Sanki her işimiz düzgün de bir tek o mu kaldı?’ gibi muallakta bir yaşam sürmekten kurtarmak gerektiğini de vurgulamak istiyorum! Yine maalesef bir erkek olarak ve mahcup bir eda ile!..

Tabi ki her zaman olduğu gibi yine metodumuz; “Kararı kendilerine bırakmak ve İslam’ın tek kaynağı Kur’an’dan kendilerinin delil bulmalarını sağlamak” yöntemine dayanacaktır. Dinî her konuda olduğu gibi bu hususta da eğer ‘Kur’an’dan başka kaynaklara yönelim gösterilecekse, işte o zaman geleneğin kucağına düşüleceğinin ve Dinin içine örfün boca edileceğinin bilinmesi’ gerektiğini belirterek ve kadınlarımızdan özür dileyerek, örten nesneler arasında başörtüsü mevzusuna girelim.

Hemen çapraz sorular soralım ve ardından onlara vereceğimiz cevaplarla aklımızı çalıştıralım, zihin egzersizi yapalım ki önce ‘ön kabullerimizden’ ve ‘bilinçaltı’ yığınlarımızdan sıyrılalım. Çünkü öğrenilmiş bilgilerin, ezberlenmiş öğretilerin yıkılıp yerine yenisinin inşa edilmesi, sıfırdan yeni bilgiler edinilmesinden daha meşakkatli ve zordur. Ayrıca ezber bozmak, kişinin kendisi açısından daha dirençli bir tutumdur. Fakat en nihayetinde sözü, sağlıklı bir şekilde vahye teslim edeceğimden kuşkunuz olmasın!  

-Başörtüsü farz ise başı mı örtmek farz, saçı mı?

‘Başörtüsü farzdır’ diyenler bu soruya net bir cevap veremeyeceklerdir! Çünkü -başı- da dese, -saçı- da dese ardından bi dünya soru beraberinde gelecektir! İyisi mi, “Başı örtünce saçı da örtmüş oluyor ya zate. Ne kadar anlamsız bir detay üzerinde duruyorsunuz?” şeklinde kontra bir soru ile olayı geçiştireceklerdir.

Oysa Allah kendi sözlerinde çelişki barındırmaz (Nisa-82), kendi sözleri üzerinde derinlemesine düşünmemizi emreder ve her konuda olduğu gibi bu konuda da din adına hüküm verilecekse muhakkak ki vahyi belirleyici öge almamızı ister.

-Başı örtmek farz ise kılı kırk yararcasına saçın bir telinin gözükmemesi ne oluyor?

-Başı örtmek farz ise saçları gösteriyor ve farzı yerine getirmiyor gerekçesi ile Anadolu kadının taktığı yazma, yemeni, tülbent diye adlandırılan başörtüleri, neden tesettüre uygun bir başörtüsü olarak kabul edilmiyor?

-Bu durumda başörtüsünün kaymaması için takıldığı kadar, saçların gözükmemesi için de takılan bone zorunlu mudur?

-Acaba bonenin sıkıştırması ve saçlarda oluşturduğu deformasyon sonucu kadınlarımızın saçlarındaki dökülmede artış oluyor mu?

-Saçı örtmek farz ise saçlarını sıfıra vuran bir kadın başını örtmese olur mu?

-Saç bir tahrik unsuru olarak görüldüğü için örtmek farz ise tahrikte saçın uzunluk ölçüsü nedir? Kaç santimetre uzunluğundaki saç erkeği tahrik eder ya da etmez? Bunun ölçüsünü kim belirleyecek?

Beynimiz, özellikle kadın beyni “Başörtüsü Allah’ın emri!” diye şartlandığı için bu soruları sormamalı ve kader deyip sineye mi çekmeli(yiz)?

Yoksa din ile geleneği iç içe geçirerek; Allah’ın gönderdiği dini tanınamaz hale getirdiğimiz ve içinden çıkılamaz bir hal aldırdığımız için mi bu sorulara makul ve mantıklı cevaplar bulamıyoruz?

