Zafer Partisi

14-05-2022

Bildiğiniz gibi ülkemiz hem mevcudiyetini devam ettiren, hem de ömrünü tamamlayıp siyasi arşivimizin tozlu raflarında yerini alan partilerle dolu bir ülkedir. Mevcut partilerden pek çoğu seçimlere girebilme hakkını dahi elde edememiş olmasına rağmen yıllardır tabela partisi olarak varlığını sürdürmeye devam etmektedir. Dernek, vakıf gibi kalmış, hatta tarikat kökenli parti bile var. Varın ötesini siz düşünün! 

Bunun nedenlerini sosyologlar ve siyaset bilimciler araştırıp raporlarını ortaya koyuyorlardır herhalde! Ya da en azından üniversitelerde o alanların master veya doktora tezlerinde konu olarak işleniyordur diye düşünüyorum.

 

Zafer Partisi de, yaklaşık bir yıllık mazisi olan yeni kurulmuş bir parti. Bildiğim kadarıyla yasal süreçlerini tamamlayarak seçimlere katılabilme hakkını henüz elde edebilmiş değil! Bu demek değildir ki o süreçleri tamamlayamayacak. Hızla yurt genelinde teşkilatlanmalarını sürdürerek o hakkı elde edecektir diye düşünüyorum.

 

Çok yüksek bir seçim barajı olgusunun varlığında, ittifaklar yasal hale getirilmeden önce yeni parti kurma çalışmaları adeta dondurulmuş idi. Fakat ittifaklar gündeme geldikten sonra kış uykusundan uyanırcasına, patır patır sökün ettiler. Amaç -Biz de varız. İttifaklarda binde bilmem kaç oy bile önemli iken, bizi de es geçmeyin!- mesajını ittifak ana unsuru partilere hatırlatmak idi. Böylece o partilerin genel başkanları baraj sıkıntısı olmayan ittifak partileri listelerinden milletvekili seçilerek Meclis’e girmeyi hedeflemiş oluyorlardı. Karşılığında da içinde yer aldığı ittifakın cumhurbaşkanı adayını destekleyecekti! Özet olarak ana amaç bu…

Bir de siyaset mühendisliği çerçevesinde yine Buzdağı’nın görünmeyen yüzünde cereyan eden salvoların ürünü olarak kurulmuş veya kurulmaya teşebbüs edilmiş partiler var. Hatta mevcut partilerin içindeki Truva atlarınca çengel atılıp parçalanmaya çalışılan partiler de var! Bunlar da, küresel ısınmayla Buzdağı’nın görünen kısımlarındaki erimeyle suların seviyesini yükselttiği gibi, bu işlere azıcık kafa yoranlarca hissedilen gelişmeler olarak karşımızda durmaktadır. 

Zafer Partisi, ittifaklara selam çakmak üzere kurulmuş bir parti değil! Fakat lideri Ümit Özdağ tarafından yine devleti adına bir görevi üstlenmek üzere kurulmuş ve kuvayi milliye hareketi olarak gösterilmeye çalışılan bir parti mi? Onu da bekleyip hep birlikte göreceğiz. 

Kimseyi zemmetmek, töhmet altında bırakmak veya itibarını yüceltmek ya da kurtarmak niyetinde değilim. Sadece kişilerin kendi beyanlarından ve yaşanan tecrübelerden hareket ederek akıl yürütmeye çalışıyorum. Özellikle ülkemizde yasadışı sığınma hakkı elde etmiş(!) yabancılara karşı yürüttüğü son derece açık, net, kesin ve keskin açıklamalarıyla bir anda gündeme oturdu. Yürüttüğü politikalar gençler başta olmak üzere duyarlı, kararsız, muhalefetin ılık politikaları karşısında memnuniyetsiz kişileri ve açıkçası beni de cezbediyor. Hele hele Sayın Soylu’nun Özdağ’a yönelik açıklamalarından sonra duygularım tamamıyla o yöne akıyor. Ümit Özdağ’ın yanında yer almayı, bir vatandaşlık borcu ve vefa görevi olarak görüyorum. Ama aklım da yukarıdaki ve dünkü yazımdaki çekincelerimi önüme koyup düşünmemi istiyor. Acaba yine bir yar başına getirilip, -ya düşeceksin, ya da sürünsen de hayatta kalacaksın- pozisyonuna mı düşürülüyoruz? Diye kendi kendime sormadan edemiyorum! Bu soruyu sormamda; şimdiye kadar kendisi, verdiği söz gereği, siyasetten uzak kalmayı başarmış ve o yönüyle kendiliğinden milletin kahir ekseriyetinin gönlünde yatan bir Cumhurbaşkanı adayı olarak yer edinmiş olan Mansur Yavaş’ı aday ilan etmesinin payı da çok büyük! Adamcağızı da gereksiz yere siyasetin içine çekerek yıpratmaya çalışmış olmadı mı? Bence oldu ve anlamsız bir çıkıştı…

Ümit Özdağ ve Zafer Partisi’ne yönelik çekincelerime çok önemli bir katkı da geçmişte yaşadığımız hassasiyetlerimiz ve duygusal yaklaşımlarımız gereği aklımızı kullanmamış olarak yaşadığımız deneyimlerdir. Ve bir kez daha o duygusallığın esaretine tutkulu aptal aşık olmama isteğidir.

