LAİKLİK

31-12-2021

LAİKLİK

“Din ile Devlet işlerinin birbirinden ayrılması!” şeklinde tanımlanmaya başladığı andan bu yana kimlerin zihninde şimşek çaktırmadı ki! 

-Nasıl olur da ‘din ile devlet işleri ayrılır?’ 

-Bir Müslüman için böyle bir düşünce, küfür arz eden bir durum değil midir? 

-Dinin ve haşa Allah’ın karışmadığı bir alan, yer olabilir mi? 

-Dini ve Allah’ı hayatının her hangi bir evresine veya kesitine karıştırmayan kimse Müslüman kalabilir mi?

-Böyle bir durum, dindar insan tarafından kabul edilecek bir yaşam tarzı olabilir mi?

-Bir insan hem laik, hem de Müslüman olamaz! Kişilerin laik olması söz konusu değildir. 

Hele bir de “Laiklik Batı’dan alındı, insanlarımızı dinsizleştirme projesi!” goy goyları eşliğinde sunuluyorsa birilerinin ağzından… Değmeyin gitsin ahalinin zihninde çaktırılan şimşeklere! 

Oysa azıcık akledip, zihin egzersizi yapılsa, o şimşeklerin birer çakmaktaşı hüviyetinde kıvılcımlar olduğu çabucak anlaşılacaktı. Fakat yine bizim nesil çoğunlukla, o ışıkların korkuları altında panikleyip çakmaktaşlarına mağlup oldu sevgili gençler! Siz olmuyor ve olmayacaksınız inşallah…

Yukarıdaki sorular, az buz sorular değildi muhakkak. İşin ucu da imana dayanıyor veya dayandırılıyorsa milletimizin kahir ekseriyeti ondan uzak durur, yolunu fersah fersah ayırırdı! Bir de laiklik sopasıyla bir takım yanlış uygulamalara imza atılmış ve halkta laik-antilaik kamplaşması oluşturulmuşsa, haliyle çoğu mütedeyyin insan safını laiklik karşısında tutmuştu! 

Peki insanlarımızı yönlendiren kanaat önderlerinde, laikliği dinsizlik gibi görmeye sevk eden deliller nelerdi? Şimdi de onlara bakalım:

+Benzeri çok ayet olmasına rağmen rol model olarak seçtiğim Bakara-107’yi örnek verebilirim. Orada “yerlerin ve göklerin sahibinin ve hükümranlığının Allah olduğu” beyan edilmesine rağmen, siz kim oluyorsunuz da laiklik adına Allah’ın karışamayacağı bir alan(!) belirliyorsunuz?

+Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler kafirlerin, zalimlerin ve fasıkların ta kendileridir! Meallerindeki Maide-44, 45 ve 47. Ayetler varken laikliği benimseyen ve onunla hükmeden kimse Müslüman olamaz!

+Maide-48’de ise bizzat Peygamberimize “Allah’ın şeriatı ile yönetmesi, kendisine gelen ile hükmedip onların isteklerine uymaması” emredildiğine göre, siz kim oluyorsunuz da Müslüman mahallesinde salyangoz satıyorsunuz? Sonuna kadar direnir ve mahallemize sokmayız, anlayışı hakim kılınmıştı! 

Zaman zaman TBMM’nin duvarında yazan “Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir!” ibaresinin dahi küfür içerdiği ve sırf o nedenle rejime karşı durmanın, cumhuriyete karşı olmanın dinî bir vecibe olduğu, marjinal dinî gruplarca sessiz sedasız dile getirilebilmekte idi. Çünkü Hakimiyet kayıtsız şartsız Allah’ındır. Nasıl oluyor da bu yetki ve görev insana veriliyor? Bu düpedüz kişiyi küfre sokar, izahı yapıldığı anda pek çok Müslümanın dili tutulup lal oluyordu! 

Kimseyi küçümsememek ve hor görmemek gerek. Zira kolay değil bu mevzuda doğru bakış açısına sahip olabilmek! Bugün ülke yönetiminde söz sahibi olan siyasal İslamcı kesimin kafa karışıklığı da boşuna değil! Bir bakıyorsunuz Laiklik dinsizlik olarak görülebilmekte, bir bakıyorsunuz Mısır’da Mursi iktidara geldiğinde onlara laiklik tavsiye edilebilmekte, bir bakıyorsunuz demokrasi inançlarımızı iktidar yapabilmek için bir araçtır denilebilmekte, bir de bakıyorsunuz ki, inanç noktasında Talibanla farkımız yok aynı noktadayız denilebilmektedir!..

Sonuçta mevzu da gelip Osmanlı-Cumhuriyet rejimleri karşılaştırılmasına dayanıyor elbette. Osmanlı sözüm ona Şeriatla yönetiliyor, Cumhuriyet ise Laiklikle… Haydi bakalım tarafını seç ve çık bu işin içinden, sıyrıl sıyrılabilirsen! 

Evet Laiklik Avrupa’da, hem de dindar Avrupa’da ortaya çıkmıştı. Çünkü Ortaçağ karanlığını yaşayan Avrupa; devlet idaresinden siyasete, bilimden sanata, özgürlüklerden hak ve hukuka her alanda Kilisenin hegemonyası altında inim inim inliyordu! Bu “Ortaçağ Karanlığı” söylemi bizim Müslümanların öyle hoşuna gidiyordu ki, çünkü kendinden uzak ve inancınca kafir bir topluğu tanımlamaktaydı. Oysa orada, o zamanda yaşıyor olsalardı, bal gibi yine laisizme karşı çıkan ve onu dinsizlik olarak gören kesimin içinde, kilisenin yanında olacaklardı! 

