Yaşlılık, Yalnızlıktır...

Yaşlılık, Yalnızlıktır...
16-07-2023

Kırkından sonra azanı teneşir paklar, zihniyeti memleketimizde hala sürdürülmekte iken Amerika'da yaşlıların buluşup birbirleriyle hoşça vakit geçirmeleri için kulüpler, dernekler oluşturuldu. Bizde “ununu eleyip duvara asmışsın, artık çekil köşene” anlayışı yaygınken orada yaşlıların iş sahasındaki girişimleri desteklendi. Bu arada yaşlıları çeşitli bakım evlerine yerleştirerek onlardan kurtulmaya çalışanlar da vardı tabi. Günümüzde imkanı olan Amerikalı yaşlılar Florida, Güney California gibi yerlerde alt kültür komünler (dışa kapalı geleneksel gruplar) halinde yaşıyorlar. Dönüşüm hızı azıtmış bir dünyaya yabancılaşmaktan korunmak için iyi bir yöntem aslında.

"Dünya sana sırtını döndüğünde kendi dünyanı yarat" ilkesi üzerine kurulu.

Bundan 50-100 yıl öncesine kadar dünyada yaşlılık sorunları ya da çocuklarına muhtaç olma gibi kavramlar yoktu. Yaşlılar her zaman toplumun ve ailenin önemli yapı taşlarıydı. Görmüş geçirmiş halleriyle, bilgi birikimleriyle, hayatın sert hamlelerini yumuşakça karşılama becerileriyle saygın bir konuma sahiplerdi. 89 yaşında ölen oyun yazarı Ernst Ingmar Bergman’ın şu sözü yaşlıların bu durumunu hatıra getirir: “Yaşlanmak, bir dağa tırmanmaya benzer. Çıktıkça yorgunluğunuz artar, nefesiniz daralır ama görüş alanınız genişler.”

Mimar Sinan, ustalık eserim dediği Selimiye camiini yaptığında 80 yaşında idi.  Halil İnalcık, yazdığı 72 kitabının, çoğunu 80 yaşından sonra yazdı. Bu örnekler bize gösteriyor ki, yaşlılık dönemi, bir yandan üretim, diğer yandan gelecek nesiller için yatırım dönemidir. Gölgesinde oturamayacağını bildiği halde ağaç dikenler, bir ayağı çukurda da olsa dünyayı güzelleştirmeye gayret edenler, tüm zamanların gerçek sahipleridir.

...

 Eskiden gençlerin yaşlılara ayıracak zamanları hep vardı. Nesilden nesile kültür aktarımı da birlikte geçirilen bu zamanlarda kendiliğinden olurdu. Zaten 'zaman ayırma' diye ruhsuz deyimler de yoktu. İlişkiler öylece akıp giderdi. Yaşam süresi günümüze göre kısaydı. İnsanlar belirli bir yaşa geldiklerinde önce hastalanır ardından hayata veda ederlerdi. Tıp onları daha uzun yaşatacak yöntemlere sahip olmadığından doğal ölünürdü. Hastane köşelerinde sürünmezdi kimse. Ölümden önce azap çektiren, haftalar  hatta aylar  süren yoğun bakım dönemleri yoktu. Elini tutan, gözlerine sevgiyle bakan birilerinin olmadığı, yalnız, kimsesiz ve duasız  tedavi süreçlerine henüz tanık olunmamıştı. Bedene cılız bir hayat verirken, ruhu sıkıca boğan o beton yüzlü cihazların kabloları bilinmezdi. Zaten bedene verilen o hayatın da hayat olduğuna bin şahit lazım. Hz. Muhammed’in,

“Allah’ım! Ömrün, en düşkün çağından sana sığınırım!” duasına bu kadar ihtiyaç duyulacağı tahmin bile edilemezdi.

