Lilith, Adam ve Havva'nın Kızları

09-03-2022

Son günlerde zamanının çoğunu yaratılışa, yokluğun varlığa evrilmesine, insanın elementer kökenine, özellikle de “ Âdem’in ilk eşi ” ne tahsis etmişti. Eski Ahit’te kaburga kemiğinden yaratılan bir kadın figürü, yıllar yılı hem kendi zihnini hem de insanlığın ortak belleğini meşgul etmişti. Peki ya,   “ Lilith” ismini kulağına kim, nereden fısıldamıştı? Bu belli belirsiz ses;  mitolojinin kanatlarına tutunan bir varlıktan mı, yoksa hakikatin rahmine sırtını yaslayıp vücut bulan bir ceninden mi gelmişti, bilemedi.

 Mitolojileri ve kutsal metinleri kurcalamaya karar verdi. Yahudi apokrif* metinleri tanrı Yahve’nin toprağı ve kili yoğurarak Âdem’le eş zamanda bir dişi yarattığını söylüyordu. Bu yaratılışta Asur efsanelerinin ayak izlerini ve soluk alıp verişini derinden hissetti. Evet, uğruna savaşlar verilebilecek bir afet-i devran; güneşi kıskandıran sapsarı saçları, denizlerin ve okyanusların içine boca edildiği masmavi gözleriyle karşısında duruyordu.

 Bu kadını ve adamı belirli bir süre Aden bahçesinde gözlemlemeye karar verdi. Yaşantıları kendisine mutlu bir aile tablosundan ziyade, her ilmeği hırgür eliyle atılan kaotik bir motifi anımsatmıştı. Adam**, bahçenin tüm bakımını kadına yıkıp onu emrine amade kılmak istiyordu. Bu senaryo ete kemiğe büründüğünde hâkimiyetini ilan edecek kadının payına da prangalı bir mahkûmiyet düşecekti. Kadının güçlü bir limana sığınmak üzere programlanmış fıtratı; kendisinden beklenilen bir tavır mı sergileyecekti yoksa başkaldıran isyankâr bir tepki mi verecekti? Merak konusuydu. Gözlerine inanamadı.   Sanki karşısında Olympos tanrısı Zeus’tan ateşi araklayan Prometheus belirmişti. Adamla aynı elementer kökenden yaratıldıklarının bilinciyle elindeki “eşitlik” meşalesini sıkıca kavradı. Onu söndürmeden ötelere taşıyacaktı. Ama Adam, onun yaşam alanını daraltmakta kararlıydı. Adam’ın, kendisini tohumlarını saçabileceği toprak olarak gördüğü gece, onun için bardağı taşıran son damla olmuştu. Kadın kendisine yapılanı alçaltıcı bulup cenneti terk etmişti.

 Sonra bir mağaraya sığındı kadın. Günlerden bir gün cinlerin padişahı “Samael” le karşılaştı. Gözleri gözlerine değince örselenmiş yüreği panayırların, şenliklerin kurulduğu bir aşk meydanına dönüştü.  Kendisi de dişi bir şeytana evrildi.   Bu birliktelikten her gün yüz çocuk doğurdu.   

 Adam, insanın sosyal bir canlı olduğunu o gün ilk kez iliklerine dek hissetmişti.  Başını ağaçlara, duvarlara vurdu. Eşini geri getirmesi için Yahve’nin kapısında sabahladı. Tanrı Yahve, kulunun acziyetine dayanamadı. Dişiye kanatlı memurlarını gönderdi.  “Eşine, sıcak yuvana dön!” davetinde bulundu. Kadın dönmemekte ısrarcıydı. Memurlar “Kendileriyle gelmezse her gün yüz çocuğunu boğazlayacaklarını” söylediler.  Tehditlerini yerine getirmekte de çok geç kalmadılar.

