
Dünya’nın değişim içerisinde olduğu bugün tüm insanlığın kabul ettiği bir durumdur. Ancak bazı değişimlerin etkileri Kıta Avrupası üzerine etkisini belirgin bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu değişimlerin belki de insanlığa en büyük etkisi yüzyılların kavramı olan göç paralelinde şekillenmektedir. Çünkü göç ve kimlik politikalarının inşa süreci Pandora’nın bu sihirli kutusunu açmaya neden olduğu söylenebilir.
Pandora’nın kutusu açıldığında kötülüklerin ortaya çıkması, milliyetçilik (diğer ulusları önemsememek boyutu) ve hatta ırkçılığın izleri modern dönemin bir oyunu gibi sahnelenmektedir. Belki de kavramların bu eşgüdümü "18. Yüzyıl Fransız Tiyatrosunda Mitolojik Alegoriler” başlığı altında günümüzü veciz bir şekilde eleştirebiliriz.
Milliyetçiliğin keskin sınırlara dayanması yüzyıllar boyunca farklı dönemlerde ve bölgelerde isyanların, savaşların ve ölümlerin arkasındaki etmenlerden biri olagelmiştir. Pandora’nın kutusunu açan Batı milliyetçiliği, örneğin Osmanlı kapsamında Sırp İsyanları ve Yunan İsyanları başta olmak üzere Devlet-i Âliyye’nin birçok bölgesindeki isyanlara ve toprak kayıplarına neden olmuş ve daha da önemlisi bugünün dünyasına milliyetçilik tartışmaları için daha sert bir kapı aralamış ve komşu ülkelerin bitmeyen savaşlarına zemin hazırlamıştır.
Osmanlı Devleti denildiğinde akla ilk ne gelir? Hem tarihsel hem kültürel bağlamda çok katmanlı bir medeniyet yapısı tahayyül etmez misiniz? Bugünün Türkiye’si ve Avrupa’sını bir araya getiren ama sürekli çatışmaların gölgesinde Balkanlar bize nasıl bir yol gösteriyor? Balkan milliyetçiliklerini Osmanlı’nın yıkılışına yönelik bir araç olarak kullanıldı. Ancak bu araç maalesef bugün parçalı ve her an patlamaya hazır bir bomba gibi duruyor.
Balkan toplumlarının bugününü anlayabilmek için her bir topluluğun kültürel kodlarında aramak gerekir. Bazı Balkan halkları Osmanlı'yı “uzun bir işgal dönemi”, bazıları ise “altın çağ” olarak tanımlamaktadır. Bu bağlamda çatışan ulusal kimlik inşasını iyi değerlendirmek gerekir.
Küçük bir anekdot ile bu konuyu açmak istiyorum. Belki de tüm yazının oluşmasına imkân sağlayan bir bakışın hikayesini ele almak istiyorum. Belgrad’ın merkezinde Kosovalı bir ağabey o sırada şehri gezen iki Türk kızına fotoğraf konusunda yardımcı olurken eşinin Türk müsünüz sorusu ile başlayan bir sohbet milliyetçiliğin korkutan izlerini ortaya koymaktadır. Ayak üstü yapılan sohbet, Türkler ile sohbet eden amcanın sessiz şekilde Kosovalı ve Müslüman olduğunu söylemesi ile başlar. Ardından Prizren’e özlemini güzelliği ile tasvir ederken, gençlere Kosovayı ziyaret edip etmediklerini sorar. Mehmet Akif’in anıldığı sohbette UCK sorulduğunda ise dilini tutarak korkuyu dile getirir. Ancak gözler söylenmesi gerekenleri daha sesli bir şekilde dile getirir. Dillerin verdiği selam ile kültürel yakınlığın kodları okunur. Ama neden Sırbistan ile kültürel yakınlık yok mudur? 3000-3500 kelimenin neredeyse birebir benzer olduğu ve kültürel kodların hala etkisini sürdürdüğü ülkede neden geçmişle hesaplaşma yaşanırcasına bakışlar vardır? Tuna’nın iki yakası gibi farklı insanları barındıran bir ülkede milliyetçilik ne kadar ve sadece bu örnek olay bağlamında dünya ne durumda diye sorgulamamak elde değil. Ancak Pandora mitolojisi gibi de duruma bakmak gerekir.
Pandora'nın kutusu, Antik Yunan mitolojisine dayanır. Pandora, tanrılar tarafından yaratılan ilk kadındır ve kendisine bir kutu (aslında orijinal metinde “pithos” yani büyük bir çömlek) verilir. İçindekilerin açılmaması istenir. Ancak merakı ağır basan Pandora kutuyu açar ve içinden dünyadaki tüm kötülükler—hastalık, ölüm, sefalet—yayılır. Geriye yalnızca umut (elpis) kalır. Bizim umudumuz ise Türkiye’nin yumuşak gücüyle tarihi ve kültürel mirasıyla huzurlu, güvenli bir şekilde Türk, Arnavut, Sırp, Boşnak ve diğer birçok milletin huzur içinde yaşadığı çatışmasız Balkanlar ve aşırı sağın yükseldiği dünyada çatışmasız dünya coğrafyasıdır.