-2- BEŞERÎ “İZMLER”İN KISKACINDA YAŞAMAK!

28-12-2021

-2-

 BEŞERÎ “İZMLER”İN KISKACINDA YAŞAMAK! 

 

Fikrî Teslimiyetçilik

Tartıya konulduğunda hangisi ağır gelir bilemem ama teslimiyetçilik de tepkisellik kadar bayağı ve tehlikeli bir yoldur. Yukarıda uzun uzadıya anlatmaya çalıştığımız tepkiseller, her şeye karşı çıkarken teslimiyetçiler de tek bir yola girer, tek bir kişiye bağlanırlar. Doğruları da yanlışları da fikrin sahibinden daha fazla savunurlar. Sormak, sorgulamak, araştırmak, incelemek, şüphe duymak lügatlerinde yoktur. Kendilerine bahşedilen aklı kullanmak yerine, -durmaksızın- akıllarını köreltmeyi tercih ederler. Onlar için en iyi çözüm; “itaat et, rahat et” yaklaşımıdır. Bir fikir akımının girdabına kapıldılar mı artık huzura kavuştuklarını sanırlar.

Peyami Safa, 1935’te yazdığı bir yazısında fikren teslim olan insanları sürü adamı diye niteler: “Bir adam vardır ki, hiçbir düşüncesinde, hiçbir hareketinde “kendi kendisi” olamaz. Ne düşünse, ne yapsa, ne söylese kendini değil, men­sup olduğu sosyeteyi, ırkı, muhiti ve dışarıdan aldığı telkinleri dile getirir. Kendiliğinden hiçbir şey bulmamıştır. Başka birinin sisteminden aldığı fi­kirleri ve akideleri o sistemin sahibinden daha softaca müdafaa eder. İra­desi de böyle dışarıdan gelme, yanaşma, iğreti bir hareket mihrakıdır. Bil­mez ki, asıl kendi kendisi, kendi içi, sonsuz imkânların, keşfedemediği için körleşen ve tıkanan istidatların tükenmez hazinesidir. Örneğini ken­dinde değil, hep dışarıda aradığı bir muayyen bir fikre, bir akideye başka­sının kurduğu sisteme bağlanır, kalır. Artık ölünceye kadar hiçbir hayatın her şeyi her gün değiştiği hâlde o, sakallı feylesofundan yahut iktisatçı şeyhinden bellediği hiç değişmeyen birkaç âyet içinde kalmaya mahkûm, ilerlediğini sanarak yerinde sayacaktır.

İçinde hep sürü insiyaktan teptiği için, şahsiyetten mahrum, insana en uzak insandır bu. Bir ferttir, fakat şahıs değildir, çünkü onu teşhis için kendisine bakmaya hiç lüzum kalmaksızın, çömezi olduğu ideolojinin, içinde uyuştuğu telkin âleminin firmasını bilmek, onu hiptonize eden sakal­lının adını öğrenmek yetişir.

Bu sürü adamlarının yüz bin tanesi bir tek şahsa muadil değildir. Nüfusunu gerçekten artırmak isteyen bir memleket, bunların sayısını azaltmakla işe başlamalı ve fertlerden değil, şahıslardan mürekkep bir sosyete kurmanın yoluna bakmalıdır.”

Üstat Peyami Safa’nın tasvir ve tahlil ettiği bu tür insanlar ne yazık ki sayıca daha fazladır. Bilim ve teknoloji ne kadar gelişmiş olsa da insanların özgün düşünme yerine var olan bir fikre, bir sabiteye bağlanmaları aynı şekilde artarak sürmektedir. Oysa, insanlığın ihtiyaç duyduğu yeni insan tipi, hakka ve hakikate gönülden bağlı; sorup soruşturan, ince eleyip sık dokuyan, araştırıp yazan, akla ve ilme güvenen olmalıdır.

Çare ve Çözüm

Sorun ortaya konduğuna göre, çare ve çözüm de bellidir aslında! Tepkisellik veya teslimiyet yerine, daha fazla düşünmeye hem sükûnetle hem de derin düşünmeye ihtiyacımız var. Bir konuyu bilmek başka; o konuyla ilgili “niçinler, nasıllar, nedenler?..” üzerinde yoğunlaşmak başkadır. Keşke konuşmaya, tartışmaya, kavga gürültüye ayırdığımız zamanın bir kısmını düşünmeye sarf edebilsek! Okumadan, bilmeden, öğrenmeden, yaşamadan ve düşünmeden insanlar, olaylar ve kişiler hakkında çoğu ön yargıya dayalı olan acele kararlar veriliyor. Sonra da verilen bu yanlış ve acele kararları düzeltebilmek uğruna çok daha zahmetli ve sıkıntılı süreçler yaşanıyor. Oysa, düşünebilenler için her konunun birçok çözümü vardır.

