Kriz Çağında İnsan: Geleceğe ve Topluma Karşı Değişen Bakış Açıları

Kriz Çağında İnsan: Geleceğe ve Topluma Karşı Değişen Bakış Açıları
21-10-2025

Bireysellik, altruizm ve kolektif hafızanın çöküşü üzerine bir düşünme denemesi

Postmodern dünya sistemi, küresel kapitalizmin, dijital teknolojilerin ve neoliberal ideolojilerin etkisiyle şekillenen çok katmanlı bir yapıya dönüştü. Bu yapı, yalnızca ekonomiyi değil; insanın kimliğini, ilişkilerini, değerlerini ve ahlaki pusulasını da derinden sarsıyor. Geleneksel toplumsal normların çözülmesiyle birlikte, modern insan kendini bireysellik ve altruizm —yani özgecilik— arasında salınan bir gerilim hattında buluyor.

Bu iki kavram, çağımızda hem teşvik edilen hem de baskılanan çelişik olgular hâline geldi. Bireysellik, özgürleşmenin sembolü gibi görünürken; altruizm, samimiyetini kaybetmiş bir gösteri biçimine indirgeniyor. Böylece insan, ne tam anlamıyla kendine ne de topluma ait hissedebiliyor.

Neoliberalizmin Yeni Tanrısı: Birey

Postmodern çağın merkezinde artık insan değil, birey var. Neoliberal ideoloji, bireyi kendi başarısının tek sorumlusu olarak tanımlıyor. Herkes “kendi markasının girişimcisi” olmaya çağrılıyor.

Zygmunt Bauman’ın deyimiyle, kimlikler “akışkan” hâle geldi; sürekli yeniden inşa ediliyor, sergileniyor, tüketiliyor.

Sosyal medya, bu sürecin vitrini. İnsan, orada hem seyirci hem oyuncu. Her paylaşım, kendi varlığının teyidi; her beğeni, bir damla onay. Ancak bu süreç, bireyi farkında olmadan narsisistik bir kapanın içine hapsediyor.

Kendini sürekli onaylatma ihtiyacı, toplumsal sorumluluklardan uzak, içe dönük bir varoluşa dönüşüyor. Kolektif bilinç, yerini kişisel tatminin sonsuz döngüsüne bırakıyor.

Altruizmin Maskesi: Performans Çağı

Bireycilik yükseldikçe, altruizm —yani başkası için yaşamak— giderek daralan bir ahlaki alana sıkışıyor. Geleneksel değer sistemleri zayıfladıkça, özgecilik artık dini, kültürel ya da ideolojik temellerden beslenemiyor.

Yine de yok olmuyor; yalnızca biçim değiştiriyor.

Bugün dijital platformlarda gördüğümüz “yardım kampanyaları” veya “sosyal sorumluluk projeleri” bunun örneği. Yardım etme eylemi, çoğu zaman bir imaj çalışmasına dönüşüyor.

Birey, “iyi insan” görünümüyle kendi markasına değer katıyor. Bu durum, gerçek empatiyle değil, performans altruizmiyle açıklanabilir.

 

Gerçek özgecilik —yani karşılık beklemeden emek ve zaman harcamak— ise kapitalist düzenin mantığına aykırıdır. Çünkü sistem, ölçülemeyen iyiliği değil; pazarlanabilir başarıyı ödüllendirir.

Güvenin Erozyonu: Devlet, Şirket ve Vatandaş Arasındaki Çatlak

Bir zamanlar insanlar, geleceğe dair umutlarını uluslara, kurumlara, bilime ve ilerleme fikrine bağlardı.

Artık değil.

Pandemi, savaşlar, ekonomik krizler ve siyasi çalkantılar bu güveni yerle bir etti.

Devletler çaresiz, şirketler sınır tanımaz, bireyler ise güvensiz. Çok uluslu şirketlerin bazı devletlerden bile güçlü hâle gelmesi, bağımsızlık kavramının anlamını değiştirdi.

Birey artık geleceği ortak bir başarı hikâyesi olarak değil, bireysel bir hayatta kalma mücadelesi olarak görüyor. Bu da uzun vadeli vizyonu yok edip, toplumu “anlık tatminlerin” esiri hâline getiriyor.

Yarınını göremeyen toplumlar, kader birliğini yitirir; ulus olma bilinci zayıflar.

Araftaki İnsan: Bireysellik, Toplum ve Kolektif Hafıza

Modern insan, bireysellik ile toplum arasındaki ince çizgide arafta yaşıyor.

Toplumun bir parçası olabilmek için verdiği özünden feragat, onu hem topluma yabancılaştırıyor hem de kendine.

Zamanın hızla akması, kavramların içinin boşalması bu yabancılaşmayı derinleştiriyor.

Toplumsal sözleşme, birey-toplum ilişkisinin en önemli dayanağıydı. Ancak kolektif hafızanın çürümesiyle bu sözleşme de erozyona uğruyor.

Bir ulus, geçmişini unuttuğunda geleceğe adım atma cesaretini de kaybeder. Çünkü kolektif hafıza, kimliğin haritasıdır.

Tarihle Oynanan Tehlikeli Oyun

Bugün tarihimizin yeniden yazılmaya çalışılması, sadece akademik bir tartışma değildir; toplumsal bağların çözülmesidir.

Türk ulusunun ortak hafızası, onu bir arada tutan en güçlü bağdır.

Ne yazık ki, geçmişi “önemsizleştirme” çabaları bu bağı hedef almaktadır.

Bu bir tarih tartışması değil, bir kimlik mücadelesidir.

Çünkü bir ulusu geçmişinden koparmak, onun aidiyet duygusunu ve geleceğe dair inancını yok etmek anlamına gelir.

Son Söz: Türk’ün Bilinmeyen Çaresi

Bugün modern insan, bireysellik ile toplum, geçmiş ile gelecek, umut ile korku arasında sıkışmış durumda.

Ancak Türk ulusunun bir farkı var: Kendini yeniden inşa etme gücü.

Bu gücün formülünü kimse tam olarak bilmez; çünkü o, tarih boyunca her defasında küllerinden doğmuştur.

Ve belki de son çare, yine Türk’ün kendi özünde, unutulmuş hafızasında saklıdır.

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?