-1- BEŞERÎ “İZMLER”İN KISKACINDA YAŞAMAK!

22-12-2021

-1-

 BEŞERÎ “İZMLER”İN KISKACINDA YAŞAMAK! 


    Hayat ve Tercihler
Yaratılış gayesini ve Dünya’daki varlık sebebini tam olarak anlayamayan insanlık -çok eski dönemlerden beri- huzur ve refahı, beşere özgü sistemlerde aramayı bir itiyat hâline getirmiştir. Beşeri, beşerin eline mahkûm eden bu itiyat, insaniyete çare olamadığı gibi, yeni ve katmerleşen sorunlar üretmiştir. Huzur ve refah arayışı, elbette tüm insanlığın sorunudur. Henüz tam olarak bu arayışı sonlandırmış bir toplumdan da söz etmek zordur. İnsanlığı bu çıkmazdan kurtaracak temelde iki yol vardır: Birincisi İlahî yol ve yöntemler; ikincisi ise, beşerî yol ve yöntemlerdir. İnsanlık, genel anlamda, İlahî yol ve yöntemleri benimsemiş görünse de aslında daha çok beşerî yol ve yöntemler uygulanagelmiştir. Nitekim; geçmişten günümüze bakıldığında, tümüyle İlahî hükümlerin etkin olduğu bir devir veya topluluktan bahsetmek pek mümkün değildir. İnsanlığı kıskacı altına alan düşünce ve yönetim sistemleri kahır ekseriyetle beşerî “izmler”dir. 
İlahî yol ve yöntemler nakle dayanır. İnsanlık, tarih boyunca Yaratıcı ve O’nun peygamberleri aracılığıyla gönderilen mesajlar, -İslamî literatürde ayet ve hadisler- birey ve toplumlarca çok değerli bulunmakla birlikte, bu mesajları doğru anlama, yorumlama ve hayata aktarma noktasında çok da başarılı uygulamalar yoktur. Bu durum, kendi içinde bir çelişkiyi de beraberinde getirmektedir. Hem İlahî yol ve yöntemleri değerli ve önemli bulacaksınız hem de bunu ferdî ve îçtimaî hayata aktarmada isteksiz kalacaksınız! Elbette, bunu anlamlandırmak fevkalade zordur. Aslında bu durumun bir açıklaması da vardır: İnsaniyet; İlahî yol ve yöntemleri değerli ve önemli görürken beşerî yol ve yöntemleri kullanmayı dünyevî hayat adına, daha haz verici ve de pratik buluyor olmalıdır! İlahî yol ve yöntemlerin naklî mesajlarını alma, anlama ve uygulama –muhtemelen- işi zorlaştırırken  beşerî yol ve yöntemlerin aklî mesajları daha kolay anlaşılır ve uygulanabilir kabul edilse gerektir!!! 
Oysaki, Yüce Yaratıcımız Kur’an-ı Kerim’de ısrarla düşünmeyi, ibret almayı ve aklı kullanmayı  tavsiye etmektedir.  Düşünmek, sorgulamak, akıl yürütmek dinimizin özünü oluşturur. Başta iki cihan serveri Hz.Muhammed (sav) olmak üzere, bütün âlim, fazıl ve mütefekkirler düşünmeyi, tefekkür etmeyi çok önemsemişler; hatta tefekkürün ibadetten üstün olduğunu ifade etmişlerdir. Hâl böyleyken genelde İslam dünyasında, özelde Türkiye’de beşerî “izmler” İlahî yol ve yöntemlerden çok çok daha büyük bir oranda taraftar bulmuştur. Bunun doğal sonucu, insanlık ve insanımız kendine her devirde “izmler”den oluşan bir zindan inşa etmiştir!..

 

   Beşerî “izmler”in Akibeti
Burada adlarını tek tek saymaya gerek olmayan Paganizm, Sosyalizm, Komünizm, Faşizm, Kapitalizm, Emperyalizm vb. yüzlerce beşerî “izmler”in fikrî temeli esas itibariyle bir insanın –velev ki bu insan dâhi bir birey olsun- zekâsına istinat ettiği için, etkisi ve ömrü, ortalama olarak söyleyecek olursak, ancak bir insan ömrü kadardır. Zavallı insanoğlu, ebedî yol ve yöntemler bir yanda dururken beşerî “izmler”e sarılmakta ve her defasında sarıldığı yolun çıkmaz sokak olduğunu anlamasıyla yeni bir hüsran yaşamaktadır. Ve sonra yeni bir beşerî “izm” arayışı… Bu döngü, insanlığın var oluşundan beri sürüp gitmektedir. Önünde sonunda her beşerî “izm” fikir mezarlığındaki yerini alırken yeni bir beşerî “izm” de hemen doğuvermektedir.

