Eğitim Hayatımdaki Tecrübe(sizlik)lerim

25-04-2022

Bulutlar su içer mi? Biz dünyaya geliyoruz, yaşıyoruz, sonra ölüyoruz. Herkes ölüyor. O zaman neden yaşıyoruz ki?

Bu sorulardan ilki benim ufak oğluma ait. Ne kadar sevimli, hayal dolu bir soru değil mi? İkincisi de çarşıda bir dükkanda ip alırken denk geldiğim ana okulu yaşında bir çocuğa ait. Oldukça orijinal ve mantık yürütülerek sorulmuş bir soru o da.

Bir de ben soru sorayım bunların üzerine. Okul denen sisteme girmeden önce böyle güzel sorular sorabilen, böyle merak dolu çocuklar sistemden çıkınca; neden tekdüze hareket eden, ilgisiz, basmakalıp bireyler oluyor?

Bu sıfatlar belki herkes için geçerli değil ama geneli bu şekilde dersem de hatalı olmaz. 10 yıllık öğretmenim, onlarca öğrenci ile karşılaştım. Daha neden yaşıyoruz, neden varız diye sorana rastlamadım. Bunu sorması mühim değil; bu çapta, bu doğrultuda sorular da gelmedi pek.

Eura24 ailesi olarak yukarıda sorduğum soruya cevaplar bulmayı, sorunun kaynaklarına inmeyi ve çözüm yolları sunmayı hedefledik. Bu doğrultuda ben kendi tecrübelerinden bazılarını paylaşarak, kendi yanlışlarım üzerinden bir değerlendirme yapmayı düşünüyorum.

Atandığım okulun ilk günü siyah kumaş bir etek, üzerine beyaz bir gömlek giymiştim. Resmi renklere bürünüp topuklu bir ayakkabı ile tamamlamıştım kombini. Soğuk bir tanışmadan sonra kurallarımı sıralamıştım. Derse günü gününe çalışılacak, ödevler mutlaka yapılacak, parmak kaldırmadan konuşulmayacak, kimse kimsenin sözünü kesmeyecek… Topuklu ayakkabılarımın tıkırtısı da benim konuşmamın fon müziğiydi. Duvarlarda çınlıyor gibiydi. Sınıf sus pus beni dinliyordu. Ben de zaten onların bildiği öğretmenlerden değildim. Lakaytlığı sevmez, ciddiyete ve disipline önem verirdim. Öyle söylüyordum onlara. Disiplini ve ciddiyeti; asık suratım, çatık kaşlarım, soğuk sesim yeterince gösteriyordu.

Zaman su gibi geçtiği için oradaki günlerim de bir çırpıda geçiverdi. Son yıl çok daha samimi olduk öğrencilerle, aileleriyle. Bir gün konuşurken, mezun ettiğim kız öğrencilerden biri anlattı. Hocam sınıftaki falanca sizi çok sinirlendirmişti. Şimdi döveceğim seni deyip kalktınız siz. O da kaçmaya başladı. Siz de kovaladınız. O da sıraların üzerine çıkmıştı, dedi. Ben bunu hatırlamadım ama yapmışımdır, ne bileyim? Yalnız, öğrenciye çok sinirlendiğimi hatırlıyorum.

Topuklu ayakkabıyla kurmaya çalıştığım resmiyetten, sınıfta çocuk kovalamaya evrilen disiplin anlayışımı irdelemek istedim bu iki olayla.

Şimdi ne öyleyim, ne de diğer türlü. Disiplin kuracağım diye bağırıp çağırmaktan, surat asmaktan vazgeçtim. Yani o iş öyle olmuyormuş. Arada iletişim yoksa rol kesmenin ötesine gidemiyormuş yapılanlar.

Bir de; ödev yapılmayınca, tahtaya yazılanlara, konuşanlara, kavga edenlere kızmayı da bıraktım. Bu ders kanlı bıçaklı olan çocuklar, öteki ders can ciğer kuzu sarması olabiliyor. Ben kendimi paraladığımla kalıyormuşum meğer. Bu, olaylara kayıtsız kalıyorum anlamına gelmesin ama tepki vermeden önce bir durumu anlamaya çalışıyorum artık. Ne hakemim arada, ne cezalandırıcıyım. Bu konumda olduğum zamanlar ne olayların, ne kavgaların, ne de şikayetlerin sonu geliyordu. Öğretmenler bilir; saçımı çekti, beni rahatsız etti, silgimi düşürdü, masasını geriye ittirdi, kafasını arkaya çevirdi, koluma vurdu, çelme taktı, suluğumu düşürdü gibi en basit şeyleri tutup önünüze koyabiliyor ögrenciler. Bunlarla uğraşmak benim için eskiye göre daha azaldı diyebilirim.

Yukarıda iletişim kelimesinin altını çizdiğim için sınıf içinde ya da dışında iletişimin önemi çerçevesinde anlatmaya devam edeceğim yazdıklarımı ya da yaşadıklarımı.

Derse girince isterim ki o gün ne anlatacaksam pürdikkat dinlesinler ama hiç öyle olmadı, olmuyor. Bu dikkat denen şey, su içmeye inmiş serçe gibi her an uçup gidebiliyor çocuklardan. Öyle olduğunda; bakın burası çok önemli, yazılıda çıkacak, sınavlarda sorulur gibi uyarıcılarla onları toparlamaya çalışırdım önceden. Bu çok az işe yarıyor, bunu da yapmıyorum artık. Halihazırda dağılmış olan dikkati, daha fazla dağıtıyorum. Aklıma bir olay geldiyse onu anlatıyorum. Bir soru sorup onları konuşturmaya çalışıyorum. Hatta öyle ki; "Hoca dersi kaynatıyor!" diyenler çıkıyor aralarından. Hep mi siz kaynatacaksınız, diyorum ben de.