Hatırlayın 2010 referandumunu! Darbenin yıldönümü gününe denk getirilmiş ve 12 Eylül’de yapılmıştı. 

Referandumda hiç o kadar madde oylanır mıydı? 

Halkoyuna sunulan bir konu, uzmanlık alanıyla çözüme kavuşturulması gereken bir konu veya konular olabilir miydi? 

Torba yasa çıkarır gibi çuvala doldurulmuş 40 madde referandumda oylanır mıydı? 

İçindeki maddelerden seçim yapma ve bazılarını çizme hakkı verilmez miydi? 

Ama verilmedi ve oylandı geçti işte! 

Sadece darbecilerin yargılanması için dahi -evet oyu veririm- diyerek kaç kişi evet oyu verdi o referandumda biliyor muyuz? 

Son derece akıllıca kurgulanmış toplumun pek çok kesimini oltaya takacak avlar neticesinde 2010 referandumu onay alıp geçti ve aralanan o kapıdan içeri dalan siyasi otorite, ardı arkası kesilmeyecek antidemokratik uygulamalara imza attı bu ülkede! 

Bu durumda nasıl endişe duymasın ki insan?

 

O referandum sayesinde; Fetö ve iktidar kuzu sarması kanka olarak yürüttükleri bir projenin gereği, yargı bağımsızlığını ortadan kaldırmadılar mı? 

Hakimler Savcılar Üst Kurulu ile yargı önce Fetö kadrolarının eline teslim edilmedi mi? 

Ardından yaşanan 15 Temmuz kalkışması sonrası o kadar yargıç, hakim, savcı terör örgütü üyesi olarak bir gecede nasıl tespit edildi de ertesi günü kapının önüne konuldu? 

Bunların bir proje olduğunu hiç olmazsa bugünden bakınca anlamak, çok mu zor? 

Fetö kadroları lağvedildikten sonra devreye giren sivil vesayet sistemi ile bu defa yargı iktidarın eline geçmedi mi? 

Fetö’nün siyasi ayağının bir türlü ortaya çıkarılamıyor olmasının ana sebebi bu değil mi? 

O zaman, referandumda “Yetmez ama evet” kampanyaları yürüten siyasetçiler görevlerini bihakkın yapmadılar mı? Sonrasında ödüllerini almadılar mı? Numan Kurtulmuş, Yalçın Topçu, Süleyman Soylu, devamında onlara eklemlenen Mustafa Destici şimdi neredeler? Ödül olarak hangi pozisyonları elde ettiler? Bunlar görülemiyor mu?

Ülkemizi uluslararası arenada küçük düşüren hukuk dışı yargılamalar ondan sonra yaşanmaya başlamadı mı?

Evrensel hukuk kaidelerine aykırı, imzaladığımız uluslararası anlaşmalara aykırı adımlar ondan sonra atılmadı mı? 

O yanlış adımlar bile iç kamuoyuna -Ülkemiz üzerinde büyük oyunlar oynanıyor. Bakın tüm dünya bize karşı!- diye lanse edilip türetilen bir “dış güçler!” edebiyatı ile son derece saçma ama cahil kitleye zamkla tutturulmuş bir politik gündem oluşturmadı mı? 

Kötü gidişattan, hayat pahalılığı ve işsizlikten, üretim yapılamamasından, doğa ve yeşilin maden arama ve betonlaşmayla katledilmesinden, haraç mezat kamu kaynaklarının satılmasından, ülke gelirlerinin belli odaklara aktarılıyor olmasından şikayet eden halkın halen pek çoğunu etkileyen “Bundan iyisi de yok. Her şeye rağmen Tayyip baba. Bu adamdan başkası ülkeyi yönetemez. Tüm dünya bu adamı tanıyor ve onu uzaklaştırmak için uğraşıyor. Dört tane ABD başkanını yedi Erdoğan. Merkel bile gitti karşısından. Sırada Putin var, onu da yiyecek Reis!” diye son derece absürt, sloganik bir yerli ve milli (!) söylem üzerinden politikalar üretilmiyor mu? 

O adımlar neticesinde demokratik hak arama ve eylem yapma anayasal hakkı dahi terör eylemi olarak görülmüyor mu? 

Nasıl derinlemesine düşünmesin insan? Ve bu sıkışmış düzen içerisinde duygusal yaklaşarak önüne sürülen her siyasal gelişmeye nasıl balıklama dalalım ki?

