Medyaya da Boyun Eğmeyen Lider

22-03-2022

90’lı yıllar, suikastlarıyla faili meçhul cinayetleriyle meşhur bir dönemdi aynı zamanda! Şehit edilen aydınları Çetin Emeç, Bahriye Üçok, Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı arasına; Fetullahçı yapılaşmanın devleti yıkma amaçlı kurulmuş ve dış güçlerce kontrol edilen organize bir terör örgütü olduğunu çözen ve açıklayan Necip Hablemitoğlu da 2002’de bir suikaste kurban giderek şehitler arasına girecekti!

Allah onların cümlesine rahmet eylesin…

. . .

Daha önce CIA raporlarında Türkiye’nin geleceğine damga vuran iki genç liderden söz etmiştim! İşte onlardan birisi olan Muhsin Yazıcıoğlu neredeyse her seçim öncesi halkın teveccühünü kazanacak ve dik duruşu ile halkın gönlünde yer edinecek onlarca sınavdan alnının akıyla çıkmasına rağmen seçimlerde hep bir şeyler olur, önü kesilirdi. O da “Aslında durakta bekleyen vatandaşımız BBP otobüsünün geldiğini görüyor ve o otobüste rahatça oturup keyifli yolculuk yapacak ona da inanıyor! Lakin ne hikmetse bizden önce önüne getirilen dolmuşa alelacele tıka basa bindiriliyor ve ayakta yolculuk yaptırılıyor!” derdi.

Aydın Doğan bizzat kendisi “Sayın Başkan siz basın yasasına destek olun, biz sizi aşamalı olarak üç ayda barajı aşıracak pozisyona getirelim!” Halis Toprak bir grup adamını bir çuval para ile BBP Genel Merkezine gönderip “Başkanım biz sizi desteklemek istiyoruz, yeter ki üzerimde oynanan oyunları bozun. İktidara getirecek serveti de önünüze serelim!” vaadinde bulunuyordu. Mantar gibi bitmekte olan ve ciklet reklamı gibi İslami TV kanallarında reklamları dönen sözde Holdingler vardı! İttifak holding, Kaldera holding, Kombassan holding, Yimpaş holding, Anser holding, Anadolu holding, … Yurtiçi ve Almanya başta olmak üzere özellikle yurtdışından dalladıkları yüzbinlerce vatandaşımızın acılarını yanlarına kar bırakarak bunların hepsi de battı! Daha doğrusu o amaçla kurulmuş ve milletin paralarını iç etmişlerdi demek daha doğru olacaktır. Gurbetçilerin milyonlarca dolar ve euro’su buharlaşıp addaaa olmuş birilerinin cebine cukkalanmıştı! Yöntem yine aynı idi! Sıfır sermayeyle işe giriyorsun, -faiz haram, kar payı helal- fetvası uyduruyorsun! Banka faizlerinin azıcık üzerinde kar veriyor gözüküyorsun, beleşçi vatandaş sazan gibi dalıyor ve aklını kullanmayan insanları da Din ile Allah ile, Kitap ile kandırıyorsun sıfır sermayeyle işe girişen insanları holding patronu yapıp çıkıyorsun evelallah! Tam bu noktada Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’ın kulaklarını da çınlatmalıyız muhakkak! Zira kendisi Yimpaş Holding Yönetiminde idi…

İşte bu atmosferde Rahmi Koç başta olmak üzere işadamları “Sermaye alanında kirlenmeye ve güvensizliğe sebebiyet veren bunların yarattığı olumsuz iklimden bizi kurtarın!” diye feveran ediyordu. Asker, bürokrat ve Cumhurbaşkanı düzeyinde yetkililer “İrticacı hükümete destek vermeyin tehditlerimize aldırış etmediniz bari Başbakanlığınızla kurulması öngörülen ‘Muhsin abi’ modelli hükümeti kurmayı kabul edin!” diye teklifte bulunuyordu. Fakat onların ittifakı da kirli idi. Medya, Sermaye, Siyaset asla birbiri ile iç içe olmaması gerekirken kuzu sarması kanka idiler. Bu ilişkilerden ve kokuşmuşluktan uzak durarak o çemberi yarmayı hedef alan Yazıcıoğlu, önerilerinin hepsini elinin tersi ile itiyor ve hakim güçlere “Ben milletimin bana vermediği hiçbir yetkiyi başkasından almam ve onlara hizmet ediyormuşum gibi gözükerek iç ve dış mihrakların hizmetinde bulunmam!” diyordu.

