Erke Dönergeci

Erke Dönergeci
17-02-2023

Çok büyük bir sükse ile dünya tarihinde çığır açan bir buluş olarak piyasaya çıktılar. Küçük bir başlangıç enerjisi ile devinim sağlayan bir düzenekle, kendi kendini gerçekleştiren kehanet statüsünde, sonsuz enerji üreteceklerini söylediler. 2007 Yılından itibaren seri üretime geçerek ürettikleri makineyi insanlığın hizmetine sunacaklarını deklere ettiler. 2027 değil, dikkat edin lütfen! Ha sonrasında içinde bulunduğumuz yıl itibariyle "Nerede bu cihaz, makine?" diye sormayın.

Kimdi bunlar?

Erke Araştırmaları ve Mühendislik adıyla kurulmuş bir firma.

Hiç bir siyasi oluşumla bağlantıları olmadığı gibi, yurtiçi ve yurtdışı dernek, vakıf, cemaat veya tarikat tarafından ekonomik ya da lojistik destek almayan, finansal fon kullanmayan tamamen yerli ve milli ticari, bilimsel kuruluş olduklarını açıklamışlardı.

Neydi iddiaları?

Çevreye zarar vermeyen, istenen güç ve sürati sağlayabilen, doğrudan hareketin elde edilebildiği, yakıt gerektirmeyen bir kuvvet makinesi ile maddenin eylemsizlik özelliğinden faydalanarak, istenen yerde istenen miktarda elektrik üretme yeteneğini bulduklarını belirttiler. Tüm taşıtlarda kullanılabileceğini açıkladılar.

Baksanıza sükseye! Sunulan bu buluş ve iddiadaki cazibe insanın başını döndürmüyor mu?

Gel gelelim içlerinde bir tane bilim insanı yoktu. Ve iddia edilen durumun, -termodinamiğin temel kurallarına aykırılığını- açıklayan bilim insanlarına karşı savunma yapamıyor, iddialarını ispat edemiyorlardı!

Hayal satıyorlardı anlayacağınız. Çünkü kalorimetre kabında yaşamıyorduk. En azından mutlaka ısı kaybı olacaktı. Kaybedilen ısı enerjisinin yerine ne koyacaklarını karartan bir sunumla algıyı yönetiyorlardı.

Dahası ayda veya uzay boşluğunda değildik. Düzeneğin, sürtünme kuvvetiyle harcanıp tüketeceği enerjiyi nasıl takviye edeceğini söylemeden, hiç yakıta veya enerjiye ihtiyaç duymadan sınırsız enerji üreteceklerini ballandırarak anlatıyorlardı.

Olsun ama alıcısı vardı. Neyin alıcısı olmadı ki ülkemde?

 

Seksenli yıllarda kırsaldan şehirlere göç, hızla artış göstermişti. Köyünden kasabasından ilk kez çıkmış ve şehre gelmiş nice garibanı, şehirlerin otobüs terminallerinde bir sürpriz beklerdi. “Bul kareyi, al parayı.” taktiği ile ayakta kumar oynatan simalar...

Koltuk altlarına kıstırdıkları katlanabilir sehpa üzerine kurdukları stant üzerinde bardaktaki zarı bulanlara para kazandırıyordu. İşi kotaran simsarın etrafı kendi elemanlarından oluşur ve onlar kazanır, ortadaki kaybeder görünürdü. Görüntü öyle olsa da, ekip elbirliği ile hep birlikte kazanır, kurdukları ağa dışardan kim düşerse onları yolmak, onlarla beslenmek uyanık ekibin hünerleri idi. Az garibanın cebini boşaltmadılar öyle. Yetmiyormuş gibi kazanma şehvetine kapılmış saf köylünün kenara koyduğu yatak, yorgan, valizlerini de kaşla göz arasında o simsarların ikiz kardeşi olan yan kesiciler iç ederdi. Bu bir fetö taktiği idi aynı zamanda! Himmet yemeği adı altında yaptıkları organizasyonla kendi müntesiplerinin yüksek meblağlarla vaat ettikleri yardımlar karşısında kendisini ezik hissetmemek için varını yoğunu ortaya koyarcasına yardımda bulunan hariçten ağa takılmışların durumunda olduğu gibi…

Türkiye tek yürek kampanyası ile deprem için yardım toplama etkinliği ne hikmetse böylesi bir trajediye dönüşmüştü. Zaten bugün FETÖ olarak ilan ettikleri geçmişteki kankaları ile sarmaş dolaş devam etseydi yürüyüşleri, emin olun kampanyanın kompetanı samanyolu tv olurdu kuşkusuz! Daha önceleri kaç kez seyretmiştik o yayınları!

