Askerî İttifak Arayışları

21-02-2022

İkinci Dünya Savaşı dışında kalmayı başaran Türkiye 1946 yılına gelindiğinde yeni bir tehdit ile karşı karşıya kaldı. Sovyetler Birliği Stalin’in liderliğinde Türkiye’den Boğazlar’ın kontrolünü, Doğu Karadeniz Samsun Terme’yi içine alacak şekilde ve Doğu Anadolu’da toprak talep etmekteydi. Bu topraklar Gürcistan ve Ermenistan Sovyet Cumhuriyetleri arasında paylaştırılacaktı. Daha önce İkinci Dünya Savaşı’na Türkiye karşı taraf lehine dahil olabilir diye Gürcistan’ın Ahıska, Ahalkelek ve Batum bölgelerinden Ahıska Türkleri ve Türkiye’ye duygusal bağlarla bağlı olduklarını düşündükleri Kürt, Zaza, Laz gibi unsurlar trenlerin hayvan vagonlarında Orta Asya bozkırlarına nakledilmişti. Ermenistan’da yaşayan Azerbaycan Türkleri ise 1940’ların sonunda Azerbaycan’a göçe zorlanmaktaydı. Sovyet propagandası bunun gönüllülük esasına dayandığını vurgulamaktaydı.

Birinci Dünya Savaşı tüm şiddetiyle devam ederken 1917’de Rusya’da Lenin öncülüğünde komünist devrim gerçekleşmişti. Akabinde komünistlerin bolşevik akımı 1924’e kadar bütün Rus arazisinde vuku bulan iç savaşı kazanmış, hatta komünist devrimcilerin ilk önce bağımsızlık verilmesi gereken sömürge kabul ettikleri bilhassa Türk ve diğer Müslüman toplulukların yaşadığı bölgeleri de savaşarak ele geçirmişti. Bunun için Müslüman Sosyalistler Komitesi (MÜSKOM) lideri Mirsaid Sultangaliyev gibi Müslüman Türk komünist işbirlikçileri ve onların silâhlı güçlerini bile kullanmışlardı. Kullanım süresi bitenler teker teker önce uzaklaştırılıp tasfiye edildikten sonra zamanla infaz edilerek devrimin tamamen Ruslaşması sağlanmıştı.

Savaş ve devrimlerin getirdiği bütün tahribata rağmen rejim değişikliğine giden Rusya Sovyetler Birliği adı ile ülkeyi 15-20 sene içinde bir tarım ülkesi olmaktan ağır sanayi ülkesine dönüştürmeyi başarmıştı. İlk önce devrimin fikir babası Lenin tarafından ortaya atılan ‘Dünya’da devrim’ formülünden Stalin ile birlikte ‘bir ülkede sosyalizm’ konseptine geçiş yapılmıştı. Yani artık dış ülkelere devrim ihraç etmekten ziyade mevcut devâsa Sovyet arazisinde sosyalist ve komünist anlayışa göre proleter sistem gerçekleştirilecekti. Bunun için tarım arazileri cebren Komünist Parti kontrolünde kolhoz adıyla kooperatifleştirildi, daha büyük araziler ise sovhoz adıyla devlet işletmelerine dönüştü. Bunun için ağır bir can bedeli ödendi. 11 milyon insanın hayatını kaybettiği varsayılmaktadır. Ayrıca madenlerin keşfi ve işletilmesi ve de Azerbaycan petrolü sayesinde ağır sanayiye geçiş sağlanmış, bilhasa İkinci Dünya Savaşı’nda Almanya’ya karşı savaşırken silâh sanayii artık hatırı sayılır hale gelmişti.

