Çok Yaşa Cumhuriyet

Çok Yaşa Cumhuriyet
31-10-2023

Yeni doğmuş bebeğimizin sağ kulağına ezan, sol kulağına kâmet okunarak ismi okunur ya, ailenin önde geleni veya büyükleri tarafından! İşte öyle bir şeydi, yüzyıl öncesinin 29 Ekimindeki...

Yaşlı ve hasta diye nitelenen, imparatorluğumuzun küllerinden doğan bebeğinin kulağına okunmuştu Türkiye Cumhuriyeti ismi! Bugün o doğumu gerçekleştiren Atatürk, kurduğu devletin kurumsal yapılarında görev icra edenlerin bazılarınca görmezden gelinmeye çalışılsa, yok sayılmaya çabalansa da…

Türk milletinin her bir ferdinin beyninde temporal lop, bu sesi hep duyacak ve ebediyete kadar Türkiye Cumhuriyeti payidar kalacaktır. Her nesil yeniden doğan fertlerimiz, kulaktan kulağa oynar gibi fakat asla değiştirmeden çıkaracaktır bu sesi ve sonucu! Onun için bu günün çocukları, gençleri şehirlerin meydanlarında sel oldu coştu ve adını yeniden haykırdı! ÇOK YAŞA CUMHURİYET.

Tarihte ne çok devlet kurmuş olmakla övünürüz ama bir o kadar devleti de neden yıktığımızı sorgulamaktan hiç hazzetmeyiz biz! Yeter yorulduk artık, devlet kurup devlet yıkma evcilik oyunundan! Beka sorunları yaşamaktan gına geldiği gibi, Cumhuriyetin kuruluş yıllarından sonra yapılan kalkınma hamlelerini de arar olduk. O dönemde gerçekten bize imrenen Batı'nın peşinde bugün vagon dahi olamıyoruz. Aklı ve bilimi mahalleden kovduk kovalı tel tel dökülüyoruz. Bilimsel ve teknolojik gelişmelerin/ürünlerin sadece tüketicisi ve pazarı konumundayız.

Cumhuriyetin ilk yıllarından bu yana kurulan Kamu fabrikaları siyasilerce arpalık gibi görüldüğü ve öyle kullanılarak vasıfsız elemanlarla doldurulduğu için zarar ettirildi. Bir süre sonra özelleştirme hükümet politikası olmaktan çıkmış ve sanki devlet politikası haline gelmişti! Oysa Atatürk'ün Devletçilik ilkesi kuruluş felsefesinin en önemli ayaklarından biri idi! Devlet ülkenin her tarafında sanayi hamleleri yaparak bölgenin koşullarına uygun fabrikalar kurmalı ve vatandaşını doğduğu yerde doyurmalı idi! Nihayetinde dokuma ve kumaş fabrikaları, seka kağıt fabrikaları, motor, uçak, otomobil fabrikaları, şeker ve un fabrikaları, şişe cam fabrikaları, şarap ve sigara fabrikaları ile bu adımlar atılmıştı bile...

Gel gelelim son yıllardaki  iktidarların makas değişikliği ile "Serbest piyasa ekonomisi sayesinde dünya ekonomik sistemine entegre oluyoruz." cafcaflı sloganları akabinde Devletçilik politikamızın çöktüğünü kabullendirdiler bize! Devletin özel sektörü destekleyerek sanayi hamleleri yapması gerektiğini savunanlar, KİT(Kamu İktisadi Teşebbüsleri)'ler devletin sırtında yük. Üretiyor gibi gözüküyor ama üretemiyor, sürekli zarar ediyor. O halde ne yapalım? Satalım kurtulalım, ilkesini benimsediler. Bu mantık, doğal olarak sanayi ve kalkınma hamlelerini dumura uğrattı. Özelleştirme politikaları ile zarar eden değil de kâr eden kurumlar haraç mezat yandaş veya hamili kart yakınlarına satıldı. Üzerine yeni fabrikalar eklenmediği gibi var olanlar kapatılarak yerleri arsa rantına dönüştürülmüş oldu.

İmara açılması planlanan tarım arazileri yine yandaş tandaş gruplarca toplanarak, arsa üretilip bire bin kazanan kupon arazisi zenginleri türetildi. Hayvancılık destekleri turizm, otelcilik ve seyahat acenteciliklerine kaydı. Yani üretmeden kısa yoldan zengin olma, köşe dönmeci şark kurnazlığı itibar görür hâle geldi. Bu zihniyet çürümüşlüğü insan kalitesini düşürdü. Herkesin eğitimle ilgili bir sorunu oluştu! Oysa Köy Enstitüleri ile üreten ve her alanda üretmeyi öğreten kampüs okullar sistemi kurulmuştu. Milletin sorunları eğitimle aşılacak, halkın makus talihi üretim ve kalkınma ile yenilecekti. Hedef öyle konulmuştu ama ne olduysa ranta dayalı zenginlik, devlet ihaleleri ile korunup kollanarak zenginleşme salgın hastalığı ülkeyi sarmıştı. Ve artık her iktidar kendi zenginini türetmeye başlamıştı. Bu yozlaşma da, halkın kahir ekseriyeti tarafından kanıksanır olmuştu.

