Zafer Partisi Eleştirisi

20-05-2022

Geçtiğimiz günlerde Eura24’ün kıymetli yazarlarından Hayati Yaman hocam bana bir çağrıda bulunmuştu. Zafer Partisi’nin barajı geçebilme ihtimalini, oyları Millet İttifakı’ndan mı yoksa Cumhur İttifakı’ndan mı alacağı konusunda bir sunum yapmamı rica etmişti.

Öncelikle kendisine bu konuda teşekkür ediyorum. Severek takip ettiğim bir yazarın çağrısına icabet etmemek olmaz elbette.

Gelelim konumuza. Bu yazıyı bir ay önce yazsaydım belki daha farklı bir yazı ortaya çıkabilirdi ancak son bir aydır Zafer Partisi kadrolarına daha yakından baktığımı ve bazı noktalarda hayal kırıklığı yaşadığımı da ifade etmem gerekiyor. Buraya birazdan değineceğim.

Zafer Partisi’nin “Sığınmacıları göndereceğiz” çıkışıyla ses getirmesi benim açımdan şaşırtıcı olmamıştı. Nitekim çok önceden duyulması gereken “yeter artık” sesleri ancak 2021 yılı itibariyle giderek artmaya başlamış, halk artan işsizlik, enflasyon karşısında bunalmıştı. En baştan referandumla alınması gereken sığınmacıların kabul edilmesi kararı Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yazlık evine misafir kabul etmesi mantığıyla yönetilince birçok ülke nüfusundan fazla bir topluluk vatan topraklarına gelişigüzel yerleşmiş oldu. Bu süreç hayatın her alanında olduğu gibi o kadar beceriksiz ve kuralsızca yönetildi ki çok kısa sürede İstanbul’un semtlerinde, Anadolu’nun şehirlerinde gettolar oluştu. Zaten siyasal İslam’dan kaynaklı Arap hayranlığı olan iktidar zamanında Kürtçe ile problem yaşarken her yerin Arapça tabelalarla dolmasına ses çıkarmadı. Süresi belli olmayan bir şekilde “Geçici” olan bu insanlar yüksek üreme oranlarıyla nüfuslarını arttırırken Suriye’de iç savaş bitmesine rağmen “Geri gönderemezsiniz. Bu insan haklarına aykırı!” söylemleriyle Türk halkına Suriyelilerin kalıcı olduğu anlatılmaya çalışıldı. Belki de geri dönmeleri de istenmiyordu. Nitekim Suriye’de ise Şii nüfus ülkeden ayrılan Sunni nüfusun geri dönmesini istemediğini birçok protestoda dile getirmişti.

Bu noktada ayrı bir parantez açmakta yarar var. Bu cümleleri yazarken asla ve asla ülkemize okumaya gelmiş öğrencileri, çalışma vizesiyle gelen işçileri kastetmiyorum. Geçenlerde çok samimi olduğum 2014’ten beri tanıdığım 5 dil bilen bir Suriyeli arkadaşım da bana “Beni ne zaman zorla göndereceksin” diye sitemkar bir cümle kurmuştu. Bahsettiğim arkadaşım yıllardır Türkiye’deki üniversitelerde çalışan, emek veren sığınmacı durumu söz konusu olmasa da Türkiye’ye çalışma vizesiyle gelebilecek biriydi. Veyahut öğrencilerle ilgili böyle bir düşüncem asla yok, olamaz.

Bu büyük sığınmacı sorunu yetmiyormuş gibi Afganistan ve Pakistan’dan sadece genç erkeklerden oluşan kaçak ordusuna da ensar ruhuyla kapılarını açan Türkiye’de kadın-erkek nüfusunun dağılımında bile sorunlar başlamıştı. Bakın bu paragraftaki durumu dünya üzerindeki hiçbir akademisyen bana açıklayamaz. Hiçbir ülke sınırlarından kaçak girişlere müsaade etmez. Giren kişilerin sadece genç erkek olmasına da izin vermez. Sayın Erdoğan istediği kadar ensar olabilir ancak Türk Milleti adına bu kararı veremez. Bu daha önce de dile getirdiğim gibi referandum gerektiren bir karardır.