İkinci Dünya Savaşı’nın arefesinde Sovyetler Birliği artık mevcut sınırları zor kullanarak değiştirme eğilimine girmiş, Baltık ülkelerini yutmuş, sovyet cumhuriyeti olarak ilhak ettikten sonra, sınırları kıyıdan köşeden kırpmayı da ihmal etmemişti. Polonya ise Nazi Almanyası ile ortaklaşa bölüşme anlaşması neticesinde Sovyetler Birliği ve Almanya arasında paylaşılmıştı. Almanlar Çekoslovakya’yı parçalayıp Çekya bölgesini denetimlerine alırken, Sovyetler Birliği Karpat Ukraynası bölgesini Ukrayna Sovyet Cumhuriyeti’ne yamamıştı. Daha sonra Finlandiya’ya saldırarak tamamen yutmada başarılı olmasa da önemli parçalar koparmayı başarmıştı. Finlandiya örneğinden hareketle bilhassa Alman analistler arasında bunun günümüzdeki Ukrayna krizi için çözüm olup olamayacağı tartışılmakta. Yani Ukrayna Rusya’nın kopardığı parçalara bağımsızlık adına razı olacak.

İşte 1946’ya gelindiğinde kopardığı yanına kâr kalan iştahı hayli kabarık bir Sovyet Rusyası vardı karşımızda. Zaten bu dönemde İkinci Dünya Savaşı sonrasında Nazi Almanyası karşıtı askerî ittifakın Batı ve Doğu olarak sistem ve ideoloji uyuşmazlığı yüzünden çatırdaması kaçınılmazdı. Bu ciddî tehdit karşısında Türkiye yerini Batı İttifakı bünyesinde bulmak ve temin etmek zorundaydı. Çünkü İstiklâl Harbi’nden bu yana Boğazlar ile birlikte bilhassa Artvin, Rize, Trabzon, Giresun, Ordu, Ardahan, Kars, Iğdır, Bayburt, Gümüşhane, Erzurum, Sivas, Erzincan, Muş, Bitlis ve Van illeri ciddî bir tehdit ve işgal tehlikesi ile karşı karşıyaydı.

Batı İttifakı 1949’ta NATO’nun kuruluşu ile ABD öncülüğünde kurumsal bir şekil aldı. Bu örgüte dahil olmak için Türkiye açısından çok partili siyaset gibi bir takım demokratik reformların yanında bir bedelin ödenmesi gerekiyordu ki bu da Kore’de olacaktı. Yeni kurulan Birleşmiş Milletler’in kararı ile komünist tehdidi ve işgaline maruz kalan Kore’ye 1950’de askerî birlik gönderme kararı alındı. Türkiye burada takriben beş bin kişilik bir tugay ile yer aldı. Buradaki mücadele ve verilen takriben 1.100 kadar kayıp neticesinde Türkiye 1952’de NATO’ya dahil olarak Sovyet tehdidini önemli ölçüde yumuşatabilmiş ve Stalin’in 1953’teki ölümü ile artık en azından söylemde tamamen ortadan kalkmıştır.

İşte bunu örnek alan bir çok ülke bilhassa 1991’de Sovyetler Birliği’nin hegemonya alanından kurtulan devletler tarihin getirdiği acı tecrübelere binaen bir an önce NATO ittifakına dahil olmayı hayatî öneme sahip bir güvenlik düsturu olarak benimsemişlerdir. Çünkü NATO her üyesine bir dış saldırı anında fiilen askerî yardım vaat etmektedir. Türkiye bu hususta bilhassa Kıbrıs’ta, Suriye’de ve PKK ile olagelen mücadelede hayal kırıklığı ve acı tecrübeler yaşasa da ve bundan dolayı ittifaktan haklı olarak soğusa da prensipte böyledir.

Bundan dolayı halihazırda ittifak dışında bulunan Gürcistan, Azerbaycan ve Ukrayna gibi ülkelerin Rus tehdidi algısı maalesef hayalî değil, bilhassa hayatî ciddiyet arz eder! Ukrayna krizinin gölgesinde Estonya gibi önemli oranda Rus kökenli nüfus bulunduran Baltık ülkeleri Ukrayna krizinin kendilerine bir yansıması olabileceğini hesap etmekte, bundan dolayı askerî birliklerini hazır tutmakta hatta sivillerden müteşekkil gönüllü birlikler tertip etmektedir. Estonya’da bu gönüllüler birliği 20 bin kişilik bir güce ulaşmıştır. Çünkü Baltık ülkeleri saldırgan Rusya karışısında acizliğin ne anlama geldiğini tarihte yaşayarak bir çok defa tecrübe etmişlerdi.

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?