Gündem

Adı “Yaman”!..

Çok yorgunum. Hayır, bedenen değil. Kalben, ruhen… Yıllar yılı göğsümde bir şeref madalyası gibi taşıdığım mesleğim bile artık bana eskisi kadar keyif vermiyor.

Adı “Yaman”!..
13-04-2023 15:46
13-04-2023 15:47
Google News

Depremin üzerinden henüz kısacık bir süre geçmesine rağmen sanki gizli bir güç gelip enkazların, kaybedilen bedenlerin, acıların, gözyaşlarının… Özdeşim kurmanın, abartılı bir görüntü ve ses kirliliğine bulanmış da olsa,yardımların üstünü sessiz sedasız kapatmış. Aynı el, o korkunç sarsıntıları çok hafif şiddette hisseden bizlerin de üzerine adeta ölü toprağına eş şeffaf bir yorgan sermiş…

Ne geride kalan kırık dökük hayatını toplamaya çalışan yurttaşlarımız ne de onlar için seferber olanlar göze çarpıyor artık eski sıklıkta… İnsanlar günlük rutinlerine dönmüşler, yakın bir gelecekte yapılacak seçim ve siyasetekilitlenmişler. Türkiye’nin onlarca kentinde depremden etkilenen milyonlarca vatandaşımız var olma savaşı verirken ekranların tek bir gündemi var: sandık!..

Nihayet Whatsapp’tan gelen bir mesajla irkiliyorum. Derhal sıyırıyorum üzerimden kirli bir bir paçavra misali taşıdığım bu iğreti hayatı. AHBAP Saha sorumlularından Sinem Hanım’ın iletisi, kısa bir süre sonra Adıyaman’a gidebileceğimi müjdeliyor.

Hemen hazırlıklarımı yapıyorum. Sahada kullanabileceğim kıyafetler, eldiven ve bot gibi ihtiyaçlar… Uyku tulumu ve yağmurluğu Hayati Hocam veriyor sağ olsun. Diğer eşyalarım da hazır. İçimi kaplayan sevinç, heyecan, göreceğim manzaraların tahayyülüyle karmaşıklaşıyor. Çocuklarım, eşim, kıymetli birkaç dostumla vedalaştıktan sonra biniyorum nihayetAdıyaman otobüsüne.

Otobüste saatleri sayıyorum bir bir. Adıyaman’a yaklaştıkça gördüğüm manzaralar tahmin ettiğimden çok daha korkunç!..Göz alabildiğine sağlı sollu enkazlar, yerle yeksan olan binalar… Yedi sekiz katlı apartmanlardan bazıları içten parçalanmasına rağmen tamamen yıkılmamış. Tuzla buz olmuş camlardan dışarı sarkan tül perdeler… Balkonlarda kim bilir hangi çocuklardan kalma oyuncaklar… Enkazlarda göze çarpan ve eşi kaybolmuş tek ayakkabılar…

Burası adeta hayalet şehir… Öyle ki, yapılan yardımlar ve hayatı geri döndürme çabalarının sonucu kurulan yan yana çadırlar bile insanların ruhuna hayat üfleyememiş… Çadırlarda zaman zaman gözüme çarpan Japon yazıları… Çadır önlerinde oturan, ağır tonda konuşan insanlar, yaşlılar… Dalgın, düşünceliorta yaş kesimi… Yüzlerine isyanın kokusu sinmişgençler!.. Ve ille de çocuklar… Yaşananları algılamaktan uzak-iyiki de uzak- çadırların içine dolan suyla ve çamurlarla oynayan; hayal dünyaları, kendi iç âlemlerihenüz kirlenmemiş çocuklar… Belki de yüzleri tekgülen onlar…

