Geçen gün ilaç almaya girdiğim bir eczaneye benden sonra oldukça fiyakalı, uzun bir adam girdi. Arkasına aldığı rüzgarla içeride hemen değişik bir hava estirdi. Günaydınnn dedi tok, emin ve gür sesiyle. Çalışanların tanıdığı olmalıydı ki hemen bir iki kişi memnuniyetle karşılık verdi bu girişe. Adam yaşamının sırrını çözmüş, hayattan ne istediyse almayı bilmiş, rüzgâra, hayata ya da karşısına çıkan her ne varsa ona yön verebilmiş bir tavır içindeydi. Kasıntı değildi üstelik. Arkam dönüktü aslında. Yüzüne de bakmadım adamın fakat gelip giden sesler bir resim çiziyordu harf harf.
Nasılsınız, iyi misinizler biter bitmez çocuğunun tıp fakültesini kazandığını söyledi adam. Havadaki ecza kokusunu birden değiştirdi. Bu yeni ve cilalanmış kokuyu ciğerlerine çeken çalışanlar cerrahlığı yazsın, onda çok para var dediler. Ben de öyle istiyorum dedi adam. Hızlıca yeni aldığı arabanın özelliklerinden bahsetmeye başladı. Markası, menzili, rengi... Kendineymiş gibi sevindi konuşmayı dinleyenler. Çay söylendi hemen sırtını sıvama işini görsün diye. Dile getirilmese de ortalıkta dolanan aferinler çayın dumanına bir iki kesik attı. Zira hava sıcaktı ve eczanenin içine çayın dumanını dalgalandıracak bir rüzgarın girme şansı yoktu. Sanki o an olan biten her şeye adamın rüzgarı etki ediyordu.
Tüm bunlar benim elimdeki sayılar ve harflerden ibaret yedi haneden oluşan minik reçeteyi uzatıp orda yazan ilaçları alıp sonra parasını ödeyip uzaklaşana kadar gerçekleşti. Çay içer misiniz diye bir soruyu ummaya yeltenen içimin en iç yanına; şimdi sırası değil dedim beklerken. Sen ilk defa girdin buraya ve hiç kimse seni tanımıyor dedim. İçimin en iç yanı; şu sıcakta ve sıkışık zamanda çay içer misin deseler içecek değiliz zaten. İlaçları alıp gideceğiz. Çayı değil teklifini umuyordum ben. Biraz nezaket lütfen, dedi gözlerini devirerek.
Alışveriş bitti. Adamın sıradağlar gibi duran başarıları, hallettikleri, sahip oldukları, olacakları bitmedi. Ben süzülerek girdiğim kapıdan yine aynı şekilde süzülerek geri çıktım. Üzerime sinen dünya kokusunun çok geçmeden dağılacağını biliyordum.
Bundan bir kaç gün sonra başka bir eczaneye girdim. Reçeteyi uzattığım çalışan su ister misiniz diye sorarak küçük küp şeklindeki hazır sulardan uzattı bana doğru. İstenmeden gelen su Zemzem gibidir dedim içimden. Yakındaki koltuğa oturup içtim. Yutkundukça ılık ılık sevinme birikti içimde. Bitirdikten sonra boşunu atmak için başına gittiğim çöp kutusunun içi bu plastiklerle doluydu. Her gelene ikram ediliyor demek ki dedim. Ne güzel düşünmüşler. Böyle bir şeye pazarda da rastladım. Mavi bir soğutucu koymuştu bir esnaf tezgahın yanına. Sağına temiz bardaklar, solunda da içenler atsın diye kirli bardakların konulduğu poşet... Kısacık anda bunlar dizildi aklıma.
Parayı ödeyip normal teşekkürün yanına suyunkini de katarak çıktım bu eczaneden. Arabaya girince baktım ki içeridekilerin elinde de o hazır sulardan var. Biri içmiş, diğerinin yarısı duruyor. Siz nerden buldunuz bunları diye sordum. Eczanedeki adam getirdi dediler. İşe bak sen, dedi içimin en iç yanı. Işıl ışıldı gözleri bunu söylerken. Ben aklımdakileri de alıp pazardaki soğuk suyun başına gidip içeyim diyene kadar bana su uzatan adam arabadakilere bile su ikram etmiş. Hatta benim ufaklığa çubuklu şeker bile vermiş. Bunları öğrenince daha bir ılıdı içim. Allah razı olsunlar, ne iyi ettiler doldurdu arabayı. Yüzümüzde gülümse ve üzerimize sinen duaların kokusu uzun zaman gitmeyeceğe benziyordu.
Şunu sormak istiyorum dedi içimin en iç yanı... Hayat hangi durumda yaşanılır denilebilir? İyi bir kariyer ve getirdiği özgüven... Lüks bir araba ve daha fazlası... Modern sebil anlayışı ve onun katkıları... Tüm bunlara şahitlik etmek ve yazıya aktarması...
