
Burada defalarca anlatmaya, yazamaya çalıştım ekonomideki zorlukları... Peki sorumlusu kim?
Öncelikle şunu söylemeliyim ki yaşanan bu sorunların tek sorumlusu çeyrek asra yakındır devleti ve devlet kurumlarını yöneten, ekonomi bilimi ile bağdaşmayan politikaları hayata geçirenler değil çeyrek asırdır onu başta tutanlardır. Toplumsal olguları ve siyasal söylemleri bir yana bırakıp sadece ekonomik gerçeklikleri söylemek gerekirse şunu söylemek çok doğru olur: Asıl sorumlu, “Üretim ekonomisi yerine rant ekonomisini hayata geçiren, kamusal çıkarlar yerine sermayenin önceliklerini önem verenlerdir’’.
Henüz farkına varamadık ama Türkiye, tarihinin en büyük ekonomik krizlerinden birini yaşıyor. Yaşadığımız krizi basitçe kur artışı olarak adlandırmak ve sebebini de dış güçlere bağlamak doğru değildir. Aslına bakarsanız bu krizin asıl nedeni 1980`li yıllardan itibaren küresel sermaye güçlerinin güdümünde kesintisiz bir şekilde uygulanan özelleştirmeye, piyasalaştırmaya, kuralsızlaştırmaya dayalı neoliberal politikalardır.
Pervasızca yapılan özelleştirmelerle üretken kamu kuruluşlarımızın büyük bir kısmı elden çıkarılmış, elde kalan az sayıdaki kuruluş da etkisizleştirilmiştir. Ülke ekonomisi yüksek oranlı borçlanma ve yoğun ithal girdi kolaycılığının üzerine oturtulmuştur. Bu politikalarla ülkemiz rantiye bataklığına sürüklenmiş, üretim yeteneğimiz aşındırılmıştır. Üretim-yatırım politikalarının yerini tüketim politikaları almıştır. Tarım ve sanayi gibi üretken sektörler geriletilip, ülke kaynakları rant dağıtımı merkezli inşaat ve katma değeri düşük hizmetler sektörüne yönlendirilmiştir.
Ekonomiyi yönetenler uzun dönem boyunca, merkez kapitalist ülkelerdeki parasal genişleme politikalarının yarattığı düşük kur ve düşük faiz olanaklarını sanayileşme, teknolojik gelişme ve üretimin artırılması yerine verimsiz inşaat projelerine aktarmışlar ve yanlış ekonomi politikaları ülkeyi krize sürüklemiştir.
Yüksek ekonomik büyüme söylemiyle aşırı borçlandırmaya ve kredi kullanımına itilen piyasa aktörleri, bugün borçlarını ödeyemez duruma gelmiştir. Borçlarını ödeyemeyen, kredilerini yeniden yapılandırma başvurusunda bulunan şirketler nedeniyle reel sektörde para akışı durmuştur.
Mevcut yönetim özellikle seçimler öncesinde tüketimi artırmaya yönelik savurgan adımları ve borçlanmayı özendiren kredi politikaları krizin daha da büyümesine neden olmuştur. Krizi asıl derinleştiren şey ise, antidemokratik, baskıcı ve hukuk dışı politikalardır. Ekonomik krizle mücadeleyi bile aklıselim yöntemlerle değil, baskıcı-tehditkâr yöntemlerle örtbas etmek isteyen anlayışın bu ekonomik krizi çözmesi mümkün değildir.
Yaşadığımız krizin nedenini dış güçlere bağlayan ve yastık altındaki dövizlerin bozdurulmasıyla bu krizden çıkış sağlanabileceğini savunan anlayışının krizle mücadele gibi bir yönelimi olmadığının en önemli delili daha önce açıklanan 100 Günlük İcraat Programı`dır. Yıllardır sürdürülen yanlış politikalarda ısrar edilerek bu krizden kurtulmanın mümkün olmadığı açıktır.
SON SÖZ !!!!
KRİZDEN ÇIKIŞ, EMPERYALİST GÜÇLERİN, ULUSLARARASI TEKELLERİ, ÇOK ULUSLU ŞİRKETLERİN İSTEKLERİNE BOYUN EĞMEKLE DEĞİL, HALKIN GENEL ÇIKARINI GÖZETEN, EMEKTEN YANA KAMUCU BİR ANLAYIŞI HAYATA GEÇİRMEKLE MÜMKÜNDÜR.