 Yahve, Lilith ’in bahçeye gelmeyeceğine ikna olmuştu. Adam’ı derin bir uykunun kollarında buldu. Onun eğri kısa kaburga kemiğini alıp Havva’yı yarattı. Bu yeni dişi Adam’ı, varlığının yegâne sebebi olarak görüyordu. Nasıl görmesindi ki, onun etinden et, nefesinden nefesti. Ona karşı gelemeyeceği gibi büyük bir şükran duyarak baktı. Adam uykunun kenetlediği kollarını güç bela açtı. Tüm ihtişamıyla Lilith yanı başındaydı. Ne denli itaatkâr ve masum duruyordu. “Demek ki bu geçen süre onu ıslah etmeye yetmiş” diye düşündü. Hâlbuki Lilith zannedilen kadın, ona bire bir benzeyen Havva’dan başkası değildi.

 Acılı Lilith,  çocuklarını toprağın şefkatli kollarına teker teker bıraktı. Aslında her defin işleminde yüreğinden bir parçayı da toprağa gömüyordu. Simsiyah urbalara büründüğü lanet olası o gün, Âdem soyuna amansız bir düşman kesilmişti. Artık o, bebek ölümlerinin baş failiydi. Hamile kadınların çektikleri sancılar mest edecekti onu. Havva’ya “ölümsüzlük” ü fısıldayan sesin öznesi de bizzat kendisiydi.  Fettan Lilith, artık kapağı her açıldığında etrafına felaket saçan Pandora’nın Kutusuydu.  

 Lilith ’in bu gizemli hikâyesine şahit olan araştırmacı başını ellerinin arasına aldı ve  “Belki de Asur mitoloji ve Yahudi ilahiyatı “başkaldıran” kadını erkeğin rakibi olarak seçip, sonra da onu mahkeme kararıyla “şeytan  ”olarak ilan etmiştir” diye düşündü.

 Peki, Havva’nın kızlarını nasıl bir akıbet bekliyordu? Senaryosu Âdemoğulları tarafından yazılan filmlerin figüran rolleri mi kalmıştı kendilerine; yoksa metni yazan el kendilerinin miydi?  Anneleri Havva, şeytana kanıp yasak meyveyi Âdem’e yedirmemiş miydi? Cennetten kovulup dünyaya sürüldülerse, başlarına bunca felaket geldiyse özellikle de Âdemin oğulları geçim için yılan olup toprakta sürünüyorlarsa sebebi bu edilgen kadın değil miydi?  Merakını yatıştırmak için kıtalar ve çağlar aşıp, birçok durakta soluklandı.

 İlk çağlarda tabiatın uyumlu bir organıydı insan. Havva’nın kızlarından ziyade toprağın rahmine göbek kordonu ile tutunup ondan beslenmişti.  Onun göğsünden süt emmişti. Bu nedenle ilk sözü toprağa “ana” diye seslenmek olmuştu.

Sonra çıplak vücudu, geniş kalçası, içi süt dolu kocaman memeleriyle onlara hayat bahşeden üretken dişiyi keşfettiler. Birdenbire yüceler yücesi “Bereket Tanrıçası” na dönüşmüştü kadın.

Ancak dişinin ilahe koltuğundaki saltanatı uzun soluklu olmamıştı. Alaşağı etmişlerdi onu. Özne olmak neyineydi onun. Kendisine biçilen nesne elbisesine sıkıştırılan bir bedendi kadın.

Erkeklerin icat ettiği adına “savaş” dedikleri bir oyun vardı. Yaşamak için oynanılan kanlı bir oyun… Peki,  savaş teçhizatı nasıl temin edilecek, atılan son zarla önlerinde dağ gibi yığılan kumar borcu nasıl ödenecekti? Kadını verince silah almışlar, kumar borcunu da hemencecik kapatıvermişlerdi. Akşamki çilingir sofrasında rakı, kavun ve beyaz peynirin yanında boş bir sandalye göze çarpmıştı. Yoksa bu boşluğu dolduracak alımlı bir meze miydi kadın!

Arap yarımadasında bebeğinin kız olduğunu işiten babanın yüzü simsiyah kesilmişti. Kavmine karşı nasıl övünecek, olası bir kavgada sırtını kime yaslayacaktı. Belki de Tanrıların lanetine uğramanın nedeniydi kadın.

