
Hasan Sarıçiçek ile Söyleşi
Eğitim, aile yapısı ve gençlik kavramı dijitalleşme bağlamında sizce yeniden mi tanımlanmalıdır?
Ne yazık ki gezegenimiz ve insanlık; an itibarıyla 2. Dünya Savaşı'ndan sonra tarihte hiç görülmemiş biçimde tehlikeli, korkunç ve en kritik süreçten geçiyor.
Kabul edelim etmeyelim, hayatımıza artı değer, kalite, konfor ve refah katması gereken gelişmeler; özellikle digitalleşme, yüksek teknoloji, idari, sosyal, kültürel, ekonomik alanda artan fiziki - maddi imkan ve fırsatlar maalesef çekirdek aile ortamının giderek zayıflatıp parçalamış durumda. Gelinen noktada adına ''özgürlük'' denilen ''tek başına yaşam''ın yaygınlaştığı ve de bizi biz yapan değerlerin dejenere olup bozulduğu bir ortamda bireyler; bu yıkıma ''Neme lazım'' duyarsızlığı içinde yaşarken çok uluslu şirketlerin dünyayı ele geçirmek adına kapıldıkları hırs, ego, pazar ve güç yarışı baş edilmesi zor savaşlar, salgın hastalıklar ve afetler sebebiyle toplumları - devletleri akıntıya kürek çeken vesayet savaşlarıyla oyalarken insanlığı büyük bir tehditle baş başa bırakmış durumdadır.
Elbette; böyle bir dönemde bu ve benzeri meselelerle baş etmenin yegane yolu; aile ve eğitimdir. Aslında aile devletleri devlet yapan atomize güçtür. O güce değerli kılan ise eğitimdir. Haliyle günümüzde eğitim, öğrenim, aile yapısı ve dijitalleşme bağlamında gençlik kavramı iyi analiz edilmeli ve günün şartlarına göre mîllî şuurla yeniden tanımlanmalıdır.
Osmanlı'yı tarih sahnesinde Adriyatik'ten Çin Seddi'ne 623 yıl ayakta tutan unsur, tarih bilinci, mîllî kültür, buna uygun genel ya da özel yeteneklerin seçimi ve eğitime verilen önemdir.
Bunu bir misalle açıklamak gerekirse; Üstün yetenekliler için 15. Yüzyılın ortalarında Sultan II. Murat tarafından başlatılan ve daha sonra Fatih Sultan Mehmet tarafından yeniden düzenlerek İmparatorluğun, ülkenin üst düzey yönetimini üstlenebilecek nitelikli, üstün ve istisnai yeteneklerin keşfedilerek, beşeri bilimler, manevi bilimler, doğa bilimleri, matematik, fen, beden ve meslek eğitimi ile mükemmel bir müfredatla yetiştiren Enderun'dur. Onlara verilen mîllî şuur ile devlet ve millet olmanın üstünlülklerini kavrayan vde sorumluluk verildiğinde görevlerini en güzel şekilde yapan güçlü birer karakter olmalarıdır.
Kültür sosyolojisi perspektifinden bakıldığında, göçmen topluluklarında kültürel aktarıma ençok etki edendinamikler nelerdir?
Sıkça duyarız, ''Ne kültürlü insan'', 'Ne köklü bir kültür'' diye...
Bir fıkra ile başlayalım, kültürü anlatmaya...
Sokak eşkiyaları adamın birini tenhada sıkıştırmış, ''Bir daha buradan geçmeyeceksin'' diye beyzbol sopasıyla sırtına vurarak fena halde darp etmişler.
Adam; kıvranıyor, ''Ah! Arkam!''
Sokak çeteleri, ''Ne sızlanıp, duruyorsun ''Arkana vuruyoruz ya!'' demişler.
Adam bakmış zulmedenlerin suratına, ''Arkam olsaydı siz beni böyle dövebilir miydiniz?'' demiş.
İşin kültür sosyolojisi budur aslında...
Neden mi?