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin sonucu olarak, yeri gelince AİHM kararlarını, Anayasa Mahkemesi kararlarını bile -Takmıyorum ve zerre kadar kaale almıyorum!- diye açıklama yapan, istediği kararları çıkarmayan yargıçları anında ya fetöcü ilan ettirebilen ya da görevden el çektirebilen bir Cumhurbaşkanımız yok mu? 

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçişin temelleri, aslında 2010 yılındaki o referandumla atılmış olmadı mı? Sadece adını koymak ve yasallaştırmak kalmıştı. 

Onu da 2017 referandumunda yaparak, gayet planlı ve adım adım ilerleyen sürecin finalini yapmadık mı?

Günümüzde ise hem Cumhurbaşkanı, hem de Saray ve Hükümet sözcüleri tarafından “Yargı bağımsız ve kararlarına saygı duyulmalı!” diye açıklama yaptıkları, bal gibi siyasi kararlar alınmıyor mu?

Çok yakın geçmişte Burhan Kuzu’nun da adının karıştığı yargılamalarla uyuşturucu kaçakçıları, uluslararası kaçakçılar o referandum neticesinde atılan adımlarla Türkiye Cumhuriyeti Mahkemelerince aklanmadı mı? 

Yöneticilerin iktidara geldikten sonra malvarlıklarındaki yasadışı servet edinme ve haksız kazanç elde etmelerinin araştırılamıyor, soruşturulamıyor ve yargıya taşınamıyor olması, yine o referandum sayesinde hukukun ele geçirilmesine dayanmıyor mu? 

Bu yaşanan hukuksuzluklar uluslararası arenada elimizi zayıflatıyor ve onun gereği olarak maddi manevi bedeller ödemiyor muyuz? 

İdealist ve ülkeye, milletine hizmet için çaba harcamayı canına minnet sayan Hukuk Fakültesi mezunu gençler, bugün yargı bağımsızlığı olmadığı için -adil karar veremeyeceğiz, adil iddianame hazırlayamayacağız- diyerek hakim ve savcı olmak istemiyorlar. Boşalan kadrolar iktidar ve yandaşları tarafından siyasetle içli dışlı olmuş hukukçular tarafından doldurulmadı mı ve halen de doldurulmuyor mu?

O nedenle projelerden canımız çok yandı ve şeffaflığın olmadığı ülkemizde siyaset mühendislerinin önümüze her an yeni projeler sürmeyeceğinin bir garantisi yok! 

Zafer Partisi’nin oy oranları, barajı aşıp aşamayacağı, yeni bir ittifak içinde olup olmayacağı hususlarını, benden daha fazla, siyaset bilimcilerin analizine ihtiyaç duyan konular olarak görüyorum. Değişen Seçim kanunu ve barajın %7’ye düşürülmesi güncellemeleri ışığında, oylarını Cumhur İttifakından mı, Millet İttifakından mı alacağı analizlerini de kapsar mahiyette eura24 yazarlarımızdan İlker Yıldız Bey, bizlere bir sunum yapabilirse çok memnun oluruz.

Selam ve selametle kalınız…

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?
Ahat düzenli
Ahat düzenli 2 yıl önce
Devlete seri katıl diyerek iğrenç iftiralar atan,
Her beyanatında milletin dini ve manevi değerine alenen ve pervasızca saldiricasina hakaret eden tamamen ahlaki şirazeden çıkan canan kaftancıoğlunada hakettiği cezayı vermeyen hala sokaklarda tahrik açıklaması yapan bu kadinada bir türlü vicdanları oksuyacak cezayı veremeyen Yargı ve yargıçlar da mi bağımlı..? Bağımlı ise kimin ve hangi güçlerin bağımlısı Hayati Hocam.?
Hayati Yaman
Hayati Yaman 2 yıl önce
Konuyla alakalı bir yorum değil ama ona da şöyle cevap vereyim hocam.
Aynı açıklamaları yapan Hilal Kaplan ne oluyor? Sekiz yıl önce atılan twitt için bugün ceza veriyor yargı! Sekiz yıl önce iktidar mensuplarının TV konuşmalarını yargılasalar dışarda AKP'li siyasetçi kalmaz be hocam. Adalet her yöne olmalı diyorum ben hocam...
Adem KURUN
Adem KURUN 2 yıl önce
Tuzun koktuğu noktadayız. Yorum yapmak için sözcük hazinem yetersiz. Bizleri temsil edenler biz gibi. Neden şaşırıyoruz ki aslında... Avrupa ülkelerinde dini bilmem de ahlak üst seviyede. Sanırım sorun bu...
Hayati Yaman
Hayati Yaman 2 yıl önce
Haklısın Adem hocam. İnsan kokunca tuzdan beter oluyor. Çünkü tuzu da biz korkutuyoruz. Amacımız kokmayan insanları inşa etmek sevgili öğretmenim.