İsa “ İçinizde ilk taşı hiç günah işlemeyen biri atsın ”demişti. Zina en az iki kişi ile işlenen bir cürüm değil miydi? Ne hikmetse azgın kalabalığın elindeki taşları isabet ettirebildiği tek gövdeydi kadın.

Sare’nin çocuğu olmuyordu. Ama İbrahim’in soyunu soylamak gerekiyordu. “Kocası kucağına bir evlat alsın, gönensin” diye onun Hacer’le evlenmesini teşvik etmişti. Her tercihinde kendinden bir parça vazgeçişti kadın.

Sabah duasından çıkan rahip Frollo, manastırın avlusunda güzeller güzeli Esmeralda’yı görmüştü. Şiddetle arzulamıştı onu. Ama kız her fırsatta kendisinden köşe bucak kaçıyordu. Öfke krizine giren rahip, pütürlü diliyle “Sen ruhunu şeytana satmış bir cadısın”  demiş, onu kalabalıkların önüne atmıştı. Bedenini teslim etmeyince şeytana dönüşen bir ifritti kadın.

Baba ölünce üvey annenin, ağabey ölünce de yengenin erkeğe miras olarak kaldığı bir mülktü kadın.

Erkeğin ruh durumuna göre kahir ekseriyetle kendisiyle her fırsatta eğlendiği kimi zaman da lütfedip evlendiği,   “sırtından sopası, karnından sıpası” eksik edilmeyen bir oyuncaktı kadın.

Hindistan’da kocası ölen bir kadın için bu gezegende yaşamanın geçerli bir sebebi de kalmamıştı.  “Ateş israf olmasın” dı, ölen kocasına diri diri eşlik eden mahlûktu kadın.

Aziz Pavlus’un  “Kadın erkekten yaratılmıştır” diyerek ikincil bir varlığa indirgediği sığınmacıydı kadın.

Işıltılı mağazalar, otomobil fuarları hatta dondurma reklamları gibi hakkında örneklerin saymakla bitmeyeceği şekilde tüketim kültürünün etinden nemalandığı cinsel bir yüzdü kadın.

...

Tarihsel süreç içerisinde Havva’nın kızlarının yazgısı da annelerinden farklı olmamıştı. Adam konuştu onlar hep edeplice dinlediler. Zira “Susmak kadının şanındandı.” Us bakımından “Rapunzel” onları en iyi betimleyen masaldı. Zira saçları uzun akılları kısaydı. Ahlâken zayıf yaratıklardı. Onları düzeltmek  “eğri kaburga kemiğini doğrultmak” demekti. Ki, bu da mümkün görünmüyordu. Tarlada, bahçede nasırlaşmış ellerinden çapa hiç düşmedi. Ölen öküzün yerine karasabana koşuldular. Hayatlarını yaşamaktan evvel sorumluluklarını yerine getirmeyi idame koşulu gören kadınlar, hayatın her noktasında bir virgüllük soluklanamadan kurucusu oldukları döngüde bir başınalığa terk edildiler. Her işin emek kısmında sırtlarına vurulup başrolde olmaları istenirken, yemek kısmında ise figüranlığa düşürülüp görmezden gelindiler. Elbette Sebe melikesi Belkıs, Keyhüsrev’e acunu dar eden Tomris, Indra Gandhi… gibi Lilith çıkışlı kadınlar nadir de olsa erkeğin hüküm sürdüğü bu gezegende özne olarak yer almışlardı. Ancak sayılarının irapta mahalli olmadı. Kadının yaratılıştan süregelen çilesi henüz dolmadı

 * Dini otoritelerce kabul görmüş

**Eski Ahit’in Yaratılış bölümünde kendisinden bahsedilen Âdem peygamber

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?
Adem KURUN
Adem KURUN 2 yıl önce
"Kadının Adı Yok" romanı geldi aklıma Hoca'm... (Duygu Asena, bilirsin...) Bir de, "Bin Muhteşem Güneş"te, ceza olsun diye ağzına kum ve çakıl doldurulup yemek zorunda bırakılan ve kaderini hiç düşmeyecek bir plasenta gibi ömür boyu taşımak zorunda kalan zavallı, zayıf varlıklar...
Muhteşem bir anlatımdı, ellerine sağlık...