
Türkiye ekonomisinde yaşanan sıkıntılar malum... Her geçen gün daha da kötüleşen yaşam koşulları, emeğin korunması yerine sürekli sermayeden yana politikalarla üretimden uzaklaşmalar, hayat pahalılığı, alım gücündeki azalışlar... Yaşadığımız sıkıntıları defalarca anlattım... Alınabilecek önlemleri de dilimin döndüğü kadar ifade ettim. Türkiye ekonomisinin durumu ile ilgili çok yerinde bir tespit ile başlamak istedim bu yazıya. Türkiye’nin yetiştirdiği çok değerli bir bilim insanı, akademisyen, ekonomist, benimde üniversiteden hocam olan ve öğrencisi olmaktan da yaşamım boyunca onur duyduğum Marmara Üniversitesi İktisat Fakültesi Öğretim Üyesi Profesör Dr. Mehmet Şişman Hocam’ın tespini paylaşmak istedim. Bakın hocam Türkiye ekonomisinin resmini ne güzel de çizmiş.
‘’Kapitalist üretim ilişkileri, merkez ve çevre arasındaki eşitsizlikleri derinleştirirken, Türkiye, Arjantin gibi yarı çevre ülkeleri ağır bedeller ödemeye mahkûm ediyor. Katma değer üretimindeki gerileme, artık değerin işçi sınıfından sermaye sınıfına aktarılması ve üretken olmayan sermayenin şişirilmesi, bugün yaşadığımız ekonomik ve siyasi istikrarsızlığın en belirgin nedenleridir. Neoliberal finansallaşmaya dayalı ekonomi politikaları 1980’lerden itibaren değişik biçimleriyle uygulama alanı buldu. 1980’lerde dış ticaretin liberalleştirilmesini, 1990’larda sermaye hareketlerinin ultra liberalleşmesi izledi.’’
Hocamın bu tespitinden sonra gelelim asıl mevzumuza... Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Para Politikası Kurulu, politika faizi olan bir hafta vadeli repo ihale faiz oranını 250 baz puan indirerek yüzde 40,5'e çekti. Banka, bir önceki toplantısında politika faizini yüzde 46'dan yüzde 43 seviyesine indirmişti. Peki bundan sonra ne olacak? Küresel ölçekte baktığımızda faiz oranları hala yüksek. Hazır faiz yüksek diyince ister istemez akıllara şu cümle gelebilir:’’ Yüksek faizi savunanlarla yol arkadaşlığı yapmam mümkün değil’’ hatırladınız mı bu cümleyi?
Verilen karar ekonomi çevresinde tartışılabilir ama şu soruyu da sormadan geçmeyelim. Dünyanın geri kalanı “büyüme pahasına enflasyonla mücadele” tercihi yaparken, Türkiye “enflasyon pahasına büyüme” ile tercihini bunun tam tersi yönde kullanıyor. Böyle bir alternatif var mı? Dünyanın geri kalanı büyümeyi bizim kadar istemiyor olabilir mi?Enflasyonla mücadele için biz ısrarla faiz indirimlerine devam ediyorsak ve bunun sonucunda enflasyonumuz onlardan kat kat yukarıdaysa 'Nerede hata yaptık? Bizim görmeyi başarıpta onların göremediği ney? Yoksa gerçekten de bizi kıskandıkları için mi bizim tam tersi politikaları hayata geçiriyorlar?’’ diye sormakta fayda var.
Bu konuda düşüncemi şu şekilde özetleyebilirim: “Yüksek faiz sonucu yavaşlayan büyüme ve zayıflayan istihdam piyasası, hizmet ettiğimiz halk için sıkıntılıdır. Ancak bu sıkıntı, fiyat istikrarı sağlamayı beceremeyip sonrasında tekrar çaba vermenin yaratacağı sıkıntı kadar büyük değildir. Enflasyonu düşürme adına önce faiz artırımlarına gitmek, sonrasında gelen baskılar sonucu yeterli sabrı gösteremeyip yarı yolda faiz indirimlerine başlamak ve nihayetinde daha yüksek bir enflasyonla yüzleşmek bu topraklarda oldukça aşina olduğumuz bir kavram. Bugün geldiğimiz noktada ise artık usulen de olsa faiz artışı bile söz konusu değil. “
SON SÖZ
Herkes ister ki büyüme olsun, pasta büyüsün, herkesin pastadan aldığı dilim artsın. Ancak enflasyonu göz ardı edip enflasyonu dizginleyici politikalar uygulamazsanız bu dönüp dolaşıp ekonomik büyümeyi vuruyor. Enflasyonist ortamda büyüme olsa bile gelir dağılımı bozulduğu için dar gelirli kesimler bunu hissedemiyorlar. Pastadan aldıkları dilim büyümek şöyle dursun küçülüyor. Dezenflasyon gelir dağılımını daha da bozarak olmaz. Zaten eşitsizlik var. Faiz tek başına da çözüm değil. Başka politikaları devreye sokmak gerekiyor.
HOCAMIN YAZISININ TAMAMINI OKUMAK İSTEYENLER İÇİN LİNKE TIKLAYIP BU GÜZEL YAZIYI OKUYABİLİRLER...
https://12punto.com.tr/yazarlar/mehmet-sisman/sermayenin-halleri-turkiyede-kriz-somuru-orani-ve-uretken-olmayan-sermaye-98386