Yumuk yumuk elleri, taranmamış saçları, çıplak ayaklarıyla iki kız çocuğu bir çadırdan diğerine koşuyor… Ve ben, yüreğim dişlerimin arasında, kaygının binini bir paraya satarak… Geç kalmışlığın mahcubiyetiyle otobüsten iniyorum. Gün yüzü görmeyesi yüzüm bile kızarmıyor belki… Gördüğüm manzara karşısında yaşadığım duyguları çok yetersiz buluyorum. Demek bizler, kendi rahat şehirlerimizde cenneti yaşarken onlar burada cehennemin kollarındaymış, diyorum… Gözlerimin nemini gizleyerek hemen bulduğum bir banka çöküyorum

Saha sorumlumuz Alperen’le sözleştik. Birazdan gelip beni alacak. Depoya ve konaklayacağımız konteynerlere gideceğiz. Şu anda bulunduğum yer otogar. Otogar denebilirse… Birçok yeri harap bitap… Sağlam kalan yerleri yazıhane görevini yapmaya devam ediyor… Oturamayıp geziyorum. Otogar içinde askerler gözüme çarpıyor. Sosyal Market açılmış. İnsanlar kuyrukta bekliyorsaatlerce. Güvenlik için Mehmetçik teyakkuzda. Görevli askerlerin köken olarak Doğu ağırlıklı olduklarını anlıyor hemen âşinâ gözlerim. Yöre halkıyla daha sağlıklı bir iletişim için bu, çok iyi düşünülmüş.

Sosyal Markete göz atıyorum. İnsanlar kuyrukta. Gözleri markette. Bakıyorlar, fakat görmüyorlar. Bakışlar dalgın, yorgun, kırgın, belki de küskün… Belki de yaşadıklarınakırgınlıkları, yeterince sahiplenilmediklerine… Bir ayda unutulmuş olmaları mı onları böyle hissizleştirdi?.. Çözmeye çalışıyorum…

İlaç için bir parça gülen yüz, tebessüm eden bir çift göz, deprem modundan sıyrılıp da doğal hayatın akışını yansıtan bir tavır, ses, sözcük bulmaya çalışıyorum… Çok nadir, çok…

Telefonum çalıyor nihayet. Heyecanlıyım. Sonunda buluşuyoruz arkadaşlarla. AHBAP saha sorumlumuz Alperen ve beraberindeki arkadaşlarla birlikte benimle ekibe katılanbaşka bir arkadaş dikkatimi çekiyor. Bu gencecik kızcağız, sonradan adının Rumeysa olduğunu öğreneceğim kişi de Adıyaman’a gelmiş. Yolda Rumeysa’nın gencecik yaşına rağmen bundan önce de birçok depremde görev yaptığını dinliyorum.Tecrübelerini paylaşmaya başlıyor. İçimden “Burada en çömez benim galiba!..” diyorum.

Depo, Organize Sanayi Bölgesi’nde. Küçük bir sanayi merkeziburası.AHBAP burada aktif olarak görev yapan bir mermer fabrikasının uygun bir boş arazisine konuşlanmış.

Depoya gidiyoruz. Çarçabuk kaynaşıyoruz arkadaşlarla. Ne sabaha dek bir damla uyuyamamanın yorgunluğu var şimdi, ne açlık susuzluğun verdiği bitkinlik…

Kalacağım konteynere yerleştikten sonra derhal depoya gidiyorum. İşi öğrenmeye çalışıyorum aceleyle: AHBAP, en ufak bir kanunsuzluğa prim vermemekiçininternetten başvuru yapılmadan hiçbir şekilde yardım yapmıyor. İmzasız, kayıtsız depodan tek bir çöp dahi çıkmıyor. Kıyafet, gıda ve hijyen kolisi, ayakkabı… Hepsi önceden yapılan başvuru sırasına göre kolilerle hazırlanıp mümkün olan en kısa zamanda bekleşen yurdum insanına ulaştırılıyor. Buna “teyit” deniyor.