-Başörtüsü farz ise sınırları nedir? Kim bu sınırları belirleyecek? Yüzü peçe ile kapatmak, burnu bile göstermemek ne oluyor? Bunları kim emrediyor?

‘Başörtüsü farzdır’ diyenler yüzün görünebileceğini lütfederek bir sınır çizdiklerini söyleyeceklerdir. Ama bundan daha ileri gidenleri de daha dindar, daha muttaki yani takvaya uygun davranan Müslüman olarak lanse etmekten de geri durmayacaklardır!

Peçe ninelerimizin örtüsüydü, onlar öylesine dindardılar ki, burnunu bile mahrem nazarlara göstermezlerdi! Hele bazı mahfillerce çarşaf, ‘Müslüman kadının giysisidir. Kadın çarşaf dışında dış giysi giyemez!’ dayatma ve kabulleri üzerinden, sınırlarını yine erkeğin çizdiği bir başörtüsü ve genelde kadın tesettürü edebiyatı alır başını gider.

Şunu açıkça itiraf etmeliyim ki, ben de oldum olası burada beyan ettiğim şu mevcut düşüncelerimi savunan bir Müslüman kardeşiniz değildim! Sonuçta bu toplumun içine doğdum, milliyetçi muhafazakar bir aileden geliyorum ve din eğitimi veren kurumlarda eğitim görmüşüm! Takdir edersiniz ki, ezber bilgi ve yığınlarım bir hayli çoktu ve onlardan kurtulmam çok da kolay olmadı! Ne zaman ki; “Hayatımı, yaşantımı, fikrimi, zikrimi inandım dediğim Kitaba arz etmeye başladım, olaylara Kur’an’ın gösterdiği perspektiften bakmaya çalıştım” ondan sonra bu kanaatlerim oluştu! Cemaat, tarikat denilen yapılaşmaları çok iyi tanıyor ve biliyorum artık. Her grubun kendine özgü şekillendirdiği kaynaklarını okuyup onların içinde Allah’ın gönderdiği arı duru din ile çelişen kısımları görme basiret ve ferasetine sahip olmaya başladım elhamdülillah. Bir eğitimci olarak sorumluluğum gereği, o tecrübelerimi siz değerli okurlarımla paylaşıyorum…

-Başörtüsü farz ise evrensel bir davet olan İslam, bütün coğrafyalara ve tüm insanlığa hitap edebilen bir din olabilir mi?

Bu soruya verilecek cevap kuşkusuz ki İslam’ı; “Ya yerel bir din, ya da tüm coğrafyaları ve tüm insanları kuşatıcı bir din” hüviyetine büründürecektir. Yani o kuşatıcılığı sağlaması için zorlama bir cevap vermek şeklinde anlamak yerine, özünden kuşatıcı olan İslam’ın geleneğe kurban edilerek yerel bir dine dönüştürülmemesi gerektiğini anlatmak istiyorum.

Geleneğe sımsıkı tutunanlar; ‘dinimiz elden gidiyor’ diye olaya korkarak, elebaşları ise kin ve nefretle yaklaşarak, öze dönmeyi tahrifçi, dinde sapıklık ve oryantalistlerin etkisi altında kalmak olarak değerlendirmektedirler.

Öyle kabul ettikleri için işte başörtüsü de, üzerinde mutabık kalınması mümkün olmayan konulardan birisi olarak karşımızda durmaktadır.

Bir dönem başörtüsü; bir kesim tarafından İslam’ın bayrağı, sancağı gibi kutsallaştırarak; diğer bir kesim tarafından ise çaput, bez parçası tanımlamaları ile aşağılayarak kutuplaşma malzemesi haline getirilmişti. Hatta başörtüsü üzerinden doğrudan başörtülü oldukları için kadın aşağılanır olmuştu! Başörtülü kadınlar, üzülerek belirtmek gerekirse hemcinslerinin başrol oyuncusu olduğu, tiyatroların gerçek hayatta sahnelendiği oyunlarla tahkir ve taciz edilmişlerdi! 