Artık ülkenin tiroid bezleri bozulmuş, doğal tiroksin hormonu üretmez olmuştu. Dışardan sentetik hormonlar kanımıza enjekte edilir hâle gelmişti. Hak hukuk, adalet kavramları rafa kalkmış, adam kayırma, talan ve malı götürme kimyasal hormonları eşik değerlerini çoktan aşmıştı. Aksini düşünenler ise avanaklık ve ahmaklıkla suçlanır olmuştu.

Tarım ve hayvancılık sektöründe dahi ithal ürünler kullanacağımız kimin aklına gelirdi?

Böylesi mutlu bir Cumhuriyet Bayramı akabinde, coşkulu 100. Yıl kutlamalarının hemen ardından kötümser bir tablo çizdiğimi düşünüyorsanız üzülürüm. Şahsen bir eğitimci olarak ülkemizin büyük fotoğrafının bir bölümünü size göstermeye çalışıyorum. Üzüleceksek birlikte üzülelim, ama nerede hata yapıyorsak oralara yoğunlaşalım ve birlikte şahlanalım istiyorum.

Şimdiye kadar önümüze konulan ve 2023 vizyonları ne oldu? Dünyanın ilk on ekonomisi içinde miyiz? 2023 gelip çatınca, şimdi hayallerin rotası yeni hedefler oldu! 2053’te uçacağız, 2071’de Galaksiler arası tüneller, otoyollar, viyadükler inşa edeceğiz!..

CUMHURİYET
Bir ulusun kendi egemenliğini/bağımsızlığını elinde bulundurması demektir. Yasama, yürütme ve yargı yetki/güç dağılımını kuvvetler ayrılığı ilkesi doğrultusunda, yerli yerinde kullanma hür iradesini yurttaşlarına sunan bir rejim biçimidir.  Halkın kendinde olan egemenlik yetkisini, seçtiği vekiller aracılığıyla, dolaylı olarak yönetimde kullanması demektir. Bürokrasi kültürü ve geleneği ile liyakat esaslı bir devlet aklı ve hafızası oluşturmak, bu geleneği gelecek kuşaklara geliştirerek aktarmak demektir.

DEMOKRASİ ise Cumhuriyet rejimi içinde evrensel hukuk üstünlüğü orijinli, insanı önceleyen yasalar yaparak (yasama), siyasal yönetim (yürütme) ve denetim (yargı) sisteminin işleyişine halkın bizzat katıldığı yönetimi sürecidir. Bu yönetsel eylemini düzenli aralıklar ve özgür iradesiyle yaptığı seçimler aracılığı ile gerçekleştirir. Beğendiğini iktidara getirir. Beğenmediğini muhalefette tutar. Çok farklı argümanlar sunarak koalisyonlar veya ittifaklar oluşturulmasına imkan sağlar.

Bu iki kavramın birbiri ile karıştırılması, devleti yönetme yetkisini eline alanları hizmeti esas almak yerine, güç bende artık diye, devletin sahibi gibi davranmasına sebep olmaktadır. İlke ve kurallar hiçe sayılmakta, kuvvetler ayrılığı ilkesinin sinaps bölgelerinde nörotransmitterler bloke edilmektedir. Bu durum, devlet aygıtının tıkır tıkır işleyen sinirsel iletim mekanizmasında sorunlar oluşturmakta ve toplumun topluca depresyona girmesine neden olmaktadır.

Şikayet ettiğimiz bozuk düzen aslında Cumhuriyetten ya da onun uygulama alanı demokrasiden kaynaklanmamakta, gücü eline alanın yetki elindeyken demokrat olamamasından kaynaklanmaktadır. Yetkisizken eleştirmek, yetkili iken eleştirilerini unutmamayı gerektirir. Ama bizde hep tersi oluyor. Oysa yine Cumhuriyetin kuruluş yıllarında Atamızın atılım ve ilerlemeci uygulamaları ile biz bunu başarmış bir millettik!.. Durumu Ünlü Tarihçi Prof. Herbert Melzig'in tespitleri ortaya koymaktadır! [Platon'un "Ya krallar filozof olsa, ya da filozoflar kralların tahtına otursaydı, insanlık için her şey daha güzel olurdu!" dileğinin yüzyıllar sonra yirminci yüzyılda Atatürk ile gerçekleştiğine tanık olmaktayız.] demekteydi. "Bir milletin makus talihini yenen kararları ve uygulamaları ile tam olarak Platon'un dileğinin gerçekleştiğini görebilmekteyiz." diyordu.

