
Ahıska Türkleri, 80 yıldır sürgünde. Ve bu sürgün hâlâ bitmedi.
II. Dünya Savaşı sırasında bir Sovyet lideri Yosif Cugaşvili Stalin, Ahıska Türkleri’ni büyük ihtimalle Türkiye’ye yönelik menfur işgal emellerini gerçekleştirebilmek için Türkiye tarafını tutma ihtimaline binaen “güvenilmez halk” ilan etti. Plânlamayı ise kendisi gibi Hristiyan Gürcü kökenli Lavrentia Beria’ya bırakmıştı.
Ve 14 Kasım 1944 sabahı... Ahıska Türkleri için bir sonun, bir sürgünün, bir kopuşun tarihi oldu. O günün sabahı, kadın-erkek, genç-yaşlı demeden yaklaşık 115 bin kişi, hayvan vagonlarına bindirilerek Kazakistan, Özbekistan ve Kırgızistan’a sürgün edildi. Ahıska Türkleri ile beraber diğer Evlâd-ı Fatihan olarak adlandırdığımız Hemşinli, Kürtler, Zazalar ve Karapapak Türkleri gibi Osmanlı yadigârı unsurlar da sürgün yolculuğuna gönderildi.
Açlık, soğuk, hastalık ve insanlık dışı koşullar, Ahıskalılar için birer ceza haline dönüştü. Bu zorunlu göç sırasında, resmî olmayan kaynaklara göre 30 ila 50 bin kişi açlık, hastalık ve soğuk nedeniyle hayatını kaybetti. Bu, adı konmamış bir soykırımdı.
Bu sürgün yalnızca coğrafi bir kopuş ve fizikî bir yer değiştirme değildi. Aynı zamanda Müslüman bir Türk toplumunun kimliğine ve kültürel mirasına indirilen ağır bir darbeydi. Çünkü kaybolan sadece insanlar değildi;hafızası ve toprağıyla olan bağları da yok edildi. Ahıska Türkleri sürgünde yaşarken, ana yurtlarında mülklerine el konuldu, tarihî varlıkları yok edildi ve yerlerine başka topluluklar yerleştirildi. Sürgünden sonra, anayurtlarına dönüş hakları uzun süre engellendi.
Ne yazık ki Ahıska Türklerinin dramı sadece geçmişle sınırlı değil. Gittikleri topraklarda Sovyet yetkilileri, Ahıska Türkleri hakkında menfî propaganda yaparak, Ahıska Türkleri’nin yerli topluluklarıyla kaynaşmasını önlemeyi hedefledi. Nitekim 1989’daki Fergana olaylarında sırasında Özbekistan’da çıkan etnik çatışmalarda yüzlerce Ahıskalı Özbek Türkleri tarafından katledildi, binlercesi kaçmak zorunda kaldı. 2002’de Bişkek’te bulunduğum sıralarda maalesef Kırgızistan’da da benzer olaylar oldu.
Bu olaylar, 1944’te başlayan sürgünün hiç bitmediğini, sürgünün sürekliliğini bir kez daha hatırlattı. Ahıska Türkleri gittikleri her yerde ya hor görülmesi gereken bir azınlık ya da “geçici konuk” olarak kaldı. Aslında Ahıska Türkleri Orta Asya’da bizzat müşahade ettiğim kadarıyla yerli Türk lehçelerini de gayet güzel konuşurlar, Türkistan topraklarında Rusça yerine yerli halka Özbekçe veya Kırgızca hitap ederler. Ancak maalesef Sovyet’lerden kalan düzende ne tam vatandaş sayıldılar, ne de geldikleri yere ait olabildiler.
Bugün Ahıska Türkleri’nin büyük bir kısmı, Gürcistan’a dönememiştir. En kalabalık topluluklardan biri ise Azerbaycan’dadır. Günümüzde Azerbaycan’da 100 bine yakın Ahıska Türkü yaşamaktadır. Özellikle 1989 Fergana olayları ve Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından Azerbaycan’a göç eden bu topluluk; Gence, Şemkir, Saatlı, Sabirabad, Kuba ve Haçmaz bölgelerine yerleşmiştir. Sabirabad’daki Ahıska köyü, 1960’lı yıllardan beri Ahıskalıların Azerbaycan’daki önemli yerleşimlerinden biridir.
Dil ve kültür yakınlığı, Azerbaycan’daki topluluğun uyumunu kolaylaştırmış; Azerbaycan hükümeti Ahıska Türkleri’nin yerleşimini desteklemiş ve onların sosyal yapıya katılımını teşvik etmiştir. Azerbaycan hükümeti Ahıskalı’ların barınma, istihdam ve eğitim gibi temel ihtiyaçlarını karşılamaya çalışmıştır.
Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra, Ahıska Türkleri’nin anavatanlarına dönüş umutları yeşerdi. Gürcistan, 1999 yılında Avrupa Konseyi’ne üye olurken, Ahıskalı’ların dönüşünü 12 yıl içinde tamamlamayı taahhüt etti. Ancak bu taahhüt, bugüne kadar yerine getirilmemiştir. 2007 yılında çıkarılan “Geri Dönüş Yasası”, bu sorumluluğun bir adımı olarak sunulmuşsa da yasa, bürokratik engellerle etkisiz hâle getirilmiştir. Gerekli belgelerin temini zorlaştırılmış, başvuru süresi kısa tutulmuş, başvuru sahipleri defalarca reddedilmiş ve süreç sürekli ertelenmiştir. Gürcü makamları, dönüşü yalnızca Hristiyanlığı kabul eden bireylere kolaylaştırmış; Müslüman Türk kimliğini muhafaza eden Ahıska Türkleri’ne karşı ise sistematik bir dışlayıcılık sergilemiştir.
2019 yılı itibariyle Gürcistan’a dönebilen Ahıska Türkü sayısı 2.000’i bile geçmedi. Hâlâ geri dönmek isteyenler, “Türkleşmiş Gürcü” olup olmadıklarını kanıtlamak zorunda bırakılıyor, gayriresmî olarak Hristiyan olamaları gerektiği telkin ediliyor. Ya da mülkiyet hakkı, vatandaşlık engelleri gibi modern çağın görünmeyen duvarlarıyla karşılaşıyorlar.
Gürcistan’da yaygın olan görüş, Ahıskalı’ların “Hristiyanlıktan dönme Gürcüler” olduğu yönündedir. Bu görüş, geri dönüş taleplerinin önüne bir kimlik duvarı örmekte ve “sadece Hristiyanlaşmayı kabul edenler dönebilir” şeklinde örtülü bir şart sunulmaktadır. Sovyet propagandasının kalıntıları Türkiye ve Azerbaycan’a muhtaç olan Gürcistan’ı esir almış durumda. Üstelik sürgünden sonra Ahılkelek ve çevresine yerleştirilen Ermeni nüfus, bu dönüşü demografik gerekçelerle de engellemektedir.
Günümüzde Türkiye, Azerbaycan, Rusya, Ukrayna, Kazakistan, Kırgızistan ve ABD gibi birçok ülkeye dağılmış olan Ahıska Türkleri, kendi tarihlerini unutmadan yaşama mücadelesi veriyorlar. Türkiye özellikle 1990’lardan sonra bazı bölgelerde Ahıskalı’ları yerleştirmeye çalışsa da, köklü bir dönüş politikası hayata geçirilmedi.
Gürcistan hükümeti, Ahıska Türkleri’nin anavatanlarına dönüşü konusunda hem tarihî hem de hukukî sorumluluğa sahiptir. Gürcistan, 1999 yılında Avrupa Konseyi’ne üye olurken Ahıska Türklerinin dönüşünü 12 yıl içinde sağlayacağına dair uluslararası taahhütte bulunmuştur. Ancak bu söz yukarıda bahsedilen sebeplerden dolayı yerine getirilmemiştir.
Gürcistan devleti, Ahıska Türklerini “Türkleşmiş Hristiyan Gürcüler” olarak tanıtarak, etnik kimliklerini inkâr etmeye devam etmektedir. Uygulamada ise geri dönüş hakkını fiilen engellemektedir: başvuru süreçleri zorlaştırılmış, mülkiyet hakları tanınmamış, vatandaşlık verilmemiş ve yalnızca Gürcü etnik kimliğini benimseyenlere kolaylık sağlanmıştır. Açıkça ayrımcı ve ırkçı olan bu yaklaşım, insan hakları normlarına, uluslararası hukuka ve Gürcistan’ın Avrupa Konseyi üyeliği kapsamındaki yükümlülüklerine açıkça aykırıdır. Ahıska Türkleri yalnızca etnik ya da dinî kimlikleri nedeniyle değil, tarihî bir haksızlığın telâfisi bağlamında da anayurtlarına dönme hakkına sahiptir.
Bu nedenle uluslararası toplum, Gürcistan’ın verdiği sözleri yerine getirmesini talep etmeli; Türkiye başta olmak üzere Türk Dünyası ülkeleri, bu konuda daha kararlı diplomatik adımlar atmalıdır. Ahıska Türkleri’nin kaderi sadece bir halkın değil, aynı zamanda insanlık vicdanının da meselesidir. Sessiz kalındıkça sürgün devam eder, geçmişin acısı bugünün yarası olur.