Devletin kurumları devlete yardım ediyordu. Şahsım ülkesinde, şahsa bağlı varlık fonunda olan ve zarar ettiği açıklanan kurumlar şahlanmış; 1,er, 2'şer derken 25, 30 milyar tutarınca bağış yapıyorlardı. Yani ekonomik koşulları elverişli olmadığı için kahrından ölecek vatandaşlarımızın imdadına yetişmişlerdi. Hepimiz yardım yapmış olduk sayelerinde.

Ha bu arada, böyle bir yetkileri var mı? Kurumlarımızın yıllık bütçelerinde o şekilde bir ödeme kalemi var mı? Özellikle bankalar, vaat ettikleri o yardım paraları için kaynak mı yaratacak, yoksa görev zararı mı gösterecek? Öte yandan hazine ve maliye bakanının anında açıklaması sonucu kamu ihaleleri ile zenginleştirilmiş kişiler yaptıkları yardımı vergiden düşeceklermiş. Onların vergi borçlarının defalarca ötelenmesi, silinmesi, aldıkları teşvikleri dile getirmek şöyle dursun, bunun adı nasıl yardım oluyor o zaman? Diye dahi sormayacaksın. Hatta aklandıkları için alkış tutacaksın. Oh ne ala mualla...

Merkez Bankası bile bağış yapmıştı. Hem de en başta geliyordu 30 milyar TL ile onun miktarı! Anlayacağınız güçlüyüz, içinin boşaltılması filan hikaye, ihtiyat akçesi harcanmamış, gerek duyulunca devreye sürülüyor. İmajı çiziliyor ve yine algı yönetiliyordu. 107 milyar TL yardım toplanmıştı. Devlet olmayan ama vaat edilen miktarlarla sağ cebinden alıp sol cebine aktarıyordu. Hesaplardaki miktarı ve harcamaların nereye, ne zaman yapılacağını, yapıldıktan sonra doğruluğunu denetleyemezsin. Kimse de hesap vermez, veremez aynı zamanda.

 

Varsa yoksa Haluk Levent ve Ahbap Derneği. Devlete alternatif ve Afad'a karşı muhalefetin kurumu gibi bir algıya dönüştürdüler. O ki, toplanan yardımlar sahici ve göz boyama değil, 107 milyar yanında, Ahbap'ın hesaplarında toplanan 1,2 milyarın lafı mı olur? Diş kovuğunu bile doldurmayacak miktarın üzerinde tepinmenin mantığı ne? Otogarda parasını ve eşyasını yan kesicilere kaptıran safların konumuna düşürmek istiyorlar insanları. Yemezler...

Benim telefonumda üç bankanın mobil uygulaması var. Her üçünün de aplikasyonuna giriyorum. "Yardım" ya da "Bağış" sayfalarına bakıyorum. Adı sanı duyulmamış o kadar vakıf, dernek hesaplarına yönlendirme var ki anlatamam! Bir tek Ahbap'ın hesap numarasına yönlendirme yok. Ha ihtiyacı mı var? Hayır. Ama ayrımcılık ve dışlanma hissi can acıtıyor.

Ona rağmen insanların gönlünde müstesna yer edinmiş ve insanların akınla hesap numarası istediği bir dernek olmuşsa Ahbap, neden böyle diye düşünmek gerekmiyor mu?

Ona siber saldırı dahil, her türlü saldırının önünü açacak beyanat verme yerine devletin kurumlarına güven neden azaldı? Diye sorgulamak gerekmiyor mu?

Kızılay, yaklaşık 8 milyarı Ensar vakfına aktararak onun üzerinden Bilal Erdoğan’ın Yurtdışı vakfı olan Türken’e transfer ederek ABD/Manhattan'da neden gökdelen inşa etti? Yurtdışındaki öğrenciler için yurt olarak yapıldı diye izah etmeye çalıştıkları o yurt da depremzedelere tahsis edilecek mi? Diye sorgulamayalım mı?