Gelenler kaçak olarak geldiği için haliyle herhangi bir kontrolde yapılmamıştı. Dolayısıyla bu kişilerin suça ne kadar meyilli oldukları, terörist gruplarla bağlantıları var mı yok mu bilinmiyordu. Ama çok geçmeden sosyal medya platformu Tiktok’ta “Türk Kadınlarını Taciz” videoları çekmeye başlayan Pakistan’lı kişilerin sayısı artmaya, Afganların karıştığı adam yaralama, taciz, tecavüz olayları basına yansımaya başladı. Ve toplumun genel algısında “Sığınmacı ve Kaçaklar Ülkelerine Dönsün” düşüncesi belirdi. Açıkçası kaçakların zaten uluslararası hukukun ve iç hukukun doğası gereği yakalanıp sınır dışı edilmeleri en doğalı. Sığınmacı konusu biraz daha çetrefilli bir konu ama bu iklimde Prof. Dr. Ümit Özdağ halkın duymak istediği şeyleri söyleyen bir parti olarak siyasi sahnede kendine yer buldu.

“Atatürk çizgisinde Türk Milliyetçisi” çizgisiyle siyaset yaptığını iddia eden ve bu doğrultuda bir parti programına sahip olan Zafer Partisi sığınmacı ve kaçakları kayıtsız şartsız geri göndereceğini ifade ediyor. Açıkçası Ümit Özdağ’ın tek başına yaptığı sert muhalefet tarzı diğer partilerin de bu konuya eğilmesine neden olmaya başladı. Hatta sığınmacı konusu bir şekilde Ümit Özdağ sayesinde Türkiye’nin gündemine oturdu diyebilirim.

Girizgahı çok uzun tutmamın sebebi Türkiye’nin nasıl bir iklimde olduğunu göstermekti aslında. Böyle bir iklimde sorunlu yere parmak basan siyasi parti hangi görüşten olursa olsun yükselişe geçer. Ben parti ve Ümit Özdağ ile ilgili aşırı sağcı, ırkçı yorumlarına katılmıyorum. Dünyanın en hümanist ülkesi bile böyle düzensiz ve sayıca yüksek bir göçü kabul etmez. Bu vatanı korumaktır, vatanseverliktir. Avustralya, Kanada, Amerika ve bir çok Avrupa ülkesi benzer bir tutum içerisinde zaten.

Durum böyle olunca Zafer Partisi ve Ümit Özdağ yıllardır iktidar tarafından ezilen Milliyetçilik yönü ağır basan Atatürkçüler nezdinde büyük bir memnuniyetle karşılandı. Zira 20 yıldan beri gerek Kürt Açılımı döneminde, gerek kesintisiz Siyasal İslam döneminde Atatürkçüler neredeyse “Pis Kemalistler” diyerek aşağılandı, dışlandı. Hatırlayın bir dönem televizyonlarda Kemalizm kötü bir kelimeymiş gibi kullanılıyordu. Yıllarca “Bu ülkede endişeli muhafazakarlar var ve geleceklerinden endişe ediyorlar. Haklarını kaybedeceklerinden korkuyorlar” algısı pompalandı ve bu süreç içinde toplumda endişeli Atatürkçüler yaratıldı. Atatürkçülerin kendilerini kısmen daha çok konumlandırdıkları Cumhuriyet Halk Partisi de altı okun dışına çıkmaya başlayınca milliyetçi Atatürkçüler Zafer Partisi’ni alternatif olarak görmeye başlamış olabilir. Bu demokrasi açısından doğaldır. Muharrem İnce’de yine CHP seçmeninden oy alabilir. İyi Parti’nin MHP’den oy alması gibi...

Ben burada Ümit Özdağ’ı iki noktadan dolayı eleştireceğim. Kendisinin neredeyse tüm kitaplarını okumuş, bazılarını imzalatmış, derslerini dinlemiş eski bir öğrencisi olarak yapacağım eleştirilerimi.

Son yirmi güne kadar Ümit Hoca’nın siyasi stratejisi ve tarzını beğenen biri olarak artık beni rahatsız etmeye başlayan bir söyleme sahip olmaya başladı. Nedenini anlatacağım.

Türkiye Cumhuriyeti’nde an itibariyle normal bir demokratik ortam yok. Bunu hepimiz biliyoruz. Türk sosyolojisine uymayan cumhurbaşkanlığı sistemiyle Padişah’tan daha yetkili hale gelen cumhurbaşkanının tamamen şahsi kararlarıyla yönetilen bir ülke mi istiyoruz, yoksa parlamenter demokrasinin güçlü olduğu bir ülke mi? Türkiye 2023 Haziran’da bu sorunun cevabını verecek. Bu soruya sebep olan AKP ve Erdoğan’ın karşısında birleşen yüzde 70lik bir kesim var. Bu noktada sığınmacı konusu da, ekonomik kriz de, tarımsal problemler de aklınıza gelen her türlü sorunun sorumlusu doğal olarak iktidar partisidir. İki kere iki dört arkadaşlar. Devleti 20 yıl yönetip de sorumlu olarak başkasını bulmaya çalışamazsınız. Yok öyle bir dünya!

