Sığınmacılar

25-04-2022

Tarihsel süreç içerisinde insanlık, göçebe hayattan yerleşik hayata geçmiş olsa da; göçleri bir türlü sona erdirememiş ve göçlerin maruz bıraktığı zorunlu dönüşüm ve değişimden asla kendisini uzak tutamamıştır!

Etkileşimi, iletişimi, adaptasyonu en üst boyutta canlı olan insan, bunu aşamadığına göre başka hiçbir canlının aşması da beklenemez. Çünkü göçü en yoğun ve en hızlı yaşayan canlı insandır! Şöyle hızlıca canlılar dünyasını hafızamdan tarayınca denizanaları ve hamam böcekleri çok izole bir hayat yaşadığı ve göçe uzak kaldıkları için bu dönüşüme ve çeşitliliğe kapalı canlılardır. Ya da kapalı diyecek boyutta az dönüşüm geçirerek yaşamlarını idame ettiren canlılar olduklarını hatırladım!

E ne de olsa bizim bakış açımızdan(!) hayvanlar ve bitkilerin mülkiyet hakkı yok değil mi? Oysa duyarlı insanlar olarak olaya yaklaşırsak, onların da mülkiyet hakları olduğunu görürüz muhakkak. Kaldı ki bu mecrada www.eura24.com olarak amacımız, duyarlı insanlar olmak ve olanların sayısını arttırmaktır. Çünkü habitat dediğimiz doğal yaşam alanları ve adresleri var onların! Hatta en çok da biz bozarız onların evini insanoğlu olarak. Yurdundan yuvasından ederiz nice canları…

Bir türlü barış içinde yaşayamayan biz insanoğlu, halen devam eden savaşlar gereği türümüzün üyelerini de yurdundan yuvasından eder dururuz, en şerli mahluk olma seviyesizliğine düşerek…

Her şey göründüğü gibi kardeşçe ve dostça yaşanmıyor ve paylaşımcı bir dünyaya gözlerini açmıyor hala Tanrının umudu olarak yeni doğan bebekler! Ayrıca “Dünya küresel bir köy, sınırları kaldıralım. Ülkeler ve sınırlar çağ dışı. Asker ve ordu niye beslenir? Onlara harcanacak para açlığa harcansın. Hepimiz insanca yaşayalım!” güzellemeleri de ütopya ve ultra lüks tanımlamalar henüz! Ve ne şimdi ne de yakın gelecekte, o ütopya üzerinden geliştirilen bir felsefenin büyülü atmosferine kapılmanın bir geçerliliği yok bu hayatta…
Dolayısıyla olaya realist pencereden bakmanın zamanı çoktan gelmiş ve geçmişti bile! Fakat halkını aydınların yönlendirmediği cahil toplumlarda sonuçlar ancak duvara toslanınca anlaşılıyor. Mağdur ve mazlumların maruz kalmış olduğu hak gaspı, benzer veya farklı bir şekilde başka kişi ve gruplara dokununca ancak anlaşılabiliyor. Kontrolsüz göçmen ve sığınmacıların ülkemizdeki sorunları dile getirildikçe bazı kesimler ısrarla olayı saptırmaya çalışmaktaydı. Onlara karşı çıkanların gerekçeleri bile dinlenmediği gibi sürekli vicdansızlık, ırkçılık, ümmet kardeşliğini baltalama, onların ataları bizimle birlikte düşmanla savaştığı için vefasızlık, onlar bize bileziklerini ve paralarını göndermişken bizim onlara sırt dönmemiz adilik olur tarzında suçlamalar ve güzellemeler üzerinden muhalifler susturulmaya ve bastırılmaya çalışıldı. İşte olayın burası son derece can sıkıcı idi. Ama canı yananların sayısı artıp tepkiler yükselmeye başlayınca hiç olmazsa artık o sorunlar konuşulabilir bir zemin buldu.

