Şansölye Friedrich Merz’in Türkiye’yi ziyareti Türk -Alman işgöçü anlaşmalarının 64’üncü yılına denk geldi. Kısa zaman önce sokak görüntüleri üzerinden yaptığı göç eleştirisi Alman kamuoyunun tepkisini çekmişti. Bu yazımda iki ülke, üç toplum konusunu ele alacağım. Türkiye’den gelip Almanya’da yerleşen Topluluğun Türkiye ile Almanya arasında birleştirici mi yoksa ayrıştırıcı mı olduğu meselesine kısaca değineceğim.
Göç meselesi iki ülke ilişkilerinde iç ve dış politika konusu olarak Altmışdört yıldır önemli bir yer tutmaktadır. Ancak giderek iç ve dış politikalar birbirine karışmaktadır. Şansölyenin ziyaretindeki ana mesaj iki ülke arasındaki stratejik iş birliklerinin arttırılması oldu. Bu istek yeni değildir. Verilen içerik daha önemlidir. Örneğin Almanya Türk Topluluğunun iki ülkenin stratejik ilişkilerindeki yeri ne olacaktır? Eğer Topluluğun meseleleri devletler için önem taşıyacaksa, benim öncelikli teklifim iki ülkenin de kendi zihniyet yanlışlığını düzeltmesidir.
Almanya’ya göç eden ilk Türkler misafir işçi oldular. Yeni nesilleri giderek türk-alman kimliğine büründü. Siyasetin konusu olarak öznelikten mahrum bırakıldılar. Ayrıca onların nesnel gerçeklerine uzak duruldu. Bu durum henüz aşılamadı. Almanya uyum, Türkiye diyaspora kavramları altında siyasetlerini şekillendiriyor. Türkiye’nin kendi anlayışları doğrultusunda Topluluğu hareketlendirme isteği, Almanya’nın onları eritme gayretleriyle çatışıyor. Dolayısıyla iki ülkede Türk Almanların kendini nasıl gördüğüne bakmaksızın kendi tasavvurlarını onlara giydirmeye çalışıyor. Oysa ki Topluluk giderek ulus aşırı şekil alıyor. Ne diyaspora ne de uyum kelimeleriyle gelişmeler betimlenebilir. Bu nedenle siyaset ulus devlet anlayışının dar kalıplarına takılıyor.
Ülkeler arasındaki görüş ayrılığını Topluluğun kültürel kimliği oluşturuyor. Almanya Topluluğun Türkiye tarafından yönlendirebileceğinden kaygılanıyor. Türkiye ise vatandaşlarının eritilmesinden korkuyor. Topluluğun kimliğini koruyarak katılımını artırmasını istiyor. Bu sebeble kimliğin korunmasını ve sivil toplumun canlı kalmasını ve dışlanmaya duyarlı olunmasını destekliyor. Alman tarafı Türkiye siyasetinin ülkedeki Türklerin sosyal durumunu iyileştirmeye katkı sunmayacağını iddia ediyor.
Oysa ki, göç anlaşması iki ülkeye de büyük etkisi olan toplumsal bir hadisedir. Madem anlaşmanın iki tarafı var, iki ülke de göçten etkilenen ve etkileyen konumdadır. Ancak her iki taraf da konuyu sanki birbirinden kaçırarak ele almak istiyor. Yani siyaset Türk-Almanların gıyabında kuruluyor.
Stratejik iş birliği kapsamında iki ülkenin de siyasetlerini Almanya’daki Türk-Almanların yaşadığı şartları ve yeni nesillerin gelişimlerini esas alarak revize etmesi gerekiyor. Türk ve Alman tarafının kendi diktiği elbiseyi Topluluğa giydirmemesi, ölçüleri iyi alıp, beğendikleri elbiseyi dikmeleri gerekiyor. Bu noktada siyaset yapmada topluluğun kendilik anlayışından hareket etmek gerekmektedir. Güdülecek ortak siyasete anlam verecek olan onları merkeze alan, hakkaniyetli bir tanım olacaktır.
Özetle; stratejik iş birliği için iki devletin de sosyal gerçekcilik ve hakkaniyetlik bağlamında ortak payda oluşturması ve bu ortak konuya birlikte ad koyması gerekiyor.