Zaman zaman da belli bölgelere, özellikle de köylere gidilerek su dağıtımı yapılıyor. Su gerçekten de çok büyük bir ihtiyaç. Bazen bunlara gıda ve hijyen kolileri de ekleniyor. Araçların arkasına istiflenerek toplu bir şekilde ve belli bir noktada dağıtımı yapılan bu işleme de “yığma” terimiyle karşılık bulmuş Adıyaman’daki AHBAP’lar. Günlük hayatta hiç önemsemediğimiz, “Ne olacak canım. Allah’ın suyu?” diye dudak büktüğümüz, burun kıvırdığımız bu sıvı, sihirli bir iksir değerinde burada. Marketlerin çoğu dâhil hemen hiçbir yerde yok. Musluktan akan sular içilemez durumda.

İkişer adet 5 litrelik su bidonunu teslim ederken bile “T.C. kimlik numarası, Ad-Soyad, cep telefonu numarası” gibi bilgiler istenipimza ile kayıt altına alınıyor. Evet, başlangıçta ben de biraz yadırgadım. Ancak, AHBAP kendine güven duyarak bağış yapan yardımseverlerin tek kuruşun bile hesabını, hem de resmî belgeyle, verebilmek adına bu çok zahmetli, yorucu; fakat en doğru çalışma prensibini tercih etmiş haklı olarak. Günümüzde çadırdan konserveye kadar birçok ürünü ihtiyaç sahiplerine acil bir şekilde doğrudan vermektense satarak dolaylı yoldan ulaştırma yolunu benimseyen kimi kurum ve kuruluşları göz önünde bulundurduğumuzda AHBAP insaniyetin en güzel nişanesi olarak kalplerde parıldamakta.

Çalıştık bıkmadan… Ne de çabuk geçti bir hafta… Göz açıp kapayana dek… Harika bir ekiple gönül birliği yaparak emek emek hazırlandı koliler, paketler… Alan eller değil veren eller mahcuptu hep… Uzunca bir süre terk edilmişliğin, unutulmuşluğun, yüz üstü bırakılmışlığın…Paramparça olmuş hayatlara çok geç, günlerce sonra el uzatılmışlığın, doğrudan sorumlusu olmasak da, başkaları adına duyulan utancı vardı yüzümüzde ekipçe…

…Ve Adıyaman Saha Ekibi...İzmirli ayakkabı ustası, Türkçeyi kusursuz konuşmasına gıpta ettiğim,sıkı bir Atatürk sevdalısı olan, son derece naif İbrahim Abi’yi…

Emekli olsa da askerî kimliğindeki disiplinli yaşam tarzı ve koordineli çalışmasından ödün vermeyen ve bizlere de örnek olan, uğradığı kimi haksızlıklara boyun eğmeyenİsa Abi’yi…

Sorumluluğu olsun olmasın, canla başla hemen her yere koşmaya çalışan, çalıştığı işinden olsa da karakterinden kimseye zerre taviz vermeyen, kişisel gayretiyle İngilizcede harika bir konuma gelenBalıkesirli kardeşim Zeynel’i…

Yüreğinde taşıdığı ve birçok örneğine defalarca şahit olduğumuz engin merhametiyle, o anaç ruhuyla hepimizi sarıp sarmalayan yüce gönüllü Esma’yı…

Kedilerden ödü kopan; hatta bu korkuyla dışarıda defalarca tek başına iftar açmak zorunda kalan, üstelik kedileriyle meşhur Vanlı olan zarif kardeşim Zeynep’i…

Mücadeleci yanı, candan tavrı, çalışkanlığının yanı sıra sahip olduğu genel kültürüyle beni her daim şaşırtan, horlamamla uykularını delik deşik ettiğim sevgili kardeşim Furkan’ı…

Duygusallığı ve masumiyetini her fırsatta gördüğümüz, duygularını saklama gereği bile duymadan kimi zaman tertemiz gözyaşlarıyla anlatan, Haluk Levent’in büyük hayranıDilan’ı…

