Ne Zaman Gerçek Bir Alman Olacaksın?

21-02-2022

14 Aralık’ta Liebzig’de DİTİB’e bağlı Eyüp Sultan Camii’ne 100 kişilik bir grup tarafından saldırı düzenlenmişti. Caminin camları kırılmış ve saldırgan grup çevredeki araçlara da zarar vermişti.

Bu olaydan 9 gün önce de Dortmund’da bir başka saldırı gerçekleşmişti. Kimliği belirsiz bir kişi Eving Selimiye Camii’nin kapısına domuz başı asmıştı.

Yine birkaç gün önce Berlin’de bir metroda Almanya’da doğup büyümüş olan Dilan Sözeri isimli bir genç kadın fiziki saldırıya uğramıştı. İlk polis bildirisinde maske takmadığı için yaşanan bir arbede olarak belirtilen saldırıya genç kadın itiraz etmiş ve ırkçı bir saldırıya maruz kaldığını sosyal medyadan ifade etmişti. İfadelerindeki “Kendime soruyorum: Ne zaman gerçekten bir Alman olacaksın?” cümlesi üzerine uzun uzun düşünülmesi gerekiyor.

Hanau’daki katliamın da dün yıldönümüydü.

İyimser bir tablo çizmek isterdim ama gözlemlediğim bazı şeyler var. Bugün bunları sizlerle paylaşmak istiyorum.

Öncelikle 14 Aralık’taki olayları gerçekleştirenlerin beklenildiği gibi aşırı sağcılar olmadığı aşırı solcular olduğu Müslüman azınlığın artık sadece ırkçı sağcılar tarafından değil aşırı solcular tarafından da bir hedef haline geldiğini bize gösteriyor olabilir. Bu gerçekten kaygıyla takip edilmesi gereken bir konu.

Nitekim Avrupa’da da sayısı artık azımsanamayacak derecede fazla olan Suriyeli, Yemenli, Afgan mültecilerin Alman kültüründe yaşadıkları her entegrasyon problemi topyekûn bir Müslüman genellemesine neden oluyor.

Biz Türkler olarak zaten bu genellemelerden yıllardan beri mustarip bir topluluğuz. Zülfü Livaneli’nin “Serenad” isimli romanında çok ilginç bir değerlendirmesi var.

Diyor ki “Biz nasıl Nijeryalı, Gambiyalı, Ganalı diye ayırmaksızın siyah gördüğümüz herkese Afrikalı, Japon, Çin, Tayvanlı olup olmadığını bilmeksizin Asyalı, Çekik Gözlü diyorsak Batıda da Türk, Suriyeli, Afgan demeksizin “Müslüman” genellemesi var”.

Bu tamamen olmasa da büyük kısmıyla doğru. Belki Türklerle hiçbir ilgisi olmayan İslamofobi, göçmen karşıtlığı bu dinsel genellemeden dolayı doğrudan Türk karşıtlığına dönüşmeye başlıyor ve bunu çok tehlikeli buluyorum. Buradan elbette bize yapılmasın onlara yapılsın, biz hak etmiyoruz, onlar hak ediyor gibi bir şey ima ettiğim anlaşılmasın. Irkçılığın her türlüsüne karşıyım. Sadece anlatmak istediklerim bağlamından koparılmasın istediğim için açıklama gereği duyuyorum.

Her neyse konuyu dağıtmayayım.

Politik görüş açısından çok uyuşmadığım bir kurum olsa da SETA’nın yayınladığı raporlara ve yayınlara sık sık göz gezdiririm. İslamofobi ile ilgili araştırma yaparken karşıma “European Islamophobia Report 2017” (Avrupa İslamofobi 2017 Raporu) isimli yayın çıktı. Açıkçası bu yayının editörleri Enes Bayraklı ve Farid Hafez’i kutlarım. Ülke, ülke önemli uzmanlardan görüş alarak başarılı bir rapora imza atmışlar. Her yıl düzenli olarak rapor yayınlıyorlar ama dediğim gibi benim elimde 2017 raporu olduğu için vereceğim örnekler 2017 yılına ait.

