Kerkük, Mum Gibi Yanarken

14-07-2022

- 14 Temmûz 1959 Katliâmı -

 

            Bugün Kerkük’ün kanlı târihindeki çok sayıda katliâmdan biri olan 14 Temmûz 1959 katliâmının yıl dönümü. Hepimiz farklı şekillerde andık. Mîsâk-ı Millîmizin sınır dışında kalan kutsal parçası olan Kerkük, Türklüğün unutulmaz yarasıdır. Bu yara ise ancak Kerkük Kalesine Türk bayrağının çekildiği gün kapanacaktır.

 

            Bununla birlikte 14 Temmûz 1959 katliâmını iyi anlamak için öncesini, sonrasını ve bölgenin yapısını iyi bilmek gerekir. Bilindiği üzere Kerkük ve çevresi, Anadolu’dan daha eski dönemde Türk yurdu olmuş, bugün bile Türkmen nüfûsa sâhib olan çok değerli bir vatan toprağıdır. 1918 yılında İngilizlerin eline geçmesinden sonra ise acı dolu günler başlamıştır. Gerek Mustafâ Kemâl Paşa, gerekse de İstiklâl Savaşımızın diğer kurmayları için önem verilen bir bölge olmuştur. Hattâ Özdemir Bey başta olmak üzere birçok Türk subayı bölgede görev yapmış ve İngilizlerle sıcak çatışmanın içinde yer almıştır.

 

            Ancak Lozan’da olsun, Lozan sonrasındaki süreçte olsun, İngiltere’nin ısrârlarından ötürü Musul ve Kerkük planlarımız suya düşmüştür. Hattâ Hakkârî sınırında İngilizlerle çatışmalar bile yaşanmıştır. Ama önce Nastûrî isyânı, ardından da Şeyh Sâid isyânından sonra Türkiye, geri adım atmak zorunda kalmış ve 1926 Türkiye Irak İtilâfnâmesiyle birlikte şimdiki sınırımız çizilmiş ve maâlesef, Musul ve Kerkük, resmen Türkiye sınırlarının dışında kalmıştır. Sonraki süreçte de Irak yönetimi, her fırsatta Türklere karşı katliâma girişmiştir.

 

            14 Temmûz 1958 târihi Irak devriminin gerçekleştiği gündür. Irak, Osmanlı devletinden ayrılması ve İngiliz kontrolünde yaşamaya başlamasından sonra da Türk etkisinin sürdüğü bir ülkeydi. Öyle ki, 1936-1937 arasında başbakanlık yapmış olan Hikmet Süleymân Bey, Osmanlı devletinin son dönem sadrâzâmlarından biri olan Mahmûd Şevket Paşa’nın kardeşidir. İngiliz mandası ve krallık dönemlerinde birçok başbakan, bakan ve milletvekîli Osmanlı okullarında yetişmiştir. Bu yüzden, özellikle Hikmet Süleymân Bey, kendi döneminde Türkiye ile Irak’ın birleşmesi ve tek devlete dönüşmesi için çabalamış ve bilindiği üzere başarısız olmuştur.

 

            İkinci Dünyâ Savaşı’nda Irak’ın Alman yanlısı bir tutum izlemesi ve savaşın ardından da Sovyetler Birliği’nin Ortadoğu planları ile durumun değişmeye başladığı görülmektedir. Sovyetler Birliği, Arap ülkelerini sosyalist özellikler de gösteren, Batı karşıtı yönetimler hâline getirmek, kendi kontrolüne almak ve böylece Ortadoğu’da tek etkili güç olmak istiyordu. Savaştan sonra İsrâil’in kurulması, Suûdî Arabistan ve diğer Körfez emîrliklerinin Amerikan ve Batı yanlısı tutumlarıyla birlikte Sovyetler de Mısır, Yemen, Sûriye ve Irak üzerinden bölgede egemenlik kurmaya çalışmıştır.

 

            Tabiî, bu durumun Sovyetler için bir diğer önemi ise Türkiye’nin üç taraflı kıskaca alınmasıdır. Kafkasya üzerinden Sovyetler Birliği, Balkanlar üzerinden Sovyet uydusu Bulgaristan’dan sonra Sovyet güdümüne girmesi beklenen Sûriye ve Irak, Türkiye’yi kıstırmak için çok önemli görülmüştür.

 

            İşte, 14 Temmûz 1958 târihinde Irak ordusu içinde yer alan ve kendilerine “Hür Subaylar” diyen gizli bir örgüt darbe yaptı. Darbe, kısa sürede devrime dönüştü ve Irak Hâşimî Krallığı yıkıldı. General Kâsım liderliğindeki Iraklı devrimciler, Kral 2. Faysal’ı, Prens Abdullah’ı ve Başbakan Nûrî Sâid Paşa’yı öldürdüler ve Irak Cumhûriyeti’ni ilân ettiler.

 

            General Kâsım, aslında üç ayaklı bir yönetim oluşturmuştu. Biri, kendisinin liderlik ettiği Irak ordusu, biri Mollâ Mustafâ Barzânî liderliğindeki Kürdler, biri de Irak Komünist Partisidir. Bu arada söz konusu dönem içerisinde Mollâ Mustafâ Barzânî’nin Sovyet güdümünde hareket ettiği bilinmektedir. Bunun da etkisiyle olacak, General Kâsım, devrim sürecinde Kürdleri yanında tutmak ve kullanmak düşüncesindeydi. Öyle ki, General Kâsım’a “Arapların ve Kürdlerin lideri” adı verilmişti. Kendisi de yeni Irak’ı Arapların ve Kürdlerin devleti olarak niteliyor, İrânlı Kürdleri de Irak’a katılmaya çağırıyordu. Dönem içerisindeki iddiâlara göre de Kürdleri, kendisine daha fazla bağlamak için Kürdlere özerklik verip, Kerkük’ü onlara vermeyi düşünüyordu.