23 yıldır toplanan deprem vergileri nereye harcandı? Diye hesap sormayalım mı?

Bilim insanlarını neden dinlemediniz diye sorulmasın mı?

Neden imar barışı adıyla cilalı söylemler geliştirip kaçak göcek yapılara ruhsat verdiniz? Bir de onları seçim propagandasına dönüştürdünüz, halka kendinizi alkışlattınız ve oy devşirdiniz? Hani o binalar depreme dayanıklı idi, Deprem yönetmeliğine göre yapılmıştı?

Şimdi de yıkılan binaların tamamına yakını 1999 öncesinde yapılmış diye insanları kandırıyorsunuz! Bunlar sorulmamalı ve dile getirilmemeli değil mi? Çünkü sırası değil, öyle mi?! Allah sizleri ve bizleri ıslah etsin, başka söyleyecek söz bulamıyorum!

İnsanlar soru sorunca hemen Gezici, FETÖ’cü diye saldırarak sesleri niye kısılıyor?

Sesleri kısıldıkça güvensiz ve denetimsiz binalar, insanlara tabut olmaya devam ediyor. Niye böyle oluyor? Kefen, ihtiyaç listesinde başa niye çıktı diye sorun?

Dişinden tırnağından arttırarak yıllarca ödeyeceği borcun altına girerek ev aldım diye sevinen insanların tabut aldıkları ancak depremle anlaşılıyor. Ama eline koluna sağlık, onlarca can gittikten sonra sonuç üzerinden birkaç gün konuşulup yine unutulacak.

Bu kader değil. Allah Japonlara torpil geçerken, haşa Müslümanlarla savaş etmiyor diye insanları aydınlatacak hocalar yardım organizasyonunda boy göstererek karartma ve algıyı yönetmenin parçası oluyor.

28 Şubat sürecinde dindarların, mütedeyyin insanların da medyası, gazetesi olsun ki, mazlumların sesi olsunlar. Diye maddi manevi yanlarında oldum(k).

O dönemde pek çok insan, korkudan abonelikten vaz geçerken, bıyık keserek görüntü değiştirip kamuflaj sağlarken, inadına iki gazeteye abone olurdum. Hem akit, hem yeni şafak gazetelerinin abonesiydim. Kanal7, TGRT televizyonlarının kuruluşuna gücüm nispetinde yardım yapardım.

Gücü arkasına alanın, adaletten yana tavır almak yerine, “başarıya götüren her yol mubahtır.” anlayışı ile şirazesi kaymış bir şekilde hakkın ve hakikatin üzerini örtme zalimliğine ortak olmamak için daha sonra her ikisinin de aboneliğini iptal ettirmiştim.

İstemesek de hepimiz erke dönencesinin bir parçası haline geldi zaten. Ama simsarlara malınızı mülkünüzü, paranızı kaptırmamanın çaresine bakın!

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?
Enes Cosgun
Enes Cosgun 1 yıl önce
Şu saçma makine işine bilimsel açıdan noktayı koydunuz zaten hocam. Ama ben de şunu ekleyeyim: Öyle sonsuz enerji kaynağı elde ettiğini savunan insanlar bunu "ışık hızına ulaşacağız veya ışınlanmayı icat edeceğiz" gibi iddialardan ziyade halen arabaya motor yapmakla uğraşacaklarsa hayal dünyalarının bile ne kadar sığ olduğu ortaya çıkıyor!
Bağış meselesine gelirsek de ben şunları söylemek isterim: Herkes devletten çaldığını tekrar yerine koyarsa kimsenin bağış yapmasına gerek kalmaz!
Hayati Yaman
Hayati Yaman 1 yıl önce
Çoook teşekkür ederim Enesim. Muhteşem tespitlerin ve katkın beni ziyadesiyle memnun etti. Eğitimli ve bilinçli bir nesil, cehalet karşısındaki en büyük güvencemizdir.
Adem KURUN
Adem KURUN 1 yıl önce
"Allah'ın adını kullanarak insanları aldatanlar, karınlarına ateşten başka bir şey doldurmayacak."
Hayati Yaman
Hayati Yaman 1 yıl önce
Amenna ve saddakna. Allah'ın izniyle asla o cüreti gösterenlerden olmayacağız.