Çünkü eskiden yaşlılar genellikle dinç insanlardı. Bunama nadirattandı. Alzheimer zaten duyulmamıştı. İstenmeyen yaşlı olmak ne demek, kimse bilmezdi.

Yaşlılık ölümü çağrıştırırdı eskiden. Ölüm ise "Aman Allah korusun" deyip geçiştirmeye çalışılan tabu bir konu idi.

...

Hristiyanların kutsal kitabı İncil'de, “Rabb'inin buyruğu uyarınca annene babana saygı göster,” yazılıdır. Ancak dini Hristiyanlık olan günümüz İngiltere’sinde 75 yaşın üzerindeki 2 milyon yaşlı yalnızlık yaşadığını, birçoğu günlerce bazen haftalarca sosyal temas kurmadıklarını belirtiyor. Japonya’da hiç ihtiyacı olmadığı halde hırsızlık yaparak hapse düşen yaşlılarla detaylıca konuşulduğunda, aslında insan sıcaklığı çaldıkları anlaşılıyordu. “Hiç değilse burada bir insan sıcağı var. Suçlu da olsa” diyorlardı.

Yakın gelecekte öleceklerini bilen insanları konu eden şu kitap, hayatın hangi döneminde olursak olalım her zamanki gibi devam ettiğini anlatması bakımından da ilginç bir kitaptır.

Adı "Ölüm ve Ölmek Üzerine".

Yazarı Elizabeth Kübler-Ross..

Ölüme yaklaşmış olan hastaların yaşantıları üzerine yaptığı kapsamlı araştırmadan edindiği izlenimleri bu kitapta toplamış. Yaklaşık 10 günlük ömrü kaldığını bildiği halde bir yakınına kızıp intihar eden adam örneğinde olduğu gibi hayata dair pek çok mesaj vardı. İnsan her yerde ve her durumda insan.

Zaaflarıyla...

İnançlarıyla...

Bunun dışında iki şey daha yaşlı yakınlarımızla olan ilişkilerimizde çok işe yarayabilir. İlki yaklaşmakta olan ölümlerinden söz ettiklerinde, konuşmalarını paylaşmanın ya da en azından dinlemenin önemiydi.

İkincisi ise ölümlerinin yaklaştığını sezdiklerinde dolaylı bir şekilde de olsa yakınlarına veda etme arzusu ile ilgiliydi. Yaşlıları anlamayı ve dinlemeyi başarabilirsek kendi yaşlılığımıza da kendimizi hazırlamış oluruz. (Prof Dr Engin Geçtan) Böyle bir hazırlık süreci geçirdiğimizi ise ancak sıra bize geldiğinde fark ederiz. Bu gerçeği Hz. Peygamber şöyle ifade etmiştir:

“Allah Teâlâ, yaşından ötürü bir ihtiyara saygı gösteren gence, yaşlılığında hizmet edecek kimseler lutfeder.” (Tirmizî, Birr 75)

Hz Peygamber bir iş için yolda giderken yaşlı bir kadın kendisini durdurmuş ve uzun uzun dertlerinden bahsetmiştir. Acelesi olmasına rağmen kadını sabırla dinleyen Rahmet Peygamberi, vaktini ve ilgisini onunla paylaşmıştır.

Günümüzde hayatın iki zıt kutbunda olanlar yani çocuklar ve yaşlılar neredeyse birbirlerine hiç temas etmeden yaşayıp gidiyorlar. Çocuklar hayatın 4 mevsim olduğuna tanıklık edemiyor. Sayıları hızla artan kreşler yaşlı bakım evlerinin sayısını da kaçınılmaz olarak artırıyor gibi. Domino taşları misali her şey birbirini etkiliyor. Belki de kreş eken bir toplum huzurevi biçiyor.

...