Kendiyle dalga geçebilecek kadar sağlam ve üstün bir karaktere sahip olma vasfına erişmiş, hassasiyeti kadar inançlı ruhuna da şapka çıkardığımız, ateş başındaki sohbetlerin tadı tuzu Cep Herkülü Özlem’i…

“Ben yaşadığımı, dünyada yer kapladığımı, insanların yüreğine dokunarak var olduğumu ancak burada anlayabildim.”diyerek AHBAP’ın psiko-sosyal yönden çok başka işlevine de değinen can kardeşim Seçil’'i…

Ekibe katıldı katılalı yaptığı hiçbir işi yeterli bulmayan, hep “Daha fazla/daha başka ne yapabilirim?”in cevabını arayan, enerji yüklü Beyza’yı…

Benimle aynı gün ekibe dâhil olup bana kendimi bu yaşta çömez hissettiren, yaşadığı diyabet rahatsızlığını umursamadan harıl harıl çalışan; boş zamanlarında da veganlıkla vejetaryenlik arasında beyin fırtınası yapan Rumeysa’yı…

Gencecik, aydınlık yüzüyle, pırıl pırıl kimliğiyle Türkiye’nin geleceği adına hepimize umut aşılayan, ekonomiden spora kadar her alanda çok iyi işler başaran, sırf AHBAP’ın sahadaki çalışmaları aksamasın diye işinden dahiistifa eden Arda’yı…

Yaşadığı onca acı, kaybettiği onca yakınını mezara değil yüreğinin en derinine gömerek taşın altına elini; yanlış söyledim, bedenini koyan, Adıyaman Saha Ekibi’nin demirbaşı Fırat’ı…

Bir yandan depoya gelen her ürünün hazırlanmasını ve istiflenmesini sağlarken diğer yandan teyit ve yığmaya çıkacak araçları, onların güzergâhlarını sürekli planlayan bir diğer demirbaş Mahmutcan’ı…

Sahip olduğu askerî kimliği ve konumunu hiç düşünmeden, depremin başından beri ekibimize hemen her konuda canla başla yardımcı olan, sahada karşılaştığımız her sorunun çözümüne destek sunan, koca yürekli, mükemmel insan, Osman Yüzbaşı’yı…

Sahip olduğu tek yavrusu Yaman’ı sık sık geride bırakıp bizim depoya giren, Zeynep’e ecel terleri döktüren, çikolatadan lahmacuna kadar her şeyi tırtıklayan yüzsüz ama sevimli kedimizi…

Annesinin umursamaz tavrı yüzünden minnacık haliyle sık sık ana şefkatinden mahrum kalan, herkesin maskotu, biricik (gerçekten de biricik) yavrumuz Yaman’ı…

…Ve böylesine harika bir ekibi gencecik yaşına rağmen en iyi şekilde koordine edecek olgunluğu gösteren, ikna kabiliyeti ve koordineli çalışma yönü çok yüksek, dinamik, çalışmaktan yılmayan saha sorumlumuz Alperen’i…

Unutabilmem mümkün mü acaba?...

Türkiye’nin hemen her yanından gelerek birçok rengi aynı potada eriten, yüreklerini ön yargısız, ama’sız ortaya koyarak çalışan, tüm amaçları daha fazla insana dokunabilmek olan bunca değeri bir araya getiren ve benim de tanışmaktan, kısa süreliğine olsa da, bir parçası olmaktan onur duyduğum bu ekibe…

Onlara bu imkân ve ilhamı veren AHBAP’a…

…Elbette yaşadığım her güzel şeyi borçlu olduğum Yüce Rabbime tekrar teşekkür ediyorum…

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?
KÖŞE YAZARLARI TÜMÜ
ARŞİV ARAMA
E-GAZETE TÜMÜ
PUAN DURUMU TÜMÜ
GÜNÜN KARİKATÜRÜ TÜMÜ