Ahıska Türkleri’nin sesi olmak, sadece bir insanlık borcu değil, aynı zamanda unutulmaya terk edilen bir tarihî adaletsizliği haykırmaktır. Çünkü bazen susmak da sürgüne ortak olmaktır.Gürcistan, yalnızca Sovyetler’in değil, aynı zamanda bugünkü adaletsizliğin de ortağıdır. Gerek uluslararası kuruluşlar gerekse Türkiye gibi bölge ülkeleri, bu konuda daha somut baskılar kurmalıdır. Çünkü bu sessiz soykırım ancak uluslararası hukuk çerçevesinde hesap verilerek ve haklar iade edilerek son bulabilir.
Demografik mühendislik yoluyla, Ahıska Türklerinin yaşadığı topraklara farklı etnik gruplar (özellikle Ermeniler) yerleştirilmiş, mülkiyet hakları geri verilmemiştir. Böylece dönüş, sadece siyasî değil, aynı zamanda fizikî olarak da imkânsız hâle getirililmek istenmiştir.
Maalesef Türkiye ve Azerbaycan millet meclisleri bu milli dava ile ilgili mücadelede gereken sorumluluğu üstlenmediler. Ahıska soykırımı bir an önce meclis kararı ile soykırım olarak tescillenmelidir. Bundan sonra Gürcistan Ahıska topraklarını Türklerin dönüşüne açıp burada idarî düzenlemeler ve Türk kimliğini tanıma konusunda adım atma, Rusya ise tazminat ile ilgili muhatap olacaklardır.
Ahıska Türkleri’nin yaşadığı acıklı hikâye, sadece bir halkın değil, tüm insanlığın sınavıdır. Avrupa Konseyi, Birleşmiş Milletler ve diğer uluslararası kuruluşlar defalarca çağrıda bulunsa da, Ahıskalı’lar hâlâ vatansız, mülksüz ve sessiz bir çığlıkla yaşamaktadır. Çünkü bu hikâye bize şunu göstermekte: Bir halkı yerinden etmek, sadece bedenini sürgün etmek değildir. Onun kimliğini, hafızasını, dilini ve geleceğini de tehdit etmektir.
Ahıska Türkleri, 80 yıldır süren bir belirsizliğin ve adaletsizliğin içindedir. Bu, sadece bir halkın sürgünü değil, aynı zamanda bir kimliğin, bir inancın ve bir kültürün susturulma girişimidir. Bugün Gürcistan, tarihî hatalarını kabul etmeli; uluslararası hukuk çerçevesinde Ahıska Türklerine geri dönüş ve mülkiyet haklarını iade etmelidir. Zira bu sadece Ahıska Türkleri’nin değil, Türk İslam Dünyası ve insanlığın vicdanı için de bir sınavdır.
Ahıska Türkleri’nin haklı mücadelesi, sürgünden dönenlerin sayısı kadar, bu mücadeleyi sahiplenenlerin sesiyle duyulur. Bugün 14 Kasım 1944’te hayvan vagonlarında ölen çocukların, annelerin, ihtiyarların ruhları hâlâ o topraklarda dolanıyor, onların sessiz feryatları yüreklerimizi dağlamaya devam ediyor. Belki bir çeşme başında, belki yıkılmış bir cami avlusunda, belki bir dağın eteklerinde...
Son olarak 1828 Rus işgalini tekrar dillendirecek olursak, Ahıskalı Aşık Garib Ahıska müdafaası ve işgali sırasında yaşamış, bu felaketi birebir tecrübe etmiş halk şairidir. Şiirlerinde bu travmayı ağıtlarla dile getirmiştir. Ahıska’nın camileri, minareleri, mihrabları, toprağı ve halkı üzerinden yitip giden bir yurdun acısını işler. Aşık Garib’in aşağıdaki şiiri, yalnızca bir ağıt değil; sürgünle yok edilmeye çalışılan bir kimliğin son direnişidir. Ahıska’nın camilerinden yükselen sessiz feryat, bugün hâlâ yankılanmaktadır:
Minare yerine zenkler asıldı
Mescid mihrabına ayak basıldı
Toprağından bin-bereket kesildi
Kurudu sümbülün, denin Ahıska
Bu kadarca öğüdümü alasın
Ben Garip Söyledim iyce bilesin
Gönül göç eylemiş hoşca kalasın
Çok yedik nimetin Ahıska