
Konjonktüre uygun olmayan, yanlış makro politikalar sonrası, eşitsizliklerin tavan yaptığı bir dönemdeyiz. Servet ve gelir eşitsizliğinde Avrupa’da birinci durumda Türkiye. Bu eşitsizliği sürekli kılan büyük enflasyon dönemi de devam ediyor.
Son bir yılda para politikasında aşamalı olarak yüzde 50’ye ulaşan faiz artışı, yaz dönemindeki baz etkisine kilitlenince, bütün ilgi maliye politikasına odaklandı. Maliye politikasında devlet harcamalarından tasarruf önlemlerinin, bütçe açığı açısından yeterli derinlik oluşturmayacağı anlaşıldığından, gelir tarafındaki arayışlar devam ediyor. Hazine ve Maliye Bakanı “servet vergisi kesinlikle olmayacak” dediğine göre, eşitsizlik daha da derinleşebilir. Bu ortamda menkul kıymetlere ve kripto işlemlerine vergi konusu gündeme geldiyse de, buradan da dişe dokunur bir gelir yaratılamayacağı anlaşılıyor.
Bütçe açığını daha da kısmak için gelir yaratmak gerekiyor, aynı zamanda tasarrufları da artırmak gerekiyor tabii. Enflasyonla mücadele için bu şart. Özellikle emekli maaşlarını ve asgari ücreti yukarı çekerek, ortalama reel ücretleri artırarak ve iç talebi örselemeden gitmek için vergi geliri olmazsa olmaz. Artan harcamaları düşünürsek 2024 yılında 2,7 trilyon lira (80 milyar dolara yakın) olan bütçe açığı; ek gelir yaratmadan kısamazsınız.
Şunuda ifade etmek gerekir sadece CDS denen risk primlerinin borçlanma maliyetini düşürmesi yetmiyor, rezervleri pozitife (0 üstü) çıkarmak yetmiyor ve bankaların borçlarını rahatça çevirebilmesi yetmiyor. Eksik olan çok şey var. Yeni bir kalkınma düşüncesi uyandıran, gelişen ülkeler arası paradigmayı gerçek anlamda harekete geçiren iktisat politikası dinamiğine ihtiyaç var. Hem de hiç olmadığı kadar. Fakat Neoliberalizmden tamamen farklı olarak hangi iktisat politikasıyla?