Biz de ilk önce kavramları tanımlayarak olaya doğru adımlarla yaklaşalım. Çünkü göçmen, mülteci, sığınmacı, düzensiz göçmen, esir, kaçak, köle gibi kavramlar hem birbirine çok yakın anlamlar içerir, hem de ince çizgilerle birbirinden çok detaylı bir şekilde ayrılır! Ama ülkemiz açısından değerlendirildiğinde, hemen yine kutuplaşmaya kurban edilir bu sözcükler. Farklı anlam içeren kelimeler anında harmanlanır, bilinçli bir şekilde belli amaca yönelik olarak birbiri yerine kullanılmaya başlanır. Örneğin yurdumuza akın akın gelen yabancılar içinde hem sınır komşusu, hem de komşu olmamamıza rağmen tarihsel bağımız olan insanlar var. Onların hiç birisi mülteci de değil, göçmen de… Ama olay ısrarla mülteci veya göçmen kelimeleri kullanılarak gündeme taşınıyor ve o şekilde tartışılıyor. Bakalım öyle miymiş?

 

Mülteci, ülkesinde siyasi yasaklı veya fikir suçlusu konumuna düşmüş ve ayrımcılık muamelesi görenlerin, kendi ülke yetkililerine teslim edilmemesi hukukun garantisi altında, evrensel bir insan hakkı olan sığınma hakkını, başka ülkelerin herhangi birisinden talep etmiş ve kabul görmüş kişiye denir.

Göçmen, ülkeler arasında yasal zemine uygun olarak ve karşı ülkenin resmi talepleri doğrultusunda gerekli koşulları sağlayan ve gideceği ülkece kabul edilen kişi demektir.

 

Şimdi soruyorum sizlere yabancı uyruklu olarak ülkemizde barındırılmaya çalışılan gruplardan hangileri, bu tanımlar çerçevesinde, göçmen veya mülteci kapsamına girer? Elbette hiçbiri.

 

Sığınmacı kime denir? Savaştan kaçarak canını kurtarmak için başka ülkelere yine temel insan hakkı gereği zorunlu giriş yapan çoğunluğu yaşlı, kadın ve çocuk olan kişilere denir.

Peki şimdi soralım, o yabancı uyruklular içinde sığınmacı diyebileceğimiz grup var mı? İşte bu soruya verilecek cevap tartışılır.

“Suriye’den gelenler -sığınmacı- kabul edilir.” diyenler çıkacaktır. Hatta kısmen Afganistan’dan gelenler de...

Fakat karşı tezi savunanlar ise ki ben de bu kanaateyim, haklı olarak “Kardeşim bunlara sığınmacı diyemeyiz. Çünkü içlerinde -kadın, çocuk, yaşlı- çok çok az. Gencecik ve çoğunluğu taşı sıksa suyunu çıkaracak erkek bunlar. Niye vatanlarında mücadele etmiyor da kaçıyorlar?” diyecektir.

 

Aslında Suriyeliler, BOP projesi gereği ülkemize taşınmak için planlı olarak çıkarılmış bir iç savaşın mağduru! Bir ülkenin iç işlerine karışarak yerinden yurdundan edilmiş kişilerdir. Peki adını koymak icap ederse ne diyelim onlara? AB ve ABD’ye verilen sözler gereği “Ülkeyi yönetenlerin, kimseye hesap vermek zorunda olmadıkları bir sistem icabı, göz yumarak kaçak yollardan Yurdumuza giriş yaptırdıkları ‘düzensiz göçmenler’ veya ‘kontrolsüz sığınmacılar’ diyebiliriz.”

 

Zaten AB, kendi güvenliği açısından bizi paralı göçmen çadır devletine dönüştürmüş durumda. Türkiye tampon devlet ilan edildi ve göç krizinden etkilenmemesi için Avrupa’nın kıta sahanlığını koruyan sınır karakolu gibi işlev gören “göçmen(!) çadır devleti” haline getirilmiş bir ülkedir. Bu pozisyona düşürülmüş olmamızdan dolayı adamları suçlamaya hakkımız yok. Çünkü bizimkiler kafadan olaya teşne zaten. Onlara para gelsin yeter ki… Halka da, din soslu söylemle “Ensar-Muhacir Kardeşliği” dedin mi işlem tamam! Avrupa Birliği vaat ettiği Euro’yu vermeyince “Bak açarım kapıları, salarım üzerinize!” diye tehdit de işe yarıyor nasıl olsa…

Arada sırada BM ve AB yetkililerinin ülkemizdeki çadır kentleri ve kampları ziyaret ederek bizim yöneticilere “Siz çok iyi mülteci bakıyorsunuz, aslansınız, kaplansınız!” diyerek sırtımızı sıvazlayıp gaz vermeleri yetiyor bizim koltuklarımızı kabartmaya! Dahası, BM Unesco iyi niyet elçisi sanatçıların şefkat ve merhamet dolu görüntülerini tüm dünyaya ülkemizden servis etmeleri, “Dünya kamuoyunda itibarımız artıyor!” diye iç siyasete malzeme çıkarınca, birilerinin başına talih kuşu konuyor mental yorgunluğu pik yapmış Memleketimde...

