Artacak Refah Düzeyi mi Olmalı, Ücret Düzeyi mi?

Artacak Refah Düzeyi mi Olmalı, Ücret Düzeyi mi?
20-06-2023

Son dönemde iyice bozulan makro ekonomik dengelerin hiç kuşkusuz ki en büyük muhatabı maaşlı çalışanlar. Seçim vaatleri arasında sıklıkla anlatılan ücret artışları acaba geçinmekte zorlananları rahatlatacak mı? Gerçekten de bu artışlar yaşam standartlarımızı yukarıya çekmeye yetecek mi?

İnsanlar bankalara aşırı borçlu hale geldi. Vatandaş kendi ve kredi kartlarıyla yaşamak zorunda kaldığından beri, o kapı mutlaka çalınıyor. Genellikle de günümüzde kapıyı çalan komşu değil, alacaklı oluyor. Türkiye’de çok az bir kesimin aşırı refah içinde yaşadığı, ülkenin neredeyse yüzde 90’ının geçim sıkıntısı çektiği bir ortamda ortada duran tablo sorgulanacak bir örnektir. Hayat standartlarını, yaşam kalitesini yükseltemediğimiz sürece bu artışlar hiçbir anlam ifade etmeyecektir. Sorunlara çare olmadığı gibi paraya olan gereksinimi daha da artıracak bu da tüketimi, fiyatlar genel düzeyini ve dolayısıyla enflasyonla beraber iyice dibe vuracak bir ekonomik hayatı da peşinden sürükleyerek getirecektir. Bunun sağlamasını da çok somut olarak ortadır. Son yıllarda ücretler tarihi zamlar yapılıyor. Eğer ücret artışları bir sorun çözseydi bu koşullarda insanlar neden her geçen gün hayat pahalılığını yaşıyor? Neden her geçen gün biraz daha fakirleşiyor?

Bir gelire ne kadar artış yaptığınız, gideri göz ardı ederek yaklaşıyorsanız anlamsızdır. İkincisi verileri manipüle edip, sonra da gerçek olmayan veriler üzerinden hareket ediyorsanız, başladığı gün gücünü yitiren rakamlar konuşursunuz. Şimdi tüm bu gerçekler ortadayken yine aynı filmi izliyoruz. Asgari ücretle ilgili artış için komisyon toplandı ve konuşuluyor. Konuşuluyor çünkü asıl hikaye bundan sonra başlıyor. Her şey ülkede açlık sınırının üzerinden tartışılıp, ortalama ücret haline gelmiş bir gelir türünü nasıl ayarlayıp, kaç ay daha açlık sınırının üzerinde kalınacağı çerçevesinde geziniyor. Ülkede asgari ücret ve bir miktar üzeri, çalışanların yüzde 65’inin geliriyse, ama örneğin Avrupa’da çalışanların sadece yüzde 4’ü asgari ücret alıyorsa, buna karşılık pazarlıklar bu ortalama ücret haline gelen rakamın açlık sınırı seviyesinden yapılıyorsa, konu kapanmış demektir. Bu dengesizlikte ve gerçek olamayan verilerde, alanın mutlu olamayacağı, verenin gücünü aşacak rakamlardan söz edilir ve yine açlık sınırında mücadele yaşanır. Asgari ücrete bağlı olarak da emeklisinden esnafına herkes bundan etkilenir. Türkiye’ye gelir pazarlığından önce rasyonellik ve hesap verilebilirlik gelmeli. Verilerde, söylemlerde, geçim koşullarında, enflasyonda ve en önemlisi insana yaklaşımda. Gerisi sonuçsuz bir çaba olarak kalacaktır.

Mesele o kadar sıkıntılı bir noktaya ulaştı ki, alanın da verenin de mutlu olamayacağı, hatta mutluluğu bir kenara bırakın, yaşamını sürdüremeyeceği ekonomik gerçeklerle karşı karşıya kaldık. Açlık sınırının esas alınarak masaya oturulacağının söylenmesi, zaten işin başında zam ve vergi fırtınasıyla, hali hazırda geçim sıkıntı çeken insanların, iç ve dış piyasada satışları düşerken, maliyetleri artan iş dünyasının zorlu bir ikinci yarı yıla girdiğini gösteriyor. Öncelikle bu bütçe açıklarıyla kaçınılmaz hale gelen zamları, bu vatandaşın çalışanıyla işvereniyle nasıl karşılayacağının yanıtı bulunmadan hareket edilmemesi gerekir. Bugüne kadar yapılan ekonomik tercih hataları, şayet örneğin Yunanistan’ın zora düştüğü dönemdeki gibi yurttaşın refahını arttırsaydı, durum daha kolaydı. Fakat hem bu harcamaların yapılması hem de gerçeklerin üzerinin örtülmesiyle ortaya çıkan faturaya karşın, aşırı fakirleşme ve borçlu yapı, bugün ekonomik sorunların çözümü önündeki en büyük sorunlardan birini oluşturuyor. Şimdi tüketiciye dönüp, önceliklerini belirlemesi gerektiğini söylüyoruz ama yapılan harcamaların dağılımı, zaten öncelikler noktasında sıkışıp kaldığını bize gösteriyor. Yani onlara yeni bir otomobil ya da ev almamalarını tavsiye edecek noktayı çoktan aştık.

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?