Ümit Hoca ben iki tarafa da muhalifim diyor belki ama konuşmalarını incelediğinizde 3 kere muhalefete vuruyorsa belki 1 kere iktidara vurduğunu görüyoruz. Hele ki geçtiğimiz hafta Süleyman Soylu ile yaşadığı kavgadan sonra içinden kopup geldiği MHP’ye veya kendisine hakaretler eden Devlet Bahçeli’ye ağzını açıp tek bir kelime söylememiş olması beni ciddi bir hayal kırıklığına uğrattı. Tek amacı CHP ve İyi Parti’den oy almak olan bir siyasi strateji görür gibi oldum. Bakın bunu yazarken muhalefete muhalefet edilmez mantığıyla yazmıyorum. Anlatmak istediğim hakkaniyettir. Ümit Özdağ CHP’yi Ak-Muhalefet, Sarı Muhalefet gibi sözlerle eleştirmeyi bence bırakmalı. Bu sözler ona oy kazandırmayacaktır. Bu muhalefet tarzını eğer CHP ve İyi Parti daha sert muhalefet yapsın diye yapıyordur umarım. Aksi takdirde bu partileri ülke problemlerinin ortağı olarak göstermek hakkaniyetli olmayacaktır.

Bunun dışında kadrosundaki isimlerin de ne kadar Atatürkçü olduğu tartışma konusu açıkçası. Genel Başkan Yardımcısı pozisyonundan bulunan birçok ismin iki üç yıl öncesine kadar AKP hayranı olduğunu iki gün önce fark etmiş olduğum için kendime de kızmıyor değilim. Özellikle geçmişinde Atatürk düşmanlığı bulunan 2019’a kadar Erdoğan’a “reis” diyen Ömer Turan’ın parti kurucularından olduğunu, Adem Taşkaya’nın, İsmail Türk’ün geçmişteki tweetlerini görünce hayal kırıklığına uğradım.

Zafer Partisi gerçekten Atatürk çizgisinde bir parti olmak istiyorsa kadrosunu güçlendirmeli ve gerçek Atatürkçüleri kadrosuna doldurmalı. Nitekim kadro genel olarak ülkücülerden oluşuyor ve bu da direkt akla MHP’yi getiriyor. Yani üyeler arasında çeşitlilik şimdilik az. Bunun yanında birçok Atatürkçü kendini ülkücü olarak da konumlandırmaz. Bu da bir gerçek. Kadrodaki ülkücülerin çoğu muhafazakar milliyetçi geçmişe sahip görünüyor. Atatürk çizgisindeki Türk Milliyetçiliği ile Türk-İslam sentezi arasında ciddi fark var. Yani Ülkücü bir parti mi yoksa Atatürk çizgisinde Türk milliyetçisi bir parti mi konusundaki sınav henüz verilmiş değil. Ben genel başkan olsaydım Cumhur İttifakı’nı sonuna kadar eleştirip, muhafeleti de bana destek olmaya çağırırdım. Millet İttifakı içerisinde eksik olarak gördüğü Atatürk çizgisindeki Türk Milliyetçisi parti boşluğunu doldurmayı hedeflerdim.

Şahsen aileden CHP’li biri olarak benim de sempatimi kazanmışken yukarıda bahsettiğim nedenlerden dolayı kısa sürede şevkim kırıldı. Nitekim ben CHP’de siyaset yaptığım dönemde milliyetçi kesimi temsil ederdim. Yani aslında partinin hedef kitlesindeki biriyim.  Bu şekilde sadece muhalefete saldırmaya devam ederse samimiyeti sorgulanır ve barajı geçemez. Mecliste AKP birinci parti olur. CHP ve İyi Parti’nin oyu bölünür. Durum bunu gösteriyor.  2023 Cumhuriyetin 100. Yılında Cumhuriyetin demokratik geleceği için hayati öneme sahip bir seçim ve bu seçimde kafa karışıklığına yer olmamalı. Bu yüzden bu konuda gözümü açan sevgili kuzenim gazeteci Yiğit Nail Çiğdem’e de teşekkür ederim.

 

 

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?
Hayati Yaman
Hayati Yaman 2 yıl önce
Emeğine sağlık İlker Bey. Fevkalade doyurucu bilgiler içeriyor paylaşımınız. Ayrıca nezaketiniz için de sonsuz teşekkür ederim. Selam ve saygılar.