Yüzüncü yılını kutladığımız Cumhuriyetimizi, onun var oluş felsefesi ve kurumsal ilkeleri açısından değerlendirirsek bugün nerelerdeyiz? Kurulduğu yıllarda hep ileriye götürmek üzere hedef konulmuş olan Cumhuriyetimizi ne kadar ileri götürebildik? Takdirlerinize sunuyorum.

Ülke bütünlüğü ve ulusal bağımsızlık hususunda hiç kuşku götürmeyecek bir gerçek var ki o da; vatan diye üzerinde yaşadığımız bu toprakların, onu bize armağan eden atalarımıza altın tepside sunulmadığı gerçeğidir!.. Her bir karış toprağında şehit kanı olan bu topraklar üzerinde kurulmuş Cumhuriyetimizin ebediyen payidar kalması ortak paydamız olmalı. Kimse bu hususta elinde bir ölçüt olduğunu zannederek karşısındakini ihanetle suçlamamalı. Özellikle siyasal oluşumlar da bu yönde bir eylem ve söylem içinde olmamalı. Bu konu, sıkıntılı olduğumuz alanların başında gelmektedir. Siyasi bloklaşma ve ucuz polemikler, enerjimizi boşuna tüketmemize neden olmaktadır. Oysa olması gereken, kalkınma hamlelerine zaman ayırmak ve müreffeh bir toplum inşa etmektir. En önemli ve öncelikli ödevimiz, kurulduktan sonra hedef olarak gösterilmişti zaten! Muasır medeniyetler seviyesine yükselmek. Bugün nelerle uğraştığımıza bakarsak; oyunun kimler tarafından kurguladığını anlamak hiç de zor olmasa gerek!

O zamanın dış gücü veya süper gücü diye nitelenen İngiltere yöneticileri, "Tanrı'nın yirminci yüzyıldaki insanlığa hediye ettiği deha, maalesef ki Türk çıktı. Ama düşmanımız da olsa mert ve yiğit bir komutan; özgürlük ve barış aşığı bir demokrat!" dememişler miydi, Atatürk için?..

Sanayi devrimi öncesinin yani İpek yolu ticaretinin hüküm sürdüğü dönemlerin ekonomik süper gücü Hindistan'ı bile iliklerine kadar sömüren kimdi? O İngiltere Hinduları başını kaldırıp gökyüzüne bakmaya mecali kalmamış köleler yapmıştı. Öyle ki, Atatürk ve silah arkadaşları, İngilizleri ve yanında yer alan güç tapıcısı yedi düvel avanesini yenilgiye uğrattıktan sonra, Hindistan özgürlük hareketi lideri Mahatma Gandi, "Atatürk İngilizleri yenince gözüm açıldı, yoksa o zamana kadar Tanrının bile İngiliz olduğunu düşünüyordum!" veciz sözünü söylememiş miydi?


İşte Atamız kurduğu Cumhuriyetle manda ve himayeye hayır, sömürüye hayır, padişahlığa hayır, kula kulluğa hayır, sınıf kast sistemine hayır, kadına yapılan ayrımcılığa hayır, avam ve maraba sistemi içinde ağalık, şeyhlik, ruhbanlık sistemine hayır, savaşa hayır, tekelleşmeye hayır, kaynak israfına hayır! Şeklinde sağ kulağına ezan okuyarak; barış, özgürlük, adalet, kalkınma, üretim, demokrasi, bilim, spor, sanat, akıl, ahlak, insan hak ve hürriyetlerinden eşit yurttaşlar olarak yararlanma haklarına ise evet! Şeklinde sol kulağına kâmet okuyarak bundan 100 yıl önce tüm dünyaya yeni bebeğimizin doğumunu müjdelemişti.

O bebeğin ağlama sesleri, sizler sayesinde bu ezan ve kâmet evrensel nitelikleri ile daima yankılanacak. Yankılanacak ki, kuruluş zamanında pek çok millete ve ülkeye meşale olduğu gibi, bize ve formatlanmak isteyen her millete umut aşılamaya devam edecektir...

Bu duygu ve düşüncelerle Cumhuriyetimizin yüzüncü yaşını içtenlikle kutluyor, başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere tüm şehitlerimizi saygı, rahmet ve minnetle anıyorum...

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?