 

            Ancak her planın önünde, elbette engeller olacaktır. Irak ve Barzânî âilesi açısından bu engel, Türklerden başkası değildir. Kerkük’ün eski zamânlardan beri halkı olan Türkler, her iki taraf için de büyük bir engeldir. Dolayısıyla böyle bir engelin ya aradan çıkarılması ya da ezilmesi gerektiğine karar verilmişti.

 

            Mart 1959’da General Kâsım’a karşı gerçekleştirilen ve generalin ordu içindeki destekçileri, Kürd aşîretleri ve komünist milisleri tarafından sertçe bastırılan Musul ayaklanması, Kerkük’e müdâhale için yeterli fırsatı verdi. 14 Temmûz 1959-16 Temmûz 1959 arasında süren ve devrim kutlamalarını bahâne eden Irak ordusu, Irak Komünist Partisi ve Mollâ Mustafâ Barzânî’nin Peşmerge güçleri, Kerkük’e girdi ve katliâm başladı. Kerkük Türklüğünün önde gelen isimlerini tesbit edip, katlettiler. Bu süreçte Ata HAYRULLAH, İhsan HAYRULLAH, Kasım NEFTÇİ, Selahattin AVCI, Mehmet AVCI, Câhit FAHRETTİN, Osman HIDIR, Emel Muhtar FUAT, Cihat Muhtar FUAT, Nihat Muhtar FUAT, Nurettin AZİZ, Abdullah BAYATLI, İbrahim RAMAZAN, Abdülhâlik İSMAİL, Hasip ALİ, Cuma KAMBER, Kâzım Abbas BEKTAŞ, Şakir ZEYNEL, Hacı NECİM, Enver ABBAS, Adil ABDÜLHAMİD, Züheyir İzzet ÇAYCI, Fethullah YUNUS, Kemal ABDULSAMED, Seyit Gani NAKİP şehîd edildiler. Komünist milisler, Kürd peşmergeler ve Iraklı askerler, Türklerin evlerini yağmaladılar, her türlü tâciz ve işkencede bulundular. Doğrudan Türkleri ezmek ve aşağılamak için her şeyi yaptılar. Peki, Türkiye ne yaptı?

 

            Maâlesef, Kerkük Türklüğünün tek dayanağı olan Türkiye, olaylara bir tepki vermediği gibi, 2 Ekim 1959 târihli ve 12214 sayılı Bakanlar Kurulu karârıyla olaylar hakkında haber ve yayın yapılmasını yasakladı (bkz. Ek 1). Böylece Türkiye’de Kerkük’te yaşananların duyulmasını ve bir tepki oluşmasını engellemek istediler. Bunun sebebi tartışmalı olsa da, Irak petrollerini Akdeniz’e ulaştıran Mideast Pipelene Company’nin yöneticilerinden Yervant Maxudian’ın (Maksudyan) Başbakan Adnan Menderes’e 3 Ağustos 1959 târihinde gönderdiği mektûb, dikkât çekmektedir (bkz. Ek 2). ABD merkezli olan bu şirket, Irak petrollerini Türkiye üzerinden Akdeniz’e ulaştırmak istediklerini belirtmektedir. Kerkük katliâmı, mektûb ve Bakanlar Kurulu karârının çok yakın târihlerde olması, maâlesef, zihinlerimizi karıştırmaktadır. Elbette, bir târihçi olarak bir hükme varamayız. Ama yine de bunların bu kadar yakın zamânlarda gerçekleşmesine kuşkuyla bakmak gerekir.

 

            General Kâsım, Kerkük Türklüğünü en iğrenç yollarla ezdikten sonra Mollâ Mustafâ Barzânî’ye verdiği özerklik sözünü tutmadı. Bir süre sonra da 1961 Kürd İsyânı başladı. İsyânı en sert yollarla ezmeye çalışan General Kâsım’ın bu süreçte Türkiye’ye karşı da düşmânca faâliyet yürüttüğü görülmektedir. Hakkârî bölgemizdeki sınır köylerimizi ve karakollarımıza hava saldırıları gerçekleştirilmiş ve çok sayıda Türk vatandaşı ve askerimiz cân vermiştir (Bkz. Ek 3). General Kâsım’ı Türk topraklarını, köylerini ve karakollarını vuracak kadar cesâretlendirenin 14 Temmûz Katliâmına karşı Türkiye’nin tutumu olduğunu söylersek, sanırım yanlış olmaz.

 

            Ek 1: CDA, 30-18-1-2/154-74-8, Bazı yayınların yurda sokulmasının yasak edilmesine dair 4/11194, 4/11499 sayılı kararnamelerin Irak'ta yayınlanan Sevre ve Bağdat'ta yayınlanan Sawtül Müçtena adlı gazetelere ait hükümlerinin kaldırılması.

            Ek 2: CDA, 30-1-0-0/7-39-37, 03.08.1959, Mideast Pipelene Company İdare Heyeti Başkan Yardımcısı Yervant Maxudian'ın Irak'dan Akdeniz'e kurulacak olan petrol boru hattı hakkındaki mektûbu.

            Ek 3: CDA, 30-1-0-0/50-304-9, 17.08.1962, Irak Devletinin sınır karakol ve köylerine yaptığı bombalamalar hakkında birşeyler yapılması hususunda çekilen telgraflar.










SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?
Ali
Ali 2 yıl önce
Elinize sağlık, tebrik ederim. Hocam, Saygılarımla