Onca sayılan güya nimetten vatandaşa düşen ise “Altta kalanın canı çıksın. ” realitesi! Halk, ekonomik pastadaki payının küçüldüğüne mi yansın? Acıyı bizzat yanında ve yakınında hissederek yaşamasına mı?

Şu cümleyi ve kimin sarf ettiğini hatırlıyorsunuz değil mi?  “Kırk milyar dolar harcadık, gerekirse bi kırk daha harcarız!”

-İyi de babanın parasını mı harcıyorsun, yoksa demokratik yetkiyle sana emanet edilmiş malın mülkün akıbetini talan mı ediyorsun? Ama hesap soran, sorgulayan nerde! 

Acıyı yaşayanlar kervanında ise “Pala ile vücudu doğrananı mı, kafası kesilen mi ararsın? Sokakları, mahalleleri yaşanamaz hale getirenleri mi, plajlarda parklarda sere serpe yayılarak nargile höpürtetip kadınlarımızı, kızlarımızı dikizleyerek taciz edenleri mi ararsın?”

 

Ayrıca o çaresizliğe düşürülmüş yabancı uyruklu kişilerin, fırsat düşkünü yerli vatandaşlarımızın kucağına düşürülmesi ise apayrı bir facia! Bu defa acıyı içe doğru ciğerleri delercesine hissetmeye yolculuk başlıyor demektir. Ucuz iş gücü, pahalı kiracı, karın tokluğuna tarım ve hayvancılık işçisi bulduk diye ellerini ovuşturarak onları acımasızca kullanan tipler de var. O açıdan baktığımızda bu defa yukardaki kavramlardan köle devreye girer. Yine uçkur düşkünü fırsatçı tipler her zaman ve her toplumda mevcuttur ki, onlar da salyası akarak mevzi edinmişlerdir. O yabancı uyruklu kadınların kızların cinselliğinden yararlanmak üzere onları seks işçisi olarak çalıştırmakta veya pazarlamaktadırlar.  Yine kölelik devrededir anlayacağınız!  

Yukarıdaki kavramlardan belki de en kolay anlaşılacak olan ve ülkemizde barındırılan yabancılardan hiçbiri için esir kavramı kullanılmayacaktır. Zaten kimse de kullanmıyor dikkat edilirse…

 

Bu göç meselesinin açıklanmayan ama planlı bir şekilde gerçekleştirilen asıl perde gerisini ve kaçak kavramını, o kavramın kapsam alanı içine ülkemizdeki yabancıların girip girmediğini ise bir sonraki sunumumda işleyeyim olmaz mı? Söz…

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?
Adem KURUN
Adem KURUN 2 yıl önce
Bu toprakları ikinci kez işgalden kurtarmak zorunda kalmayız inşallah Sayın Hocam. Kitabın tam ortasından yazmışsın. Ellerine sağlık.
Hayati Yaman
Hayati Yaman 2 yıl önce
İnşallah Adem hocam. Ağrımayan dişe kerpeten vurmak diye bir atasözümüz var. Tam da bu konudaki halimizi anlatıyor.
Nurdoğan Aktaş
Nurdoğan Aktaş 2 yıl önce
Çok sade, anlaşılır ve güzel bir dille kaleme alınmış. Anlamayacak olanlar, islamı ideolojilerine koltuklarına ve postlararına alet eden geri zekalılar, çıkarcılardır.
Hayati Yaman
Hayati Yaman 2 yıl önce
Kutuplaşma her alanda kendini gösterince olayların suhulet içinde tartışması bile yapılamıyor. Tartışma kültürü programında bu konuları işlemiştiniz Nurdoğan Bey. İyi ki varsınız.