Üretemeyen İnsan Yok Etmek İster

Üretemeyen İnsan Yok Etmek İster
01-05-2023

Birine saygı göstermek, onun bizimle aynı insanlığa ait olduğuna inanmakla başlar. Farklı bir insanlığa ait olduğuna değil. Yine birine saygı göstermek, emeklerinin ve haklarının her iki cihanda da bir karşılığının olduğunu kabul etmekle başlar. Ucuz ve değersiz bir karşılığa ait olduğunu değil. Hangi alanda çalışırsa çalışsın her emekçi, sağlıklı ve huzurlu bir iş ortamını hak eder. Özellikle de bu emekçi bir anne ise, çocuğu ile en yüksek teması kurabileceği sağlıklı ve huzurlu bir iş ortamını hak eder. Çalışanların sosyal ve psikolojik haklarını tanımak, alnının teri kurumadan ücretini tam ve vaktinde ödemek, hukuki, vicdani ve dini bir sorumluluktur.

Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

Hiçbiriniz, kendisi için istediğini başkaları için de istemedikçe tam anlamıyla iman etmiş olmaz.”

Müminler olarak unutmamalıyız ki, bütün insanlar, ya hilkatte (yaratılışta) eşimiz, ya da dinde kardeşimizdir. Dinimizin bakış açısına göre önemli olan insanların sıfatları değil, özleri ve çabalarıdır.

"Padişah mı daha değerlidir yoksa keloğlan mı", sorusuna verilecek cevap, "keloğlan"dır.

İnsanlık tarihi, işini en iyi yapan emekçilerin eserlerine gururla şahitlik etmiştir. Bu eser, bazen kocaman bir devlet, bazen de basit bir alet olabilir. Yapabildiğinin en iyisini hedefleyenler "keloğlan" statüsünde olsa bile insanlığın ortak kültür havzasına adını altın harflerle yazdırmıştır. Son saatlerini yaşarken, "Yaradan'ı ve insanoğlunu gücendirdim çünkü, çalışmalarım olması gereken kaliteye ulaşmadı", diye mırıldanan Leonardo Da Vinci gibi dahilerin eserlerini, Mimar Sinan gibi beyinlerin bıraktığı izleri hayranlıkla ve gururla seyretmemek mümkün değil. Onlar, "üretemeyen insan, yok etmek ister" gerçeğini hayatlarının erken dönemlerinde keşfetmiş, seçimlerini yaratma, üretme ve faydalı olma yönünde kullanmışlardır. Ünlü sahabi kumandan Halid bin Velid de ölüm döşeğinde şunları söylüyordu:

"Birçok cihad faaliyeti yürüttüm. Şehit olmayı arzuladım... Olmadı. Şimdi ise, hasta develer gibi yatağımda ölüyorum, işe bak."

Yaptıklarının karşılığını yalnızca Allah'tan bekleyen bir kahraman, zamanına sığmayarak gelecek çağlara manevi bir mesaj gönderiyordu.

Allah Rasûlü'nün sevgili oğlu İbrahim, 18 aylıkken vefat eder. Rahmet peygamberi, acılar içinde olsa da yavrusunu kendi elleriyle mezara koyar. Defin işlemleri bitince, kerpiç ile örtülen mezarda bir açıklık dikkatini çeker. Hemen bu açık kısmın kapatılmasını ister. Oradakiler, bu düzeltmeyi gereksiz görmüş olmalılar ki, şu açıklamayı yapar:

"Düzelttiğimiz şeyin, ölüye ne faydası ne de zararı olur. Ancak yaşayanların gözüne hoş görünür. Biriniz bir iş yaptığında, onu en güzel şekilde yapsın. Allah, kişinin işini sağlam yapmasından hoşlanır."