Oysa günümüzde ve hatta geçmişte toplumsal açıdan hiçbir ayrışma gerekçesi olmamasına rağmen, siyasete malzeme edilen başörtüsü, en önemli ayrıştırma objesi haline getirilmişti. En nihayetinde bakın yine, yirmi yıllık sürecin sonunda dönüp dolaşıp siyasetçilerin kucağında buldu kendisini başörtüsü!

Geçmişte özellikle 28 Şubat Sürecinde Anayasaya ve Laikliğe aykırı gösterilerek başörtüsü üzerinden çok zulümlere imza atılmıştı!

Ak Parti de o mağduriyetin ekmeğini fazlasıyla yedi. Hatta onları o kadar sahiplendi ki, hep kendi kotasında olsunlar istediği için bu defa onlar en üst perdeden, CHP yönetimlerinde görev alan başörtülü kadınları “vitrin süsü” benzetmesi ile aşağıladıklarını fark edemez olmuşlardı!

Hatta son dönemlerde o ayrıştırma mağduriyetlerini yaşamayan başörtüsü, kendi lehine(!) lokal bir takım kayırmacılıklara bile tanık olmaktadır. Milletvekili ve üst düzey bürokratlarda kendileri veya eşleri başörtülüler tercih edilerek, seçim, tayin, terfi ve atamalar yapılmaktadır! Onayladığım için değil, bir realiteyi dile getirmek için yazdım bu satırları. Yoksa liyakat, ayrılmaz bir fikir paydaşımdır…

 

Aslında ne erkek için ne de kadın için ‘İslam’ın kıyafeti’ diye bir kavram yoktur. İnsanın ve ahlakın kıyafeti vardır. Kıl, tüy, cübbe, şalvar, sarık nasıl gelenekse; başörtüsü de tamamen gelenektir. Zamanın ve coğrafyanın şartlarına göre şekillenen bir giyim kuşam malzemesidir.

Evrensel bir dini, kılık kıyafete indirgeyerek yerel bir din haline getirmeye kimsenin hakkı yoktur…

Haydi biraz daha çapraz sorularla olayın derinliklerine inelim!

-Başörtüsü farz ise niye sadece kadına özgü bir zaruret? Neden sadece kadına farz? Cinsiyet üzerinden değil de, şahsiyet üzerinden adil bir şekilde yol yürümemizi emreden bu din, o halde neden erkeğe de farz kılmadı?

‘Başörtüsü farzdır’ diyenler, Tanrı’ya cinsiyet ayrımcılığı yaptırdıklarını hiç düşünürler mi acaba?

Cinsiyetimizi seçmek elimizde olan ve tercih ettiğimiz bir unsur olmadığına göre güya erkeği tahrik etmeme gerekçesiyle ve sadece kadına özgü istenen bu kısıtlama Tanrı’nın adaletini sorgulamaya götürmez mi?

Haşa kadın düşmanı bir Tanrıya mı inanıyoruz biz? Kadın olarak yaratılmakla erkeğe karşı hayata 1-0 yenik skorla başlamak hakkaniyete sığar mı?

Yoksa kendi sanrılarımızı din mi zannediyoruz? Ya da ruhbanlarca bizlere sunulan rivayete dayalı gelenek, din olarak mı sunuluyor? Geleneği Allah’ın emri atfederek inanç inşa etmek, büyük bir zulüm değil mi? Biz istemek de o zulme ortak olmuş olmuyor muyuz? Yüce Yaratıcının hakkına girmiş olmuyor muyuz?

Bu önemli soruları da ben sizlerin zihnine bırakarak, bugünlük aranızdan ayrılayım sevgili dostlar.

Selam ve esenlik üzerinize olsun…

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?