Başörtüsü - 9

Başörtüsü - 9
02-12-2022

Din de diyanet de, devlet de hepsi insan içindir. İnsan bunların hiç birisi için feda edilemez. Zira Allah’ın umut bağlayarak mahlukatı içerisinden seçtiği türdür insan! Yeryüzü halifesi olarak seçilmiş ve yeryüzünü cennete çevirerek buradan ebedi cennete erişmeye ödevlendirilmiş olan insan kadını ve erkeği ile birlikte canı aziz kılınmış mahluktur.

O nedenle Ahzab-32. Ayette yine kadını korumak maksadıyla bir öneri yer almaktadır. Bu defa sözü edalı ve işveli söylemeyin uyarısı yapılmaktadır ki, gerekçesi de kalbinde hastalık olan cinsel sapık kimselere yol vermeyin kendi canınıza, ırz ve namusunuza saldırı ile karşı karşıya kalmayın demek istiyor!

Bu uyarılar da son derece yerinde uyarılar değil mi? Realite ile sosyal vakıa olarak yaşanan ve istenmedik sonuçlar doğuran olayların temelinde yatan şeyler değil mi? Fakat işin garibi geleneksel din sunumlarıyla -kalbinde hastalık bulunduranlara- yönelik patolojik durum, kıyaslamada merkeze alınarak buradan fıkıh ve ilmihal kaidesi türetilmiştir.

Bu defa haram helal hükmü koyan(!) sözde din alimleri mevzuyu; “Kadının sesi haram, haremlik selamlık var, kadının her şeyi tahrik mevzusudur.” seviyesi(zliği)ne taşıyabilmişlerdir. Allah muhafaza ayakkabısı, oturduğu yerin sıcaklığı, eli, yüzü, gözü vs. her şeyini haram kılarak kadını dört duvar arasına hapseden bir din külliyatı oluşturulmuştur.

Ayrıca Ahzab-33’teki ‘evlerinde otursunlar’ emrindeki gerekçeli inceliği kadının hayatının tamamına yaymışlardır. Bazı tarikat liderleri veya sözcüleri olayın boyutlarını daha da ileri götürerek, ibadetini dahi evinin en ücra köşesinde yapmalıdır, şeklinde telkinlerde bulunanlar vardır. O zaman;

-Hatice annemiz niye tüccardı, ticaret için neden diyar diyar gezdi?

-Ayşe annemiz ve genelde kadın sahabeler neden savaşlara katıldı, neden ilim meclislerinde erkek sahabe ile iç içeydiler?

-Kadın neden mescitte, çarşıda ve pazarda erkeklerle beraberdi?

-Sokakta ve hutbedeki peygamber veya yerine geçen halifelerle tartışıp hak arayışına girebilen kadına ne oldu da sosyal hayattan soyutlandı?

Meşveret toplantılarına katılan, karar verme süreçlerinde var olan kadın; Ali İmran-144. Ayette geçtiği üzere, Arap örfünün dinleştirilmesiyle birlikte gıdım gıdım hayattan çekildi. Ve eski adetlerinin üzerine oturtuldu! Müslüman coğrafyanın bir parçası olan ülkemizde de durum aynı idi.

Şekil ve taklit dinleştirildiği için, örf ve gelenek takva din olarak sunulduğu için bu hakikatler bir türlü doğru anlaşılamamakta idi. Erkekler için Müslüman kıyafeti diye sunulan fes, nasıl ki ilk kullanıldığında gavur kıyafeti diye lanse edilmiş ve getiren padişah II. Mahmut’a -Gavur Padişah- unvanı takılmışsa; bugün dindar Müslüman kadının tam tesettürlü kıyafeti diye sunulmaya çalışılan türban yani başörtüsü de bir ara form olarak ortaya konulmuştu. Arap örfünün din diye pazarlandığı ve sunulduğu Osmanlı’da kadının çarşafa girdirilmiş olması da zamanın getirdiği doğal sürecin bir parçasıydı. Yani kutsal ve İslami kıyafet olduğu için değildi.

Ne zaman ki, Cumhuriyetle birlikte seçme ve seçilme hakkı en başta olmak koşulu ile kadın eşit yurttaşlık statüsüne kavuştu. İşte o saatten sonra Cumhuriyet nesli olan kadınlarımız, kendileri üzerinden oyun oynanmasına, kıyafeti üzerinden siyaset ve din malzemesi yapılmasına karşı çıkar oldu.

Şimdi anlayabiliyor musunuz, Cumhuriyetin kazanımları ve Mustafa Kemal Atatürk’ün devrimlerinin Kur’anî, İslamî ve İnsanî olduğu vurgusunu sık sık tekrarlıyor olmamın gerekçelerini!