  Fikrî Düşkünlük yahut Tepkisellik!
Peki ama neden bu beşerî “izmler”, uzun süreli olamamakta ve insanlığa çareler üretememektedir? Bu soruya özellikle ülkemiz bağlamında bakıldığında, şu tabloyla karşı karşıya kalmaktayız. İnsanımız; çok, derin ve nesnel düşünme yerine daha kolay bir yöntem keşfetmiştir:   Bu durumun tam   adı;  “tepkisellik”tir. İnsanlar; yeni, özgün, faydalı ve verimli düşünceler üretmek, işler yapmak, tasarımlar oluşturmak yerine gitgide bütün enerjilerini bir “şey”lere  karşı olmaya odaklamaktadırlar.  Bu güruhlar, yeni hiçbir şey üretmeksizin yalnızca her “şey”in karşıtlığına soyunurlar. Tek marifetleri şeytansı dillerini kullanarak tekebbür eylemektir. Her yeniliğe, her görüşe karşı çıkarlar. Sürekli tepki içinde bulunduklarından yeniliklerin farkına bile varamazlar!..
    Reaksiyonerlik şeklinde ifadesini bulan bu hastalıklı ruh hâli, günümüzde her türden sözde kimi aydınların yegane gıdası olmaya başlamıştır. Farklı görüş ve ideolojilerden beslenen bu nevzuhur tepkiseller; gözleri kararmış bir vaziyette ekranlarda, meydanlarda ve köşelerde avazları çıktığı kadar bağırıp çağırır; toplumu gererler. Fitne-fücur, hasetlik-fesatlık,  dedikodu-gıybet, önyargı-sövgü en vazgeçilmez malzemeleridir. Ne yazık ki bu çığırtkanların peşine takılanların sayısı da az değildir! Eh, günümüzde kolaycılık da moda oldu: Okumadan âlim, bilmeden hâkim… Bilgi yok ama fikri çok! Bilelim ki bilimin hizmetçisi olmadan fikrin efendisi olunmaz!!!
    Oysa; insan olarak en şerefli varlık olmanın gereğince hep güzel ve faydalı işler yapmaya memuruz. Hayatı anlamlı kılan da faydalı ve verimli çalışmalardır. Gayesiz, idealsiz yalnızca tepkilerden oluşan bir hayat bizatihi o insana hiçbir şey kazandırmadığı gibi insanlığa da hayır getirmez. Ayrıca, şunu da bilmek gerekir ki tepkisel ortaklıklar, fikrî sefaletin de göstergesidir. Bilip bilmeden, araştırıp anlamadan “illahlah” demeyelim! Önce ve her daim “La ilaheillallah!” diyelim ki dimağımız aydınlansın!.. 
    Bize düşen ve yakışan davranış öncelikli olarak tepkisellik değildir. Aslolan, aksiyoner olabilmektir. Yüce Allah(CC)’ın bizlere bahşettiği aklı kullanmak, derin ve analitik düşünmek; yeni buluşlar yapmak, her iki Dünya için durmaksızın çalışmaktır. Aklıselim ile düşünmek, o minval üzre davranmaktır. Doğru ama zor olan yol budur...
Nitekim, insanı diğer canlılardan ayrı ve üstün kılan en önemli özelliklerden birisi de düşünebilmesidir. Düşünebilmek için okumak, öğrenmek, bilmek ve uygulamak gerekiyor. Okunarak, dinleyerek öğrenilen bilgiler, düşünce tarlasına ekilmedikçe de verim elde edilemiyor. Düşünebilmek, bin bir zahmetle elde edilen bilgilerin aslına ulaşmak, tadına kavuşmak demektir. İşin aslına ulaşan birisi yaratılışın gerçeğini kavrar, olayları, kişileri ve gerçekleri daha çabuk sezinler.  
Düşünmek; aynı zamanda insan olabilmenin bir gereği olarak hayatı doğru anlamlandırmaktır. Diğer bir yönüyle de sağlıklı, olumlu ve geniş düşünebilmek, beyin ve kalp sağlığının da en önemli güvencesidir.  Biyolojik  ve psikolojik ihtiyaçların başında düşünmeye yatkınlık gelmektedir. Sorgulayan, araştıran, düşünen ve uygulayan insanlar daha sağlıklı ve başarılı olmaktadırlar. Ne yazık ki gerçekten fikrin çilesini çeken, tefekkür eden, çözüm üreten çok az sayıdaki düşünür, yukarıda tasvir edilen kuru kalabalıkların, fanatik grupların tozu dumanı arasında kaybolup gitmektedir. Kendini ifade etmeye yarım yamalak fırsat bulabilen özgün düşünce sahipleri, çok sürmeden deliler ırmağının suyundan içmek zorunda kalmaktadırlar!.. 

 

 

Prof.Dr.Ertuğrul YAMAN
E-Mail: [email protected]

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?