Ben evde maydanoz ayıklarken çok özenli davranırım. Hafif sararan, sapı olmayan, pörsümüş de olsa işe yarayanları atmam. Onları da elimdeki demetin içine alırım. Topraktan yetişti, yazıktır, israf olmasın derim içimden. Sonra bizim de maydanozlar gibi demet demet toplanıp huzura getireceğimiz gün gelir aklıma. Ben maydanozları atmaya kıyamıyorsam Allah da kulunu atmaz diye bir denklem kurarım kendimce. Bir ümit kaplar içimi. Beraberinde; “Allah insanlara zulmetmez.” ayeti gelir aklıma. Kuran’da birkaç yerde geçmektedir bu şekilde. Allah bunun garantisini kendi kitabında vermiştir bizlere.
Bazen hastalıklar, kayıplar, yokluklar zulüm görüntüsü ile ulaşır insana. Durduk yere nerden çıktı bu şimdi, diyebilir insan. İşi gücü, sağlığı, keyfi yerindeyken iyi. Şükreder oturur. En azından isyan etmez. İşler tıkırındadır. Asıl yerini, Allah tarafından gönderilen sıkıntılar karşısındaki tavrı ile belli eder insan. İsyan bayrağını açan bir asi mi, teslimiyet ipine tutunan bir Müslüman mı?
Dünyadaki bu sıkıntıların Allah tarafından bize atılan kementler olduğunu düşünüyorum. Bana dön kulum, bana yönel ve beni an... Sıkıntı olmadan anmaz değiliz Allah’ı. Başımız dara düşünce elimizi duaya kaldırıyor değiliz. Ancak herkes hem fikirdir ki imtihan gelince daha çok dua eder, çareler arar, daha çok kapısını çalarız Allah’ın. İş odur ki mutlu günlerin, sağlıklı, rutin günlerin kıymetini bilmekte ve imtihan zamanında sabretmekte. Bu bahsettiğim dikenli bir tarladan geçerken elbiseyi yırtmadan ilerlemek kadar zor.
Sabır kahramanı olan Hazreti Eyüp'ün hanımı, duçar olduğu hastalıklar dolayısıyla Allah’a dua etmesini ve şifa bulmasını ister ondan. Hazreti Eyüp de 80 sene bolluk, genişlik ve ferahlık içinde yaşadığını; hastalık ve sıkıntı zamanlarının bu müddette erişmediğini ve bunun için Allah’a dua etmekten utanacağını söyler. Bu duruş beni çok etkilemiştir. Burada esenlik günlerinin kıymetine bir işaret vardır. Allah bize her zaman gören göz, işiten kulak, yürüyen ayak, düşünen akıl vermek zorunda değil. Her gün doğan güneş bir gün doğmayabilir. Ay yörüngesinden çıkabilir. Rüzgâr, yağmur, kar hep Allah'ın ihsanıyla hareket etmektedir. Tüm bunlar O’nun lütfundan ve kereminden zahir olur. Büyük ya da küçük sarsıntılar bize bu lütufların kıymetini bildirmek için var biraz da.
Yaş ilerledikçe, geriye dönüp baktıkça ne güzel şeyler vermişsin Allah’ım diyorum. Eski fotoğraflar söyletiyor bunu, anılar söyletiyor, çocukluğum söyletiyor, aramızdan ayrılanlar söyletiyor. Şimdiki zamana baktıkça ne güzel şeyler vermişsin Allah’ım diyorum. Etrafındaki ağaçlar, kuşlar, çiçekler söyletiyor bunu. Çağıldayan çocuklar söyletiyor, okuduğum kitaplar, şiirler söyletiyor, aldığım nefes söyletiyor, içimdeki ses söyletiyor.
Tüm bu verilenlerden en ufak birisi alınınca hayat terazisinin dengesi bozuluyor. Bu Allah’tan geldi deyip dil ile, gönül ile, el ile bozulan kefeye şöyle bir dokununca tekrar denge durumuna geliyor insan. O duruma gelmek bazen uzun sürüyor, bazen kısa. Bu zaman dilimi bizim Allah’la olan bağımızla doğrudan alakalı. Önceden beslediğimiz şükrün, sabra çevrilmesiyle doğrudan alakalı.
Yıkılma sakın şiirinde; “Biliriz dünyadaki yorgunluk habere mızraklanır.” diyen İsmet Özel en kestirme yoldan anlatmış durumu. Mızrak kelimesini özellikle seçtiğini düşünüyorum. Dünyadaki dertlerden zaten yorulmuşuzdur ancak sırada bekleyenler mızrak misali gelir saplanır içimize. Bunu herkes kendinden de bilir. Hani geldi mi üst üste gelir dertler. Bu böyle olmuştur.
Efendimiz’e risalet geldikten sonra Mekke’deki tebliğ dönemi hakaret ve alay etmelerle başlamış, işkencelerle devam etmiştir. İslam'ın güzelliğinin yayılmasını engelleyemeyen azgınlar 3 yıl kadar süren bir tecrit (boykot) süreci yaşatmışlardır inananlara. Sosyal ilişki, ticari ve insani ilişki yok. İster ölsünler, ister yaşasınlar...
Bu süreç Efendimiz’i oldukça yıpratmış, üstüne Hazreti Hatice ve amcası Ebu Talib'i kaybetmenin acısı eklenmiştir. Bir sonraki aşamada hicret yaşanmış, ardından üç büyük savaş verilmiştir. Bedir, Uhud, Hendek... Güllük gülistanlık yaşasa O(sav) yaşardı. O’nun dünyasındaki yorgunluk habire mızraklandı. Ancak güler yüzünü, tatlı sözünü hiç eksik etmedi etrafından. Bizim anlayacağımız tarzda ya da daha farklı bir yıkılma yaşamadı hiç. Ayakları şişene kadar namaz kılmaya devam etti.
Doğarken ağladığımız dünya, yaşarken de ağlatmaya devam ediyor insanı. Daimi mutluluk yaşayanı hiç görmedim. Hüznün altyapısında karanlıkta ışıldayan yıldızlar gibi parlıyor sevinçlerimiz o kadar. Bazen hiç yıldız düşmüyor gecelerimize. Bazen de çoğalıyor yıldızlar. Haydi kulum gel diyene kadar Rab, bu böyle devam edecek. herkes kendinden bilsin bunu. Her gününüz güzel, her anınız mutlu mu? Gerçek mutluluğu dünyada aramak doğru mu?
Değilse haydi duaya, haydi namaza... Herkesin Allah ile kendi arasında kurulu olan o güllü çiçekli, kardan beyaz, sudan berrak, biricik bağı bulmaya… Haydi felaha...