Başta peygamberler olmak üzere böyle değerli insanların şahsında bütün emek ve eser sahiplerine şükran ve minnet duyuyoruz. Yüce Allah’ın üstün mükafatı onlar için zaten hazırdır. O, şöyle buyurmuştur:

" Uğrumuzda gayret edenleri yollarımıza iletiriz. Gerçekten Allah iyilik edenlerle beraberdir.” (Ankebut Sûresi, 69)

Müslüman Türk devletleri ve milletleri nazarında her türlü emek, ilim, fikir ve sanat erbabının özel bir yeri vardı. Özellikle beynini kemirerek geçinen fikir ve sanat işçilerine sadece devlet başkanları değil her tabakadan halk da sonsuz bir itibar gösterirdi. Kanuni'nin,

"Benim zamanımda hiçbir şey olmasa bile Baki gibi bir şairin bulunması yeter saadettir," dediği rivayet edilir.

Taht ve taç sahipleri kadar servet ve kılıç sahipleri de fikir ve sanat emekçilerinin önünde eğilmişlerdir. Sanatkara büyük ilgi gösteren devlet adamlarına dikkat ederseniz, bunların iyi bir sanat terbiyesi görmüş hatta bir sanat dalında yetişmiş insanlar oldukları görülür. Kısaca sanattan ne kadar anlıyorsak sanatkara o nispette saygı ve ilgi duyuyoruz. (Prof. Dr. Erol Güngör)

Hasılı, mülk Allah'ındır ve kendi mülkü olan yeryüzünü ve içindeki her türlü nimetlerini bütün kullarının istifadesine sunmuştur. Her insan, dini, dili, teni, cinsiyeti, ne olursa olsun yeryüzünün öz be öz evladıdır. Yeryüzünün bütün imkanlarından gayretleri ölçüsünde yararlanma hakkına sahiptir. Kur'an'ı Kerim'de bu gerçek şöyle şöyle ifade edilir:

 

ما اكْتَسَبْنَۜ  نسَٓاءِ نَص۪يبٌ مِ  ما اكْتَسَبُوا وَلِل  رجَالِ نَص۪يبٌ مِ لِل

 

Erkeklere çalışıp kazandıklarından bir pay olduğu gibi, kadınlara da çalışıp kazandıklarından bir pay vardır."

Aslında Kur'an'ı Kerim'e göre hiç kimsenin yararlanabileceğinden fazlasını tekeline alma hakkı yoktur. Hz. Ali'nin, zekatını verdiği kişinin kendisine teşekkür etmesi üzerine, "asıl ben sana teşekkür ederim beni bir haktan kurtardığın için" demesi, üzerinde derince düşünmemiz gereken bir cevaptır.

Benzer yaklaşımları batıda, aydınlanma dönemi düşünürlerinin eserlerinde de görmek mümkündür:

"Milyonlarca insan açlıktan ölürken, zenginlerin yoksullara veya emrinde çalıştırdıklarına verdikleri şeyler, kusursuz bir iyilik değil, kusurlu bir haktır..." (Shelley)

Müslümanların kul ve kamu hakkı konusuna öteden beri bir hassasiyet geliştirdiği bilinen bir gerçektir. Bu hassasiyetin bir gereği olarak, küresel ölçekli paylaşımlarda hak, emek ve adalet insanlığımızın ortak bir derdi olmalıdır. Aile gibi en küçük ölçekli paylaşımlarda da yine hak, emek ve adalet, insanlığımızın ortak derdi olmalıdır ki huzur doğsun. Çünkü, insan hakları önce ailede başlar, dalga dalga yeryüzüne dağılır. Toplumlar olarak, kul ve kamu hakkı hassasiyetinden uzaklaştığımız taktirde Maksim Gorki'nin tarif ettiği gibi "her sabah nereye gittiğini bilmeden işe giden, her akşam nereden çıktığını bilmeden işten çıkan, sevmediği hayatı yaşayan, sevmediği işi yapan, sevmediği kişilerle yaşayan, gelip geçen bütün ölü kentlerin, ölü doğmuş çocukları" olmamız kaçınılmazdır. Emek ve hakların, haksızda kalmadığı bir dünya özlemiyle...

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?