"Yaşlılık, korkaklara göre değil", sözü acımasız bir söz belki ama bazı gerçekleri de içinde barındırıyor. Yaşlılık yaşam döngüsünün sert dönemlerinden biri. Çocukluk dönemiyle ortak bazı yönleri de var. Yasin Suresi, 68. ayeti bu gerçeği vurgular:

“Kime, uzun ömür vermişsek, onu ilk haline döndürürüz. Hiç düşünmezler mi?”

Gerçekten de iyice düşündüğümüzde çocukluk dönemindeki gibi çaresizlik ve yetersizlik duygularının yoğun olduğu bir dönemdir yaşlılık. Sessizce savaşmak zorundadır yaşlılar. Bazı ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanabiliyorlar. Alışveriş yapmak, toplu taşımaya binmek, mali işlerini takip etmek, misafirliğe gitmek, evini veya bedenini temizlemek, ilaçlarını doğru ve düzenli kullanmak gibi hususlarda yardım alabilecek bir yakını olmayanlara devlet yardım elini uzatmalıdır. Hz. Peygamberin buyurduğu gibi: “Velisi olmayanın velisi devlettir.”

2.Dünya Savaşı'ndan sonra sanayileşmenin gelişmesi ile birlikte iç ve dış göçlerin yaşanması, modernitenin bireyciliği ön plana çıkarmasıyla geniş aile modelinden çekirdek aile modeline geçiş, boşanmaların artmasıyla birlikte tek ebeveynli ailelerin ortaya çıkması, çocuk sayısının azalması, ekonomik ve teknolojik gelişmelerin insan ömrünü uzatarak yaşlı nüfusunun artışı, sosyokültürel yozlaşma, yaşlı nüfusun yalnız, kimsesiz ve bakımsız kalmasına neden olmuştur. Bizim ülkemizde olduğu gibi dünyanın her yerinde yaşlıların sorunlarına çözüm arayışları sürmektedir. Japonya, Türkiye  gibi geleneklerine bağlı ülkelerde eskiden yaşlıların bakımından birinci derecede ailenin kadınları sorumlu tutulurdu. Son yıllarda özellikle bizim Türk toplumunda giderek artan bir oranda erkeklerin de sorumluluğa ortak olmaları sevindiricidir. İnsanlığın geleceği adına ümit vericidir.

Yaşlılar, hastalığın veya yaşlılığın vermiş olduğu sıkıntılardan dolayı hiç olmadığı kadar huysuz olabiliyorlar. Onların bu huysuzluğuyla başa çıkmakta zorlanan yakınları fiziksel ve de özellikle psikolojik yorgunluklarından sıklıkla söz ederler. Böyle durumlarda geniş ailedeki diğer yakınlarla işbirliği ve yardımlaşma şarttır.

...

Özellikle kendisi seçmeye alışmış, minnetsiz yaşamış ve insan ilişkilerinde ben merkezci tutuma sahip insanlar için çok daha zor bir dönemdir yaşlılık. Toplum olarak yaşlılardan belki de doğal olarak yüksek bir olgunluk bekliyoruz.

Ancak yaş dediğin yalnızca bir sayıdır.

Olgunlaşmak ise kişinin tercihine kalmış. Değişime zorladığımız yaşlılarımızla ilişkilerimizde yanımıza kalan çatışma ve gerginlik. Çünkü değişim, kapısı sadece içeriden açılan bir anahtar. Dışarıdan yapılan müdahalelere karşı ise aşılmaz bir duvar. Zaten insanları değiştirmek gibi bir sorumluluğumuz da yok. Hepimiz kendi yolumuzun yolcusuyuz. Kendi yolundan giden bir kimse, hiç kimseyle karşılaşmazmış. Yaşlılarımızla çatışmaya başladığımızda bunu kendimizden kaynaklanan bir yorgunluk işareti olarak algılayıp önlem alma yoluna gitmek daha iyi sonuçlar verecektir.

...

Hayatta olmak ve yaşamak farklı şeyler.

