Seyrettiğim bir programda iş hayatında başarıları ile tanınmış kadınlarına yer verilmişti. Ben de ilgiyle izlemeye başladım. Bahsedilen kadınlardan biri eğitimini yurt dışında almış, iki üniversite bitirmiş, mastır yapmış, şu an çok önemli bir pozisyonda görev almakta. Kayak, voleybol, tenis gibi sporlarla aktif olarak ilgilenmekte. Güler yüzlü, samimi, bizden bir duruşu var tüm bu refah düzeyine rağmen. Sunucu programda bu iş kadınının sosyal sorumluluk projelerine iştirak ettiğini defaatle söyledi. Kendisi de bu yere gelebilmek için yaptığım çalışmaların altını çokça doldurmam gerekti dedi. Bu dikkat çekici ve kıymetli bir açıklamaydı. Işıltılı bir yüzü, ışıltılı bir hayatı var. Herkese dağıtılmaya hazır genel bir sevgi hissettim hazinesinde.
O bitince başka bir kanalda Karadeniz bölgesinde yaşayan fındık işçisi bir babanın konu edildiği bir belgesel izledim. Semaver çayı eşliğinde peynir ve helva yiyordu üç arkadaşıyla. Ağaçların en yüksek yerine çıkıp bir şeyler topluyordu. Evde iki çocuğum var dedi beni bekleyen. Onlar için her şeyi yaparım. Bir doyum vardı gözlerinde. Kabuğu soyulmuş bir sevgi vardı hazinesinde, kendi çevresine dağıtmaya hazır.
İki hayatı karşılaştırdım kendi içimde. Birisi yurt dışında ve yurt içinde birçok insanın erişemeyeceği okullarda okumuş, göremeyeceği yerlere gitmişti. Diğeri de yine birçok insanın ulaşamayacağı yükseklikte ağaçlara çıkmış, göremeyeceği manzaraları seyretmiş, alamayacağı oksijeni bir nefeste içine çekmişti. Birinden başarı hikayesi, diğerinden şükür vesilesi devşirmedim kendime. İki hayatı da önüme koyunca “taş yerinde ağırdır” sözü geldi aklıma. Birisi altyapısı zenginlik olan bir hayatın nimetlerini doğru kullanıp kibir yapmadan, son derece olgun bir şekilde karşıma çıkıverdi. Diğeri altyapısı fakirlik olan bir hayatın zorluklarına aldırmadan, hatta bunların keyfine varmış biri olarak çıkıverdi karşıma. Her ikisi de içindeki durumu en güzel şekilde yaşıyordu. Sevgi ve takdirle izledim ikisini de.
Bize sunulan, bizden istenen ise neden birinci örnekteki gibi yaşamadığımızın ukdesi, neden ikinci örnekte olduğu gibi fakir olduğumuzun sorgusu. İkinci hayattan sıyrılıp birinci gibi olma arzusu, şevki pompalanıyor durmadan sosyal medyada, televizyonda. Taş yerinde ağır olmayınca zenginlerin gösterişli hayatına özenen fakirler türüyor. Burnu Kaf dağında zenginler dolanıyor etrafta. Bunu sosyal medya hayatımızda yer ettikçe daha net görebiliyorum.
Eskiden el alem ne der diye düşündüren bir sosyal fren mekanizması vardı. Şimdi el alem bir şey desin gazına dönüştü bu mekanizma sosyal medya sayesinde. İki gurup insan var artık. Seyreden ve seyredilen. Etken ve edilgen olarak da ayırabiliriz bunu. Yemeğe giden, tatile giden, spora giden, kocası en yakışıklı, evladı en tatlı kim varsa sosyal medyanın etken yani seyredilen kısmında. Bunları takip eden, yorum yapan, görenler de edilgen yani seyreden kısmında. Bu iki kısım arasında sürekli bir geçiş söz konusu. Bu geçiş sağlıklı yapılmadıkça başka hayatlara özenme, olanla yetinmeme aldı başını gitti. En lüks tatile ben gidiyorum, en çok kocamı ben seviyorum, evlatlarıma bayılıyorum, en sunumlu eti ben yiyorum, en coşkulu konserde ben varım çılgınlığı başka türlü açıklanamaz.
Evladı olmayan vardır, anne babasını kaybeden vardır, alamayan vardır, gidemeyen vardır ince düşüncesine dönmeyi diliyorum hepimiz adına. Bende bu fikre zamanla eriştim. Mesela evlendiğimde, saydım, 85 tane fotoğraf atmışım sosyal medyaya. Şimdi komik ve saçma geliyor bu yaptığım.
O kadar gerçek dert, tasa, sıkıntı varken sosyal medyaya mı kafaya taktın diyorum. Kendime hak veriyorum ama bir yandan da büyük sıkıntılar arasında bile bazı incelikleri görmenin, fark etmenin ruha iyi geleceğini düşünüyorum. Yukarıda bahsettiğim iki kişiyi izlemek bana iyi geldi. Bunun yanında insana iyi gelen çok şey var. Mesela yolda giderken ayçiçekleri seyretmek iyi gelir. Kavakları ve söğütleri seyretmek iyi gelir. Dünyanın en güzel kavakları ve söğütleri Tokat ve Zile’dedir. Devam edeyim. Rüzgârı dinlemek iyi gelir. Kuşları seyretmek iyi gelir. Kedilerin yürüyüşü zamanı eritir her adımda. Kelebekler başka bir boyut açar zamanda. Bunların hepsi Allah’ın şahitlik ordusudur. Allah’ın varlığına, birliğine, eşsiz sanatına şahitlik ederler. Bunları bana gösteren Rabbimin Rahman ve Rahim sıfatı hep devrededir. Darlık anında bir genişlik, ferahlık verir insana.
Yoksa ciğerimin dağlandığı, kalbimin daraldığı nice olay yaşadım. Bu dar ve hüzünlü zamanlarda Rabbim; bir güneş, bir ay, bir gökyüzü, ılık bir rüzgar, beyaz bulutlar, minik çiçekler, kuş sesleri, evlat neşesi ve sayamadım bir yığın nimet verdi bana. Sonra sabredersem, namazı ve duayı bırakmazsam cennetle müjdeledi. Daha ne olsun...
Rabbim dünya hayatında dengeyi tutturmayı nasip etsin. Hayırlı bir ömür geçirmeyi nasip etsin. Sonunda da rızasını kazanmayı nasip etsin. Amin.