Doğrusu kültür toplu yaşamın eğitim, bilim, sanat, felsefe, yönetim, politika gibi alanlarında her ne kadar filozoflar, eğitimciler, sosyal bilimciler ve antropologların çok araştırıp, tartışsa da ortak payda toplumsal miras ya da gelenekler birliği, yaşama yolu ya da biçimi, bireysel psikoloji, düşünüş, simge, idealler, değerler ve davranışlar ile çevreye uyum olmazsa olmaz değerler bütünüdür.
Haliyle her toplumun, her canlının kendine has bir kültürü vardır,
Konumuz ise millî, manevi, tarihi, kültürel ve turistik değerlerdir.
Kültürel aidiyetin sürdürülebilirliği için sivil toplum kuruluşlarının ve medya organlarının rolü nasıl tanımlanabilir?
Diyeceksiniz ki; bireye mi düşer bu iş?
Bu değerleri araştırmak, geliştirmek, korumak, yaşatmak, değerlendirmek, yaymak, tanıtmak, benimsetmek ve millî bütünlüğün güçlenmesine, gelişmesine katkıda bulunmak tek başına bireyin işi değildir aslında..
Bakanlık, yerel yönetimler, sivil toplum kuruluşları ve özel sektör ile iletişimi geliştirmek ve işbirliği yapmak; kamu kurum ve kuruluşları, dernek ve vakıflara düşer, öncelikle bu görev.
Ancak bütün insanları bağlar.
Çünkü; savaşlar, afetler, iklim değişikleri, salgın hastalıklar bir göç yolu açar ve göçmen topluluklar oluşturur.
Ukrayna'da, Gazze'de, Irak'ta, Suriye'de, Çin'de Uygur Türkleri'nin yaşadıkaları ve maruz kaldıkları durum gibi.
Medya; bu olayları değerlendirirken maalesef; çifte standart göstermektedir.
Mesela; Ukrayna için yüksek hassasiyet gösterirken, Gazze'de yaşananlara karşı kör, sağır ve dilsizi oynamaktadır.
Oysa iki tarafta da özne insandır.
Kültür ve kimlik ilişkisinde
“hafıza”nın rolü üzerine ne
düşünüyorsunuz?
Kollektif hafıza sizce nasıl inşa edilir?
Tabiiki; Kültür ve kimlik ilişkisinde
kimlik, şahsiyet, karakter ve de kurumsal hafıza çok önemlidir.
Kimlik inşası, göçmen topluluklar özelinde, bireyin çok katmanlı aidiyetlerini nasıl etkiler?
İmkansızlıklar, ağırlaşan şartlar, kısıtlanan hürriyet çok etkiler ama mücadele ruhu var olduğu sürece bunu yok edemezsiniz. Örnek mi? Kızılderililer; Amerika'da önce topraklarından edildiler, göçe zorlandılar, altını buldular, çöle sürgün edildiler bu defa petrolü buldular... Her türlü asimilasyona rağmen yok edilemediler.,
Kimlik, sadece etnik ve kültürel temeller üzerine mi kurulur; yoksa ideolojik ve siyasal referanslardabelirleyici midir?
Her toplumun kendine has kültürel temelleri ve etnik kimlikleri vardır. Ancak insan yönetimi ince bir sanattır; hak ve adaletin tesisi, huzur ve barışın temini, mülkiyet, eğitim ve seyahat hakkının korunması gibi. Bir arada yaşama kültürünü belli kriterlerler üzerinden bazen ideolojik bazen de siyasal referanslarla yaparsınız. Tıpkı; altın, gümüş, bronz, teneke gibi metallerin hepsi de maden olsa da hepsinin değeri ve özellikleri farklı olması gibi. Nasıl ki; teneke, bronz ya da gümüşeün her biri metal olsa da atın değeri biçilemezse, biçene iyi gözle bakılmazsa kimlik tanımlama meselesi de böyle bir hassasiyet gerektirir.
Sizce kimlik krizi yaşayan bireyler, hangi yollarla kimliğini yeniden kurabilir?
Hani bir söz vardır; ''Cami ile kilise arasında bey namaz'' diye... Maalesef; bazı insanlarımızda ne Türk kalabilmişlerdir ne de Alman olmuşlardır. İki arada bir derede kalmışlar ve kimlik krizi içine düşmüşlerdir. Oysa her şey fıtratı ölçüsünde huzura kavuşur.