Dönüyor milletine de “Bırakın destek ve yardım almayı borç alan bile emir alır. Kapalı kapılar arkasında pazarlık yapan hakim güçlere diyet öder. Ben devletin derinini de sığını da tanımam! Ben devletin şeffaf olanından yanayım. Ben derin milletten yanayım. Sizinle büyüyeyim ki diyet borcumu da size ödemiş olayım. Gelin size uzattığım bu tertemiz ellerimi tutun ve Anadolu’nun kavruk yüzlü, eli nasırlı çilekeş insanları olarak sizin devlete uzanan eliniz olayım!” derdi. “Yoksa ben istesem başbakan da olurdum, başbakan yardımcısı da olurdum. Siyaseti bırakıp Türkiye’nin en zengin insanları arasında da olurdum. Ama ben sizinle olmayı ve size olan platonik aşkımı gerçek aşka dönüştürmeyi istiyorum. Gelin uzattığım bu elimi tutun, bana oy verin ve sizinle büyüyeyim!” derdi.



Millet de ona “Ah bi büyüsen de oy versek. Çok iyisin, çok hassın, çok dürüstsün ama güccük partisin işte. Bir de azıcık da eğilip bükülsen de bi büyüsen! İşte o zaman oy veririz.” derdi.



Birbirlerini platonik aşkla seven ve uzaktan selamlayan bu iki söylemin sahibi aşıklar, bir türlü yollarını kesiştiremedi. 13. Vefat yıldönümünün çok yaklaştığı şu günlerde, bir seçim arefesinde, 2009 Mart ayının 25’inde helikopterin Kahramanmaraş il sınırları içindeki Keş Dağlarına düşmesi veya düşürülmesi neticesinde şehit edildi! -Hamdolsun bizim dönemimizde hiç faili meçhul olmadı- diyenlerin kucağına, kor ateş gibi en büyük faili meçhul olarak düştü! CIA raporlarına yükselişi bir türlü önlenemeyen kontrol edilemez milliyetçi, hormonsuz yerli iç ve dış odaklarca ortadan kaldırılmış ve meydan, diğer genç lider Tayyip Erdoğan’a bırakılmıştı! Çözülmesi için canla başla çalışacaklarına dair ne namus borçlanmalarına, ne vaatlere, ne sözlere rağmen bir türlü çözülemeyen o suikast de Allah’a havale edilmişti!

Gençler ve olayın derinliklerinden haberdar olmayan halk, özellikle bu bağlantıları bilemediği için “Ya %2 oy almış bir siyasi liderin ne hükmü olabilir ki! Onun üzerinden suikast yapılarak ilgili yerlere mesaj verilmiş olsun!” diye buz dağının sadece görünen kısmı ile sığ bir değerlendirme yapabilmekte idi! Ama kazın ayağı göründüğü gibi değildi…

Halk ise o çok sevdiği liderin sadece cenazesine vefa gösterdi. Ülkede her evin cenazesi gibi kabul ve değer gördü. Mahşeri bir kalabalık eşliğinde Başkent’te Tacettin Dergahı Haziresi’ne defnedildi!

Ülke siyasi tarihinin akademik araştırmalara konu olacak bu trajikomik tablosu neden ortaya çıkıyordu? Belki ileride araştırılırdı ama benim naçizane görüşüm şu idi:

Türk siyasi yapılaşması tavandan tabana doğru şekillenme üzerine kuruluydu. Ve hep lider eksenli kurulmuş partileri, yapılaşmaları kaldırıyordu. Ben bilmem eşim bilir. Ben bilmem babam bilir. Ben bilmem şeyhim bilir. Ben bilmem liderim bilir. Ben bilmem büyükler bilir. Sosyal kültürümüzün değişmeyen şifresiydi. Oysa Muhsin Yazıcıoğlu, son derece karizmatik bir liderin yanında yetişmiş olan bir siyasetçi olmasına rağmen, lider sultalarına karşı çıkarak, siyaseti tabandan tavana doğru şekillendirmek istiyordu!.. O, -Siz varsanız biz varız. Siz asıl ve asilsiniz, biz vekil ve görevli memurlarınızız. Siz değerinizi ve kıymetinizi bilin.- derdi. Bu da sosyal ve siyasal kültürümüzde doku uyuşmazlığı meydana getirdi. Çünkü suları tersine akıtmak kadar zordu. O zoru seviyordu ama halk son derece basiti, kolayı, faydayı ve çabuk sonuca varmayı istiyor ve onu tercih ediyordu. Doğal olarak beklentiler kesişmemişti.



Ona rağmen kendisi hep o ilkeye sadık kaldı ve kendisine güvenenlerin başını hiç öne eğdirmedi. “Ya, öyle yaptı ama aslında o şunu hedefliyordu. Öyle dedi ama aslında o şunu söylemek istedi!..” tarzında diğer siyasilerin tamamında görülen tevil ve yorumlara mahkum bir taban hiç oluşturmadı. “Yanlışımı düzeltin, hatamdan dönmezsem bırakıp siz devam edin. Peşime düşmeyin, birlikte yol alalım.” ilkesiyle ömrünün sonuna kadar yaşadı. Fakat çok sevdiği milleti ise hep ona “Ey sevdiğim bir gün bana, yar demedin, yaaar demedin!” türküsünü söylettirdi…

Allah rahmet eylesin…



SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?