Rönesans ve Reform hareketleri ile bir aydınlanma yaşayan ve özgürlüklerini oluk oluk kan akıtarak kazanan Avrupa, haklarının kıymetini biliyor ve onların yeniden ruhbanlar aracılığıyla ellerinden kayıp gitmesine müsaade etmek istemiyordu! Ama tereyağından kıl çeker gibi topluma zihinsel bir level atlatan cumhuriyet rejimi ve kurucusu Atatürk, o kazanımları altın tepside milletimize ikram ettiği için kıymeti bilinmiyordu! Çünkü bedel ödenmemişti! 

İşte özünde “Din ve Vicdan Hürriyeti” olarak tanımlamanın daha doğru bir tanımlama olduğuna inandığım Laiklik, inanç özgürlüğünü, Devletin dini olmayacağını, bütün vatandaşlarının inancına saygılı ve eşit mesafede olması gerektiğini ifade eden bir kavramdır. Cumhuriyetin temel kurucu ilkelerinden birisidir. 

“Devletin dini” gibi görülmesi gereken bir nitelik olacaksa eğer, onun adalet olması gerektiğini öğreten bir kavramdır. 

Sevap kazanma ve ibadet etme aşkıyla Devlete sızma gibi bir gizil amacın güdülmemesi gerektiği temel algısını laiklik öğretmekte idi. Devlette, çoğunluğu temsil ediyor bile olsa, bir grup lehine kadrolaşma olmamasını ve kurumların belli bir cemaat veya kliğin emrine geçmemesini sağlayan emniyet supabı idi! Hem 15 Temmuz darbe girişimi, hem de benzer zihniyet olarak bir takım dinî yapılaşmaların halen kadrolaşma örneklerine tanıklık ettiğimiz, yaşanan son gelişmelerden sonra Laikliğin önemi ne kadar da iyi anlaşılıyor değil mi?

Şimdi de delil olarak gösterilen yukarıdaki ayetlerin, Devlet nizamı açısından laikliğe karşı olunmasını gerektirmeyecek ayetler olduğunu ispatlayarak; sizlere mevzunun şimşeklerini ve çakmaktaşlarını tanıtacağım!

Bir kere Allah’ın hükümranlığı ve sahipliği hususunda her insanın fıtratına yüklü bir inanç vardır zaten. Bunu reddedenin gerekçesi de, yaşanan dinsel olgulara bakarak o tertemiz fıtratının üzerini örtüp ateist bir inanca evrilmesinden kaynaklamaktadır. Oysa burada asıl sorun, Allah adına hüküm verdiği ve yönetsel anlayış ortaya koyduğu kabul edilen, Allah’tan rol çaldırılan kişi veya kurumsal yapının dinde varlığı iddiasının çürütülememesidir. Günümüzde dahi din adamları(!) tarafından veya Diyanet kurumsal zihniyeti açısından bakıldığında, “Ulul emr” diye bahsi geçen kavrama takla attırılıp, yöneticilerin haşa Allah’ın halifesi konumuna itildiği görülmektedir! Tamamen “Emevi İslamı” ürünü bir tezahürdür. Onun günümüzdeki uzantısıdır… 

(Önümüzdeki sunumum da “Halifelik Dinî mi, Siyasî mi?”  konusu olsun inşallah!)

“Dinde zorlama olmadığı” (Bakara-256), Peygamberimize “Sen onlar üzerinde bir zorba değilsin!” (Gaşiye-22, Kâf-45), “Emanetin ehline liyakatli kimselere verilmesi ve adaletle hükmetmek gerektiği” (Nisa-58), “İşlerini şura, meşveret ve danışma ile çözme önerisi” (Şûra- 38), inanç özgürlüğünün teminatı olan “İsteseydim tek bir inançta kılardım ama istemedim” (Maide-48, Nahl-93), “Toplumlar kendilerini değiştirmedikçe, Allah’ın o toplumları değiştirmeyeceği!” (Ra’d-11), “Adaleti eğip bükmemek gerektiği, yakınların zarar görmesi durumu söz konusu olsa dahi şahitliği doğru yapmak ve kast sistemine sınıf farkına yer vermemek gerektiği” (Nisa-135) Ayetleri ile yeryüzünü imar etme ve cennete çevirme görevinin verildiği tür olarak, insanın seçildiği Bakara-30 Ayeti ne olacak? 

İşte kendi heva ve hevesimize göre bir kısım ayetlerin üzeri örtülerek, karartma operasyonlarına tabi tutularak, Kur’an ayetleri refere edilmemelidir. Bundan daha tehlikelisi yoktur. Bir konu ile ilgili ayetlerin tamamını ve Kur’an’ın tamamının olaylara bakışını bilmezse bir Müslüman, o zaman önüne sürülen her argümana din diye sarılır! 

Işid, Adnan Oktar, El kaide, Taliban, Fetö vs gibi dinî yapılaşmaların hepsi de Kur’an’ı referans aldıklarını iddia etmiyorlar mı? Lütfen artık neyin şimşek, neyin çakmak taşı olduğunu bilelim ve onların karşısında dillerimiz lal olup kalmasın!

2022 yılının hayatınıza güzellikler katması dileğiyle yeni yılınızı kutlarım.

 

Hayati YAMAN

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?