Yaşamak insana yorgunluk değil doygunluk getirir. Ömür boyu ikisi arasında gidip geliyoruz. Ama yaşlılık döneminde bunların ilkine kayma eğilimi artıyor ve hayatın kumandasını yitirmemek için daha çok çaba gerekiyor. Bu çaba gençleri şaşırtabiliyor. Çünkü yaşlılardan kenara çekilmeleri yönünde bir beklenti var. Maddi ve manevi tüm varlıklarının yönetimini bırakmalarını beklemek hiç de hakkaniyetli bir yaklaşım değil. Yaşlanmış da olsa bir insanı birey olarak görmek, varlığına saygı göstermek dini, insani ve hukuki görevimizdir. Gençler, onları hayatın kıyısında görmek istiyorlar. Ancak

kimin yaşamın kıyısında, ortasında veya başında olduğunu hiç kimse bilemez. Ölümden bir sıralama beklemek nafile.

...

Ömrün sonlarında zaman hızlanıyor ama yoğunlaşmıyor. İyi kötü hatıralar çok uzakta ama bazen eskisinden daha berrak.

Çünkü daha önce fark edilmeyen ayrıntıları düşünmek için çok vakit var. Yaşananların kalıcı olması sonucu keskin bir seçicilik de beliriyor. Kimi zaman rahatsız edici olabiliyor bu seçicilik. Güç azaldığı için hareket alanı daralıyor ama hayata biraz da doyulmuşsa bir şeyler kaçıyormuş gibi gelmiyor. Üstelik pek çok şey tekrardan ibaret. Zaten pek çok hoşluğun yanı başında ya da çok yakında olduğunu daha çok fark edip başka yerlerde arama gereği duyulmuyor. Yaşlılık yaşam döngüsünün son evresidir. Yani dünyayı durdurup inme anını da barındırıyor. Hayatın geri kalan kısmına bakıldığında görülen şey bir yanılsamayı andırabilir. Ancak elde kalan önemli gerçekler de vardır:

Geçmişte yapılan hayırlı işler ve yaşanmak üzere olan şu an... Şu an ise, geçmiş tüm anlardan daha kıymetli...

...

Değerli okurlar!

Kaderin @Eura24'te bizlere ayırdığı sürenin sonuna geldik. Şimdi veda ve dua vakti... Okuduklarımızı düşünme ve demleme vakti... İyi kitaplar okumak, geçmiş yüzyılların en iyi insanlarıyla sohbet etmek gibidir, der Descartes. Dünyanın doğusundan batısına kadar her neresinde olursa olsun, bir ilim ve fikir üreterek insanlığın ortak kültür havzasında payı olan herkese minnettarım. O iyi insanları manevi atalarım olarak görüyorum. Manevî atalarımla yaptığım sohbetlerden hafızamda kalan bilgi, kültür ve deneyimlerimi siz değerli okurlarla buluşturmaya çalıştım. Bu buluşturmada emeği geçen herkese teşekkür ederim.

Bizi dünyaya getirerek yokluktan varlık alemine çıkaran, Peygamberleriyle insanlığı  eğiten ve şereflendiren Allah'a şükrederim...

Elimize kaba günümüzü yonttuğumuz  bıçaklar yani kutsal kitaplar verdiği için O'na hamd ederim...

Daha iyi bir dünya inşa etmek için gayret edenlerden Allah razı olsun. Bir çivi çakandan da Allah razı olsun...

Okurlara teşekkür ederim. Kur'an'ı Kerim'in ilk emrine uyup okumayı ibadet sayanlara...

Satırların gölgesini kendisine sığınak edinenlere...

Orada hem dinlenen hem de düşünenlere teşekkür ederim...

Düşünmek bazen keyif, bazen de acı verir. Bir kelime veya bir cümle ile bam telinize dokunup canınızı acıtmış olabilirim. Kusuruma bakmayın. İfade etmenin daha iyi bir yolunu bulabilseydim keşke...

Allâh’a emanet olun...

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?