Şu ana kadar verdiğim o ayetlerde ve onlara ek olarak Ahzab-53. Ayette çok açık bir şekilde görülmektedir ki, Kur’an bedevîden medenî bir insan türetmektedir!

Vahyin ilk muhataplarının günümüzdeki sıradan görgü kurallarını bile hiçe sayan bir topluluk olduğu gözlenmektedir. Perde arkasından isteyin, oturup kalmayın, işinizi bitirince kalkıp gidin, karşınızda uygunsuz davranışlarınıza karşı sizi uyarmaktan çekinen son derece nazik bir Elçi var ama Allah sözünü esirgemez! Buyurarak tabiri caizse yonta yonta adam edilmiş bir topluluk varken ortada, bunları söyleyince ‘sahabelere dil uzatıyor’ suçlaması ile hakikatlerin dile getirilmesi engellenmektedir.

Yine Arapların evlere gizliden dalma alışkanlıkları olduğu için arka kapıdan değil de, normal kapılarından girmeleri gerektiği uyarısının yapıldığı Bakara-189 Ayeti ile kendinize ait olanlarda sorun yok ama kendinize ait olmayan evlerin kapısına geldiğinizde “İzin isteyin ve verilmiyorsa geri dönüp uzaklaşın, ısrarcı olmayın.”

Diye emirlerin bulunduğu Nur-27-29. Ayetler çok çarpıcıdır.

İlk muhatapların durumunun analiz edilememesi, kafadan kişi kutsayıcı ve yüceltici bir ön kabulle olaylara yaklaşılması veya yaklaştırılması, Arap örfünün din diye sunulmasında çok önemli bir yer tutmaktadır.

 O da, din satıcılarına şekil üzerinden rant sağlayacak zenginlik ve ruhbanlık üzerinden itibar sağlayacak dokunulmazlık ortaya çıkarmaktadır.

Olayın iç yüzünü göremeyen, sorgulayan nesil de üzülerek belirtmek gerekirse, dinin aslının öyle olduğunu düşünerek din ile arasına mesafe koymaktadır. Yaratıcıyı kabul ediyorum ama dinlere, peygamberlere inanmıyorum diyebilmektedir! 

Avret mevzusu, namus yükümlülüğünü de kadının boynuna geçirerek, uyduruk bir Türk töresi üçlemesi ile “at, avrat, silah” özlü sözü(!)nü ortaya çıkarmıştır. Doğal olarak süreç içerisinde namus, sadece kadına hasredilen bir özelliğe dönüşmüştür. Bu da içler acısı bir durumdur.

Oysa Türk kültürü ve töresinde kadın hân ve sultan iken o Araplaşmanın etkisiyle birlikte çarşafa bürünerek namusun tek temsilcisi gibi sunulmaya başlanmıştır!

Ahlakı inşa edemeyen bir din, kıyafet ve şekille asla durumu kurtaramayacaktır!

Çok değil bundan yüzyıl önce Osmanlının son dönemlerinde başkent İstanbul, ki o zaman hâlâ adı Konstantiniyye’dir, köle ve cariye pazarlarının kurulduğu, fuhşun ve kadın ticaretinin sokaklara yayılmış bir vaziyette olduğu bir şehirdir!

Sokaklara yayılmış bu fuhuş bataklığını sonlandırmak için ilk genelevlerin Padişahlar döneminde açıldığını hatırlatmak isterim. Hakikat böyle iken; Tarikat ve Cemaat yapılaşmalarında üyelerine, sempatizanlarına Cumhuriyet tukaka gösterilerek, Osmanlı ise İslam devletiymiş gibi ballandıra ballandıra anlatılarak işleyenlerin bir amacı olsa gerek değil mi? Önemli olan o din tüccarlarının ipliğini pazara çıkarmak ve onlara müşteri olmamaktır esas olan…

Elbiseler bedenimizi örter ama esas olan ahlakımızı inşa eden bütün benliğimizi örten takva yani duyarlılık elbisesidir.

O elbisenin cinsiyetle, modayla, bedene uyup uymamayla alakası yoktur. Talip olan herkes giyer ve herkese en yakışan, en muhteşem elbise, o elbisedir!

Onun için tesettürle ilgili şimdi de lütfen:

Araf-26. Ayeti okur musunuz? Demek ki Allah, bizim sûretlerimize (dış görünüşlerimize) değil, sîretlerimize (iç görünüşlerimize) bakıyormuş! Eğer aksi olsaydı, bizi çıplak yaratmaz giyinik yaratırdı. Sîretlerimize baktığı için fıtratla donatarak yaratmaktadır…

 

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?