Sizlere çok da uzatmadan onların raporundan bazı önemli notlar iletmek istiyorum. Ama siz bu raporu mutlaka alıp, okuyun.

Alman Devlet Kaynaklarına göre 2017 yılında camilere 71 saldırı gerçekleşmiş. 908 suç ise direkt Müslümanlara karşı işlenmiş. DİTİB ise kendi raporunda kendilerine bağlı camilere toplamda 101 saldırının gerçekleştirdiğini ifade etmiş. Bunun direkt olarak devletin verdiği rakamlara şüpheyle bakmamıza neden olmaması gerektiğini söyleyen yazarlar rakamların farklı çıkmasını dört maddeyle açıklamaya çalışmışlar.

  1. Mağdurlar raporlama mekanizmasının farkında olmayabilirler.
  2. Mağdurların olası sosyal izolasyonu veya faile yakınlığı,
  3. Mağdurların devlet güçlerine güvenmemeleri nedeniyle şikayet etmeye gitmemeleri,
  4. Mağdurların polisler tarafından tepki görmekten korkmaları.

Tüm bunlar rakamlar arasındaki farklılığı açıklayabilir. Ama asıl tehlikeli olan Avrupa’da yaklaşık 10 yıldır sayısı giderek artan aşırı sağcı partilerin güçlerinin de giderek artması.

Her ne kadar AFD (Almanya İçin Alternatif)’nin oy oranı 12,6 dan 10,3’ düşmüş olsa da Alman siyasi geleneğini göz önüne aldığımızda halen çok yüksek bir oy oranına sahip olduğunu söyleyebiliriz.

Avrupa’da aşırı sağcı partiler güçlendikçe iç siyasette oy kaybını engellemek için ortada bulunan partiler de söylemlerini aşırı sağcıların söylemlerine doğru kaydırma eğilimi içerisine giriyorlar.

Raporun Almanya bölümünü yıllardır kaleme alan Anna- Esther Younes’in vurgu yaptığı “Öncü Kültür” (Leitkültür) tanımının o dönemki seçim kampanyalarında hem SPD tarafından hem de CDU tarafından kullanılması partilerin bu konuda aralarında çok büyük bir fark olmadığı izlenimi bırakıyor. Alman-Arap Sosyolog Bassam Tibi’nin 1998’de yazdığı Kimliksiz Avrupa isimli kitabıyla literatüre kazandırılan Öncü Kültür çok kültürlülük yerine çoğulcu bir kültür anlayışını benimsiyordu.

Bu ifadenin daha sonra çok geniş çaplı siyasi yankıları oldu ve Almanya içinde hala tartışılan bir kavrama dönüştü. Asimilasyon ile entegrasyon arasındaki ince çizginin neresinde olduğu bakış açısına göre değişebilecek Öncü Kültür tanımının temeli Alman değerlerini benimsemekten geçiyor.

Bu durumda Almanya’da doğup büyümüş, ana dili Almanca olan bir göçmen kökenli Alman vatandaşının öncü kültüre sahip olduğu söylenebilir. Ancak pratikte maalesef alt kimliklerin sorgulandığı bir Almanya gerçeği ile karşı karşıyayız.

Bu noktada iki taraflı bir anlaşamama, birbirini anlayamama söz konusu.

Bir taraf diğerini yabancı ve farklı olduğu için dışlarken, diğer taraf dışlandığı için kendi içine kapanıp yabanileşiyor ve karşı tarafla asla ortak bir zeminde buluşamayabiliyor.

Bu genellikle muhafazakar Türklerde karşılık buluyor. Nitekim Alman kültürüyle entegre olabilecek kadar ortak nokta bulamıyorlar.

Uzun lafın kısası Almanya’daki Türklere karşı olan ırkçı saldırıların temelinde etnik nedenler ikinci plandayken dini nedenlerin daha ön planda olduğu söylenebilir.

Toplum kendi içerisinde bu tip sapkın davranışları ayıklamaya çalışıyor ama devlet gerekli cezaları vermezse bu göçmen toplumunun huzuru açısından rahatsız edici boyutlara ulaşabiliyor.

Almanya tüm renkleriyle güzel bir ülke.

Yeter ki insanlar renkleri sevmeye devam etsin.

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?