Gelenek, sizce durağan bir yapı mıdır yoksa toplumsal dönüşümlere göre yeniden yorumlanabilir mi?
Örf, adet, gelenek ve görenek kanun gücü gibi bağlayıcı bir kural değildir. Zamanla değişebilir ama insan özü neyse odur. O yüzden olsa gerek büyükler; ''Asıl azman, bal bozulmaz, kokarsa yağ kokar çünkü aslı ayran'' diyerek büyüttüler bir nesli. Maalesef bugün ne o büyükler kaldı ne de o kimya. Yine de ümitsizlik yok.
Moderniteyle karşılaşan gelenekseldeğer sistemlerinin geleceği hakkında öngörüleriniz nelerdir?
Bugün akıllı şehirler kuruluyor son sistem yüksek teknolojinin nimetlerinden istifade ederek. Robotik araç ve gereçlerle tasarlanarak yeni ürünler, yeni binalar, güzel mi güzel.
Kimse bu güzelliklerin etkileyici özelliğinden vaz geçemediği için son sistem teknolojik yeniliklerin çoğu günlük hayatımıza çoktan bile girmiş durumda.
Ne var ki; bu konfor saadet vermiyor; insanlar endişeli, topluluklar mutsuz... Şöyle etrafa dikkatlice baktığınızda görüyorsunuz ki; bütün bu kazanımlardan haz alma duygusu analog dönemdeki kadar güçlü değil.
Niye; bu yenileşmenin ruhu yokda ondan.
Robotik hayat her şeyi anında ayağınıza getirirse de sizden bir şeyleri beraberinde alıp götürüyor. Mesela mücadele ruhunuzu, dayanışma, yardımlaşma ve birlikte yaşama sevincinizi yok ediyor ya da zayıflatıyor.
Tamamen sanallık içeriyor. Hormonlu patates gibi.
Mahremiyet, merhamet, sadakat, vefa gibi insanı insan yapan değer ve özellikleri, karar alma ve kırılmalar yaşandığında ana kararı ara kararla değiştirebilme ve hata payını minumuma indirme inisitatifini bir komutun insafına bırakıyor.
Daha güzel bir hayat için en doğrusu organik ortam ve tabii yaşam.
Avrupa’daki Türk toplumu, geleneksel yapılarını koruyarak geleceğe nasıl hazırlanabilir?
Bir olmalı, iri olmalı, diri olmalı, daha duyarlı ve daha özgün olmalı... Daha sık bir araya gelmeli; ''Ben yaptım oldu'' yerine ''Biz birlikte değerlerimizle güçlüyüz'' mootosunu benimsemeli; toplumsal miras ya da gelenekler için, bireysel psikoloji, düşünüş, simge, idealler, değerler ve davranışlar ile çevreye uyum konusunda çok taviz vermemeli.
Kendine has kültürü ile millî, manevi, tarihi, kültürel ve turistik değerleri geliştirmeli, korumalı, benimsemeli ve millî bütünlüğün güçlenmesine, gelişmesine katkıda bulunmalı.
Geleneksel değerler ile çağdaş demokratik değerler arasında bir çatışma mı, yoksa uzlaşma mı vardır?
Olmaması mümkün mü, var elbette, olmalı da... Dünya bir günde kurulmadı ki her şey bir dokunuşla değişsin.
Sizce “geleceği inşa etme” sürecinde hangi tarihsel ve kültürel referans noktaları önem taşır?
Tarihi doğru okumak ve tarihin canlı organizma gibi tekerrür etmek gerçekliği olduğunu bilmek geçmişten ders almakla mümkündür.
Diyeceksişniz ki; bireye mi düşer bu iş?
Değil; Bakanlık, yerel yönetimler, sivil toplum kuruluşları ve özel sektör ile iletişimi geliştirmek ve işbirliği yapmak; kamu kurum ve kuruluşları, dernek ve vakıflara düşer, öncelikle.
Ancak genelde bütün insanları bağlar. Çünkü; savaşlar, afetler, iklim değişikleri, salgın hastalıklar bir göç yolu açar ve göçmen topluluklar oluşturur.
Röportaj: Nurdoğan Aktaş