         Akıllı insanlar, her bilgiyi, olayı, durumu pozitif ve negatif yönleriyle düşünürler. Doğruya ulaşmak için aceleci davranmaz, süflî duygularının esiri olmazlar. Erken karar verip kendine karanlık zindanlara mahkûm etmez. Sorar, öğrenir, düşünür ve sakince uygularlar. İşte gerçek huzur ve refah burada yatmaktadır. Evrende yer edinmek, belleklerde kalmak, manen ölümsüzlüğe ulaşmak istiyorsak; konuşmak için ayırdığımız zamanın bir kısmını susabilmek, dinleyebilmek ve en önemlisi de düşünebilmek için kullanalım!

         Tefekkür, yukarıda sıralanan ihtiyaç ve gerekçelerden doğmuştur. Boş ve anlamsız konuşmanın marifet sayıldığı bir çağda susmak ve düşünmek gerçekten zor iştir!  İnsanların düşünmek, tefekkür etmek yerine fırsatçılara teslim olduğu bir zamanda etkin düşünmeyi yeğlemek, elbette bir ayrıcalıktır. Çünkü; düşünmek, Yaratılışın hikmetine, hayatın hakikatine ulaşmak için gayret sarf etmektir.

Bize düşen aslî görev; derince düşünmek hayırlı, faydalı ve verimli işler yapmaktır. Düşünmeyi ve akletmeyi emreden Rabbimizin rızasını kazanmak için bunu yapmak zorundayız. Miskinlik, dedikodu, gıybet ve tekebbürden arınıp etkin düşünmek,  gönül yapmak, bozuğu onarmak, yaraları sarmak, toptan kabul ya da toptan reddiye yerine akıl süzgecini kullanmak tek çıkış yolumuzdur.

Sonuç ve Değerlendirme

Şu üç günlük Dünya’da huzur ve refah için, ebedî âlemde rahat için; kabaran öfkemizle, kuduran nefsimizle değil; kendimizin felahı, nefsimizin ıslahı, milletimizin refahı ve insanlığın selameti için sağduyulu düşünmek, mutedil davranmak, -varsa-  önyargılardan sıyrılmak, beşerî “izm”lerin kıskacından kurtulmak... kısacası aklımızla ve mantığımızla davranmamız gerekiyor.

Yüce Mevla’nın rızası da Efendimiz’in şefaati de Şerefli Türk Milleti’nin esenliği de Devlet’imizin bekası da bu tepkisellikten ve fikrî sefaletten kurtulmakta yatmaktadır. Geliniz!  Toptan Allah’ın ipine sarılalım. Biz ezelden beri kardeşiz, huzurumuz ve refahımız için; aklımızı, gönlümüzü ve gücümüzü birleştirelim. Yeniden yükselmek, değerlerimiz yüceltmek ve insanlığı aydınlatmak için tefrikaya düşmek çare değildir. Sizlere ayrımcılığı ve tepkiselliği altın kadehlerde bir zehir olarak sunmaya devam eden sahte Küresel Dostlarınızın yarın sizleri yarı yolda bırakması mukadderdir!..

Sonuç olarak; her beşer, ancak beşer kadar düşünebilir. Aklı ve mantığı sınırlıdır. O sebeple; hakikat ve vahdet yoluna girebilmek için evvelemirde, Hakk’a istinat edip nakli esas almak; aklı, naklin emrine amade kılmak gerek. Nitekim; Hakkı ve hakikati esas almayan hiçbir beşerî “izm”, insanlığa gerçek bir çözüm sunamayacaktır. Bu bakımdan elbette kaynağımız naklî bilgiler(ayet ve hadisler); aracımız ise aklî yöntemler(okumak, düşünmek, sorgulamak vb.) olmalıdır. Nakil yok sayılıp yalnızca akıl atına binilirse, at tökezleyebilir, yoldan çıkabilir; aklı yok sayıp sadece nakille yetinilirse, yanlış anlamalar, tepkiler, reddiyeler ve teslimiyetler çoğalabilir. En güzeli ve doğrusu; nakli ve aklı terkip etmektir! İnsaniyet; yalnız ve sadece naklin sağlamlığında ve aklın yolunda her ikisinin birleşmesi sonucunda beşerî “izm”lerin kıskacından kurtulabilir ve her iki cihanda sonsuz huzuru ve kurtuluşu yakalayabilir!!!

 

Prof.Dr.Ertuğrul YAMAN
E-Mail: [email protected]

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?