Bazen ders işlerken sela ya da ezan okunuyor. Ben önceden sesimi yükseltirdim onu bastırmak için, ne gerek varsa. Son zamanlarda sela denk geldiyse, dinleyin bakalım kim ölmüş diyorum. Öyle derin ve saygılı bir sessizlik oluyor ki. Daha iyi duymak için pencereye koşanlar oluyor. Ona da bir şey demiyorum, izin veriyorum. Diğer türlü kim öldü diye zaten merak ediyorlar. Kafalarını pencereden yana çeviriyorlar. Birbirlerine bakıyorlar duyan var mı diye. Baykuş gibi 360 derece dönüyor kafaları meraktan. Ben orada nasıl toplayayım onları? Beraber dinliyoruz. Kimmiş, kimin akrabasıymış, neden ölmüş bir iki dakika da onu konuşuyoruz. Nihayetinde kaldığımız yerden devam ediyoruz derse. Bazen de hem vefat eden için hem de tüm geçmişlerimize üç kulhü bir elham okuyalım çocuklar diyorum, okuyoruz.

Bunların dersle ne ilgisi var, denilebilir mi bilemem. Suyun kaynaması, buharlaşması, yağmur yağması, ışığın kırılması, besinlerin sindirilmesi, yumurtadan civcivin çıkması kadar ilgili geliyor bana. Hayattan bir parça yani, o yüzden derste yeri var.

Anılar mesela, her zaman dikkat çekmeyi başarır. Ben falanca yıl, filanca yerde şöyle olmuştu diye başlayınca gözlerini hep birden bana dikiyor öğrenciler. Dinlerken kendi anılarını hatırlıyorlar. Bir de onlarınkini dinliyoruz. Bazen kendi çocuklarımın yapıp ettiklerinden bahsediyorum. Birçoğunun kardeşi ya da yeğeniyle ilgili anıları oluyor anlatacak. Onlar beni dinliyor, ben onları dinliyorum. Zaman geçiyor, ders kaynıyor ama aradaki iletişim artıyor. Sonra, ders programına bakınca çocuklar; tüh! Hümeyra Hoca'nın dersi varmış değil de, iyi bari Hümeyra Hoca'nın dersiymiş, diyorlar çoğunlukla. Bunu ölçmedim tabii ki sayısal olarak ancak gözler kalbin aynasıdır derler, oradan biliyorum. Bir de; yaşasın Hümeyra Hoca'nın dersi var, aşamasında olmadığımı da biliyorum onların gözünde.

Birkaç yıl oldu, Doğan Cüceloğlu'nun konferansına gitmiştim. Çok eğlenceli, çok istifadeli bir konuşma olmuştu. Geriye dönüp ne anlatmıştı acaba diye düşününce, birkaç tanesini sıralayabilirim. Aralarından, "Çocukları sevin yahu!" cümlesi ise epey yer etmişti aklımda ve kalbimde. İletişimin de sevgi ile doğrudan ilgili olduğunu düşünüyorum. Öğrenci ve öğretmenin karşılıklı sevgisiyle hem de.

Yazdıklarımdan öğretmenliği bi hakkın yerine getirebildiğim anlaşılmasın. Sadece eski yanlışlarımın yerini yeni doğrular almaya başladı bu kadar. Daha iyiye ulaşabilmeyi dilerim, kendim ve öğrencilerim adına. Yazdıklarımdan herkes kendi adına ve benim adıma bir sonuç çıkarabilir. Memnun da olurum geri dönüşlerden. Eğitimin daha kapsamlı ele alındığı, büyük emek ve özveri ile hazırlanmış metinler için ise sitemizin yazarları olan Hayati Yaman ve Adem Kurun hocamın yazılarını okumanızı tavsiye ediyorum.

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?
hayati yaman
hayati yaman 2 yıl önce
Eğitimin ve öğretimin yaşı yok, mesleği yok, cinsiyeti yok. Yaşam boyu devam eden bir süreç... Çok da güzel bir noktadan yakalamışsınız meseleyi öğretmenim. İletişim. Doğan Cüceloğlu hocamızı da o alanın duayeni olarak rahmetle yad edelim. Kimlerin gönnlünedokunmadı ki? Fevkalede etkieyici idi sunumunuz Hümeyra hocam. Anılar, sorular, hikayemsi üslubunuz annelik süzgecinden geçince içine vicdan kokusu baharat olarak düşüyor. Kadın öğretmenlerimizin bize g?
Hümeyra
Hümeyra 2 yıl önce
Değerli yorumlarınız için ben teşekkür ediyorum hocam. Öğretmenlik yolculuğunda bir yandan da öğrenci oldum. Kendi ogrencilerimden de çok şey öğrendim. Daha iyi, daha doğru şeyler yapabilmeyi dilerim. Teşekkürler hocam.
Adem KURUN
Adem KURUN 2 yıl önce
Hümeyra Hocam, eğitimin merkezine açmış olduğunuz pencereden çok şey gördük sizinle birlikte. Bu noktada kat ettiğiniz mesafeden dolayı tebrik ederim. Bu içten yazıda bizi de anmanızdan dolayı ayrıca teşekkür ediyorum kıymetli Hocam. Sevgiyle...
Hümeyra
Hümeyra 2 yıl önce
Teşekkür ediyorum Adem hocam. Sizin ve Hayati hocamın kıymetli yazılarınızı okuduktan sonra ufak bir katkım olsun istedim. Begenmenize sevindim. Saygılarımla...